James Rothschild, Nathan Rothschild’e “Parasız devletten daha çok kazanılacağı hususunda haklısın ama riske girmen de gerekir.” demiş. Diplomat ve Yazar Friedrich Gentz, daha 1830’da “Savaş isteyenlerin diğer bankacılara müraacat etmek zorunda kalacağı kesindir.” demiş.

Küçük bir yatırımcı veya esnaf için risk, belki yeni bir hisse almak veya yeni bir dükkân açmak olabilir. Rothschild gibi ailelerin alacağı risk elbette bunlarla kıyaslanamaz. Jeopolitik anlamda bakarsak bir devletin sözde kendi liderlik hedefleri için ama gerçekte zengin bir aile için savaşa girmesi, sonra o hegemon devletin de parasız bir devleti kendi çıkarları için beyhude bir savaşa sokması bu risklerden biridir.

Britanya’nın hakimiyeti sırasında başka milletlerin “ucuz kan” siyaseti gereği savaşa sokulması, bu devletin doğrudan sömürdüğü ülkeleri doğrudan savaşa sokmasından ibaretti. Örneğin Filistin Cephesi’nde İngiliz askeri demek, Afrika’dan Hindistan’a kadar pek çok İngiliz ünformalı askerin Britanya için savaşması demektir.

ABD’nin küresel liderlik kavgasında durum biraz daha başkadır. ABD, büyük ölçüde dolaylı yoldan sömürdüğü ülkeleri kendi çıkarları için savaşa sokmuştur. Özellikle Vietnam savaşında aldığı mağlubiyet sonrasında “ucuz kan” siyaseti Amerikalılar için daha zorunlu hâle gelmiştir.

Çok eskir devirlerden beri örnekleri olsa da daha yakın zamanda Millî Mücadele ve yıllar sonra Vietnam’da yaşananlar göstermiştir ki sayılar ve ekonomik, siyasal, askeri üstünlük bazen kâğıt üzerinde kalabilir. Bir devletin jeopolitiğinde akıl mutlak hâkim değilse o devletin sayısal üstünlüğünün tek getirisi kaos ve bitmeyen savaşlar olur.

Irak ve İran’ın savaşı 8 yıl sürdü. ABD’nin sayısal verileri kendi lehine artarken savaş sona erdiğinde iki ülkenin sınırları değişmemişti.

Oysa yıllar önce Komünist Vietnam’la Dolar tanrısının jeopolitik çıkarları uğruna savaşan ABD, sivil ve asker 2 milyondan fazla insanını öldürdüğü düşmanına karşı 60-70 bin civarında kayıp vermiş ama sonuç olarak tabanları yağlayıp kaçmak zorunda kalmıştı. ABD’yi kendi vatandaşlarını meydana süreceğine başkalarından ucuz kan almaya dolayısıyla da Amerikan yanlısı yönetimler kurmaya iten de buydu.

“Sen savaşıp öl. Ben kazanayım. Sonra da senin savaşçılığını över onurlandırırım.”

Yıllarca bizim ülkemizde de bunun propagandası yapılmadı mı? Kore Savaşı’na girilmesini oturup tartışabiliriz ama “Kore’de çok iyi savaştık. ABD’lileri kurtardık. Amerikalılar hayran kalıp bize ödül verdi.” diye övünüp duranların ne kadar yanlış yaptıklarını tartışmak abes olurdu.

“Kahraman Türk askeri filanca ülkeye giriyor. Batı’dan sıcak mesajlar geldi.”

Menderes’in devlet kurumlarının başına getirdiği kişilerden ne duyulabilir ya da Özal’ın Babıali’deki iki buçuk gazetesinden başka ne gibi haberler çıkabilirdi?

Türk ordusunu Amerikan çıkarları uğruna Türkiye’nin kaosa sürüklenmesi hatta yok olması veya yerine başka bir rejim kurulması pahasına savaşa sokmak isteyenler dünden bugüne hiç eksik oldu mu?

Körfez Savaşı için kurulan koalisyona katılmayan Türkiye, 90’lı yıllar boyunca hep kaosun içine itilmiştir. ABD ve Avrupa’nın hedefinde de daima Türk ordusu olmuştur ki Wikileaks’te ifşa olan belgelerinden birinde ABD elçisinin ülkesine çektiği telgraf da bunu doğrular. ABD’liler özetle diyorlar ki: “Türk derin devleti; Türk ordusu, Türk yargısı, Türk bürokrasisinden oluşur. Bu derin devletin kalbinde de Türk ordusu vardır.”

Bunu gerçeği iyi bilenlerin aklı ve iyi anlayamayanların cehaletiyle bu ülkede TSK’ye kumpaslar kuruldu. “Sivil vesayet” söylemleri aldı başını gitti ama ABD’nin 80’lerde, 90’larda tamamlayamadığı işleri havale ettiği siyasetçiler hiç sorgulanmadı. Sözüm ona TSK’deki çürüklerin peşine düşen aklıevveller, ABD telgraflarını ve AB raporlarını ezbere okuyan ılımlı Müslümanları hiç sorgulamadılar.

Eğer ılımlı Müslümanlar da Orkun’daki gibi bir yazıt dikmek zorunda kalsalardı şöyle yazmak zorunda kalacaklardı:

“Biz parasızız. Parası olan devletle yürüyelim. Böyle diyerek ABD’yle birlikte Türk ordusuna kumpaslar kurduk. General ve amiral olacak subayımız mahpus, general olan subayımız darbeci oldu. Arap Baharı’nda ‘Muktedir olanı dinleyeceksin.’ diyenlerle mücadele edemeyip CIA’nın yumuşak sözüne, ‘God is in your side’ diyenlerin dostluğuna güvendik. Türk devletinin menfaatine ve Siyonistlerin aleyhine olduğu hâlde, Özal gibi ABD’den gelen Mursi’yi güya demokrasi adına destekleyerek Doğu Akdeniz’de İsrail’in önünü açtık.”

Neyse ki bu hayali abidede yazılan icraatlar (!) Türkiye’ye zarar verse de Mustafa Kemal aklı sayesinde hiçbir zaman başarıya ulaşmadı, ulaşmayacak.

Şimdi kapımızda yine bir İran meselesi var.

Biden döneminin arifesinde Körfez ülkelerinin ABD-İran ilişkilerinin olası iyileşmesinden ötürü İran’la yakınlaşabileceği ihtimali konuşuluyordu. 2023 Haziran’ında İran, Suudi Arabistan, BAE ve Umman’la ortak deniz gücü oluşturabileceği konuşuluyordu. Buna karşın ağustos ayında İran’ın BAE’nin aleyhine askeri tatbikat başlattığı haberlerini okuduk.

Belki de Amerikan derin devletinin Biden gibi bir bunağı başa getirmesindeki amaç, İran’la yakınlaşmanın ABD’nin aleyhine olacağını göstermek, böylece kamuoyunu ikna ederek kurulacak yeni bir kabine veya seçilecek yeni bir başkanla İran’a karşı harekât başlatmaktı.

Her ne olursa olsun ABD, Türkiye’yi İran’la çatışmaya sokmak isteyecektir. Bunun için Ermenistan-Azerbaycan savaşı, ABD için biçilmiş bir kaftandır. İran ve Azerbaycan arasındaki çatışma veya savaş mutlaka Türkiye-İran ilişkilerine de yansıyacaktır. Öyle ki basın ve medyanın illüzyonları aracılığıyla hiç olmayan bir Azerbaycan çatışması ya da provakasyonuyla Türk kamuoyu savaşa ikna edilmek istenebilir.

Suriye meselesinde basın ve medya sürekli olarak Türkiye’yi aldatmıştır. 3 kişinin yaptığı sanal bir gösteriyi 3 bin kişi, 3 bin kişinin çıktığı gerçek bir gösteriyi 3 kişi göstererek kamuoyunu aldatma yeteneğine sahip iki buçuk gazeteleri, kafa karıştırma ustası Saçmalıkname TV’leri küçümsemeyelim. Papağan gibi “hasta adam” benzetmesini tekrarlayarak Türkleri umutsuzluğa sürüklemekle görevli kimseler, ABD’nin kan kaybından da bunamışlığından da hastalıklarından da söz etmiyorlar. Görevleri budur çünkü.

Türkiye’den güneydoğuyu koparmaya yeminli Batılı emperyalistlerden Ukrayna’daki savaş sayesinde Kırım’ı alma hayalini kuran sosyal medya başbuğlarımızın İran konusunda da yönlendirileceği, bununla birlikte İrancıların (ister Avrasyacı olsun ister ümmetçi) bu meseleden nemalanmaya çalışacağı açıktır.

İran meselesinde kaçakların önemli bir yer tutuyor.

Kırgızistan’da iken orada yaşayan Sünni Farslarla yaptığım konuşmalarda açıkça öğrendiğim bir şey var. Afganistanlı Sünni Farslar, Türkiye’yi sevdiklerini ifade ederlerken İran’a açıkça düşmanca ifadeler kullanıyorlardı çünkü mezhepçi taassup onlar için merkezdedir.

İran bunu biliyor mu? Biliyor.

Öyleyse Türkiye’ye gelecek olanlara kapılarını neden açıyor? Bu, Türkiye ters düşmek değil mi? Öyle.

İran, kapılarını açmıyor. İran, kapılarını açmak zorunda bırakılıyor. Olası bir savaşın arifesinde, Afganistan’daki Sünni silahlı güçler hemen dibinde ve hazır durumdadır. İran’ın sınırlarını kapatmak istediği ilk anda Taliban hemen İran’a karşı savaş çanlarını çaldı. Çatışmalar oldu. Bu tür bir çatışma İran’ın göze alabileceği bir şey değildir.

İran, kalabalık Sünni kitleleri ülkesinde tutabilir mi? Tutamaz.

İran’la savaşırsak Güney Azerbaycan’ın bağımsız olacağını düşünenler için de şunu söyleyelim: Kendi soydaşıyla mezhep savaşına giren, çoğunluğu Şii olan Güney Azerbaycan Türklerine kollarını açar mı? Açmaz, açmak istese bile efendisinden yiyeceği şaplakla kuyruğunu kısıp oturur.

İran’ın Taliban’la çatışmaya pek de yanaşmayacağı bir dönemde Taliban neden saldırıya geçmez?

Belli ki onlar da bir zamanlar Afganistan’a gelip “God is in your side” diye haykıran dostlarından işaret bekliyorlar. Dostları şehadet parmağını havaya kaldırdığı zaman cihada başlayacaklardır.

Yakın zamanda, İran’ın Kirman bölgesinde zemin etüdü yapan İngiliz diplomatın nasıl bir kriz yarattığını da unutmayalım. İngiliz diplomat zemin etüdünü şunlar için yapıyor olabilirdi:

1- Eğer zemin, bombalamaya karşı dirençli ise yakınlarda bir yer altı üssü olabilir.

2- Zeminden alınacak toprağın incelenmesiyle yakınlarda bir nükleer tesis olup olmadığı anlaşılabilir.

Biz bunları konuşurken bir Afgan daha sınırı geçti bile…

İran’la savaşma hayalleri kuran Afganlar (şüphesiz bu her gelen Afgan için geçerli değildir) kadar mezhep taassubuna sahip ve silahlı kimseler Türkiye’de yok mudur? Mesela başında Mehdi’yi bekleyen bir adam olan SADAT bu gruplara silahlı eğitim veremez mi?

Bir yerde Mehdi veya Mesih bekleniyorsa orada çok dikkatli olunmalıdır. Bir zamanlar Yunan’a halifenin ordusu muamelesi yapanların bugün kime Mehdi veya Mesih muamelesi yapacağını bilemezsiniz.

İran Mehdi beklemiyor mu? Şu sıralar gelmemesi için dua ediyordur.

Çok uzatmayalım.

Özellikle Arap Baharı sırasında başka ülkelerden sözde ihtilalci ama özde yağmacı-cihatçı transfer etmek moda hâline gelmiştir. Bugün Şii diye İslam rejimi olmasına rağmen İran’a düşman olanın İran’dan sonra laik Türk devletine hem de tecrübe kazanmış bir şekilde saldırmayacağının garantisi var mı? Zira İran’dan sonra geriye bir tek hedef kalıyor.

Bence yukarıda sorduğum sorunun aksi garanti edilmelidir veya garanti altına alınması sağlanmalıdır. Bunun yolu da hudutların namusunun korunmasından geçer.

Şeytan insanlara sağdan yaklaşır, derler. Şeytan birini kandırırken ona sürekli sağdan yaklaşıyor. Muhtemelen birkaç yıl önce de şöyle fısıldamıştı: “Sen bu mültecileri al. Ben sana para vereyim. Böylece TSK başta olmak üzere onurlu bir şekilde direnen insanlar yüzünden bozduğum ekonomini ve iktidarını kurtar.”

Galiba jeton yine yeni yeni düşüyor ve öyle olmasını ümit ediyorum.

Bitirelim:

Ben felaket tellalı değilim. Yazdıklarım tartışılabilir çünkü ayet değil. Gel gelelim, Allah koruyor diye kendimi teselli ederek ülkemin geleceği için düşünmeyecek, gamsız bir şekilde oturup bekleyecek değilim.

Gözümüzü kapatırken başka açarken başka bir dünyada uyanma ihtimalimizin en yüksek olduğu coğrafyadayız. O yüzden gözümüz kapalıyken bile rüyamızda dahi memleketi görmek ve düşünmek zorundayız.

Eğer biri komşularının evini yakıyorsa bil ki yangının asıl hedefi sensin.