Ramazan geldi. Yürekten inananlara kutlu olsun. Her birine oruçlarında sabırlar dilerim. Tabii oruçlu şoförden azar yiyen yolcuya; sigarasını içemeyen asabi babadan tokat yiyen çocuklara; oruçlu haliyle sofrayı iftara yetiştirmeye çalışan annelere; saatlerce “Dinozorlar Müslüman mıydı?”, “Yakamdan içeri yağmur damlasa orucum bozulur mu?” gibi tuhaf sorular soran seyircilere cevap veren Ramazan yıldızı hocalara daha fazla sabır dilerim.

“Hoşgörü ayı”; hoşgörüye, sabra, ahlaka, akla en fazla ihtiyaç duyulan bir zamanda geldi. Bu hoşgörüden nasipleneceğim umuduyla -din ayırt etmeksizin- din adamlarına sorular sormak isterim.

Ama yazının sonunda bir başka konu hakkında kendim de fetva vereceğim.

Merak etmeyin, elbette mikrofona çuf çuf yapıp mikrofon ekosunu yeni keşfeden Homo İrticaus’un cebinde gözü olanlardan değilim. Zaten öyle bir potansiyelim olsa beni dakikasında çarmıha gererler.

Bruno’yu yaktıklarında, Galileo’yu diz çöktürdüklerinde, köylülerin kaburgalarına kilise tavanlarından küçük taşlar bırakarak işkence ettiklerinde işlerini sağlama almışlardı.

İsa için yeni bir din getiriyor diyorlardı. Çarmıh boş kalınca Tanrı bir daha işe karışmasın diye dinsizliği yeniden icat ettiler. Bu kavramı her anlamda geliştiren de yine onlar oldu.

Her dinin içinde icat yeni şeyler ise dinsizliğe dair bulunanlardan çok daha fazlaydı.

Mesela kilisenin gücünün artmasını sağlayan icatlardan biri, kocası ölen kadınların mallarına el konulup kiliseye vakfedilerek kendilerinin de kilise hizmetine alınmaları oldu.

Orta Çağ’da içine şeytan girdiği iddia edilen kadınların yakılması ise pek de yeni sayılmayan bir inanca dayanıyordu. Sümerlerin baykuşu olan Lilith gelip de Yahudilerin dinine isyankar bir kadın olarak girmeseydi, belki kadınların birçoğu bu kadar kötü muamelelere maruz kalmayacaktı.

Kuş işte… Nereye konacağını bilmezse böyle olur.

Adem’le birlikte olurken altta olmak istemeyen Lilith başkaldırmış, eşini terk ederek uzaklara kaçmış, şeytanla evlenerek ondan bir de çocuk yapmıştı. Tanrı, Adem için Lilith’e tıpatıp benzeyen bir kadın daha yarattı. Kadın, Adem’in kaburgasından yaratıldı. Böylece asla itaatsizlik etmeyecekti. Kocasına veya herhangi bir erkeğe başkaldıran kadın ise Lilith gibi şeytan sayılacaktı.

Hristiyan mezheplerinde en çok tartışılan konulardan biri din adamlarının evliliği konusudur. Katolik ve Ortodoks mezhepleri kendi içinde bu konuda en sık tartışmaları yaşayan mezheplerdir.

Konuyu gereğinden fazla uzatmamak adına basamakları yavaş ve dikkatli tırmanmaya çalışacağım.

Hatırlayalım: Lilith, Sümerlerden çıkıp Yahudi topraklarına geldi. Orada bir kadın olarak şeytana dönüştü. Böylece Yahudilerin erkek saltanatına meşru (!) bir neden bulundu.

Hristiyanlık ise bir Yahudi mezhebi olarak doğdu. Yahudi asıllı Aziz Pavlus -ki İsa’yı hiç görmediği bilinir- bir yandan İsa’nın 12 havarisine karşı çıkarken diğer yandan Hristiyanlığın din haline gelmesinin, aynı zamanda yayılmasının temellerini attı.

Aynı Pavlus, mektuplarında ise aynen şunları savunuyordu: İlk günahın işlenmesinde sorumlu kişi kadındır. Kadın, erkeğin alçalmasına sebep olmuştur. Onun tek varlık sebebi erkeğe hizmet etmektir. Kadın dediğin fiziken zayıftı; ahlakı, aklı ise erkeklerin çok gerisindeydi.

Pavlus’un bu görüşleri, Hristiyanlığın içinde güçlü bir İsrailiyat yaşamasına neden oldu. Aynı görüşleri savunan birtakım Müslümanların da İsrailiyat kavramını olduğu gibi İslam’a yerleştirmesine şaşmalı mıyız?

Pekiyi… Kilise babaları olarak adlandırılan ilk Hristiyan din adamlarının, Pavlus’un bu görüşlerinden etkilenmesi mümkün müydü?

Aksi asla mümkün değildi.

Toplumdaki ahlaksızlıkların sorumlusu olarak gösterilen varlık yine kadındır. Kadın, erkeği baştan çıkarır ve onun günaha girmesine neden olur.

Hal böyleyken din adamlarının evliliğine birçok din adamı karşı çıktı.

Ne var ki bir kısım insanlar da evliliğin yasaklanmasına karşı çıktı. Mesela Azi Paphnutius çok kafa karıştırdı. Sebebi ise şuydu: Aziz Paphnutius, ergenliğe girdiği andan bu sözleri söylediği ana kadar bekardı.

Canına tak mı etti yoksa günaha girme korkusu yüzünden mi böyleydi? Bunu ben bilemem ve beni ilgilendirmez.

Doğu Ortodoksların kiliseleriyle Doğu Katoliklerin kiliseleri rahiplikten önce evlenmeye izin veriyorlar. Rahiplik töreninin dışında ise istisnalar haricinde izin verilmiyor.

Eğer bir din adamı papaz olmadan önce evlenmişse papaz olabiliyor. Bunun için papazın eşinin daha önce evlenmemiş olması gerekiyor. Ayrıca eğer eşi ölürse papaz bir daha evlenemiyor. Bekar bir erkek papaz olduktan sonra evlenemiyor.

Birebir aynı kural, kilise hizmetlileri olan diyakozlar için de geçerlidir.

Bu konuda esas sıkıntılı olanlarsa patrik, başpiskopos, piskopos ve keşişlerdir. Onlar evlenemezler. İstisnalar hariç…

Evlilik konusundaki disiplin katıdır ve bu disiplinden neredeyse hiç taviz verilmez.

Mesela Milli Mücadele Dönemi’nde Mustafa Kemal’e destek verdiği için Divan-ı Harp’te idama mahkum edilen Rıfat Börekçi gibi Mustafa Kemal’e destek veren ve Rum casuslarının karşısına dikilen Papa Eftim’in de evli olması Sen Sinod tarafından onun episkopsluğa tayin edilmesine engel olarak görülüyordu.

Şimdi ister istemez ilk soruyu soracağım:

Evlilik gerçekleştirmiş patrikler var mıdır? Varsa bunlar kimlerdir? Kilisenin bu konudaki disiplini gereği bu kişiler nasıl karşılanmıştır?

Şimdi yazacaklarımla bunu tahmin etmek zor değildir.

İslam hukukunda Müslüman bir kadının Müslüman olmayan biriyle evlenmesi hoş görülmez. Erkekte ise durum farklıdır çünkü ailenin reisinin erkek olduğu, dolayısıyla kadının evlenirken veya hiç olmazsa evlendikten sonra Müslüman olacağı kabul edilir. Böylece soyun güvence altına alınacağı düşünülür.

Sıradan bir ailenin kızı olan Rum kızlarının Müslüman’la evlenmesi sonrası aforoz edildiği bilinen bir gerçektir. Yani sıradan bir ailenin kızı için bile aforoz uygulanmış. Hristiyan din adamlarının evlilik noktasında ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kaldığını tahmin etmek böylece çok kolay oluyor.

Yalnız bu sefer insanın aklına bir soru daha geliyor. Ben tüm sorularımı toparlayayım:

Gizlice evlenen bir patrik var mıdır?

Müslüman bir kadınla evlenen ve bunu gizleyen bir patrik var mıdır?

Gizlice bir Müslüman kadınla evlendiği ortaya çıkan bir patriğin, dinsel kurallar karşısında patrikliği ve kilisedeki tüm statüsü sona ermiş midir veya neler yaşamıştır?

Şimdi gelelim fetvamıza.

Daha önceki yazılarımda “misoneist” olarak bahsettiğim kimselerin yalnızca Mustafa Kemal zamanında yaşadıklarını düşünmek yanlıştır. Bunlar her dönemde var oldular, bugün de varlar.

Misoneizmin tek kaynağı korku değildir. Hatta öncelikli kaynak da bu değildir. Misoneizmin temel nedeni, bu şahısların her şeyi ya da en azından tek bir şeyi Mustafa Kemal’den daha iyi bilebilecekleri yanılgısıdır.

Bu yanılgı onları bazen düşmanlarına sığınmaya, “Bakın, biz o kadar da tehlikeli değiliz. Bize çok kızmayın.” mesajını vermeye, hatta korumalarına girmeye iter.

Mübadele konusunda yöneltilen eleştiriler haksızdır.

Milli Mücadele’de vatanımızdaki hainlerin en önemli bölümünü Rum din adamları oluşturuyordu. Bunların yürüttüğü faaliyetlerle Yunan’a her türlü lojistik destek sağlandı. Bu bu desteğin başında ise istihbarat faaliyetleri geliyordu.

Bu istihbarat faaliyetleri arasında düşmana verilen kritik bilgilerin yanında Türklere yönelik misyonerlik faaliyetleriyle Hristiyan Türklere yönelik asimilasyon çalışmaları da yer alıyordu.

O dönemde kelimenin tam anlamıyla izler karıştı, at ve itin nereden geçtiği belli değildi. Hiç değilse nereye gittiği belli oldu. Türk’ü alıp Yunanistan’a da koysan, onun içinde Türklük sevgisi varsa Türk yaşayacak, Türk ölecek ve kalbi de Türk için çarpacaktır. O, hiçbir şey için Mustafa Kemal’ine ve Türklüğüne darılmayacaktır. Gittiği yerde Ebedi Başkomutan’ın ve Türklüğün hizmetinde olacaktır. Yapılana yanlış demeyecek, nedenlerini anlayacak, karanlığın aydınlanması için yok olup ışığa dönmeye razı olacaktır.

Aksini düşünenlerse zaten işgal döneminin karanlığında yaşamaya razı olanlar ve işgal güçlerine destek verenlerdi.

Bilmem anlatabildim mi?