Sahtekarlık Sendromu: Sanal Tapınağın Tanrıları – 1
Renata Salecl, “Cehalet Tutkusu: Neyi Neden Bilmek İstemeyiz?” adlı kitabında şöyle yazmış:
“Pek çok kişinin yeterince fark edilememekten şikayet ettiği bir çağda, sahtekar sendromu bu kişiler için acı verici olsa da neoliberalizmin dayanağı olan başarı ve fark edilme ideolojisine meydan okuma ihtimalina kapı aralandığından toplumun geneli için pekala özgürleştirici olabilir.”[1]
Sahtekarlık sendromu günümüzde bir maskeler çağı başlattı. Ahlaksızlar ahlaksızlığa ahlak maskesi giydirirken cahiller de cehalete ve inanmaya bilme maskesi giydirdiler.
Bilişsel savaşın en önemli unsuru diyebileceğimiz sosyal medya hepsinin imdadına yetişti.
Her şeyi bilen, çok zeki, karizmatik, mümkünse akademik ünvanı olan, şık giyinen, her şeyi ve herkesi yargılama hakkı olan fenomenler türedi. Fenomenler kitle hipnozu yarattı ve bir kişinin yüceltilmesi fenomenlerin duygularına, linç edilmesi de yine fenomenlerin hasetlik duygusuna, eksik ve yanlış bilgiye dayanan saldırılarına dayandı.
Ahlak ve bilgi yönünden zayıf olup yöneten ya da yönlendiren durumunda olanlar, yönetilen oldukları gerçeğini hiçbir zaman görememekle lanetlendiler.
Sosyal medyadaki video editleri; her hareketini, her mimiğini, her sözünü kameralara göre ayarlayan insanlar yarattı. Birçoğunun fark etmediği gerçek ise şudur: Bir zaman sonra tüm bu yüceltme videolarından antipati doğdu. Ne yapsa batan insanlara dönenler bunalıma girdiler, yaşlanma süreçleri hızlandı.
Sahtekarlık sendromunun bir başka göstergesi daha vardır.
Sosyal medyada bir kullanıcı herhangi bir olayı anlatan bir haber üzerine paylaşım yapar. Paylaşımda yazdığı bilgi pek bilinmiyordur. Ancak bu bilginin doğruluğu veya yanlışlığı değil, ne kadar yayılacağı önemliyse on binlerce kişi bunu paylaşabilir. Paylaşımlar hep ilk paylaşımın tekrarı ya da biraz değiştirilmiş şekli olacaktır. İlk defa bu bilgiyi öğrenenler hiç sorgulamaksızın bunu zaten biliyormuş gibi paylaşan ve beğeni peşinde koşan kimseler olacaktır. Sosyal medyada ikide bir döndürülen, ümitsizlik ve korkudan başka bir şey doğurmayan “geyik ve kıyamet” konulu paylaşımları incelerseniz göreceksiniz. Bu konuyu daha önce de yazdık.
Bu, insanın billişsel kıyametidir. Kıyamette ölen bilinç, her türlü yanlış bilgiye açık hale gelir. Yeter ki fark edilme kaygısı giderilsin. Yeter ki kişi, herkesten farklı ve yüce bir konumda olsun. Yeter ki şan ve şöhret elde edilebilsin.
Bir diğer nokta imaj meselesidir.
Epiktetos, “Meselelerin özüne bakmak yerine görünüşlerin peşine takılmış giden insanlar çıldırmış olmalı!” demiş.
Epiktetos dünya var oldukça devam edecek bir gerçeği dile getirdiği için “der” de diyebiliriz. Doğru şeyler yapan, doğru şeyler yazan, doğru şeyler konuşan insanların şanı da yürüyor felsefesi de.
Buna karşın, hayatın geçici olan şeylerini alanlardan geriye bir şey kalmıyor. Belirsiz zamanlara ait masalların kötülük ve ahlaksızlık timsali kralları oluveriyorlar.
“İmaj, her şeydir.” denilir. Başkalarının insafına bırakılmış imaj ise hiçbir şeydir. Hiçbir şey olup her şey olduğunu düşünenin imajı değil, kaderi başkalarının elindedir. Fark edilmeyeceği korkusuyla yaşayanlar, insanların ölümlü ve kusurlu oldukları gerçeğini göz ardı ederek mutluluklarını onların duygularına bırakırlar.
Sahtekarlık sendromu yaşayan kişilerde menfaat ön plandadır.
II. Meşrutiyet ilan edilmeden önce “Ben kendime kemik bulmuşum, bırakın yalamaya devam edeyim.” diyen Rıza Tevfik, rejimin değiştiği gün büyükçe bir süvari atına binmiş, istibdat zamanında reddettiği hatipliğini padişaha övgüler dizerek her yerde kullanmıştı.
Yıllar sonra bugün, aslında iyi bir hatipten başka hiçbir şey olmayan Şair Rıza Tevfik’in “Abdülhamit’e biz komplo kurduk, 31 Mart bizim işimizdi.” şeklindeki sözde itirafı akademiden sosyal medyaya kadar birçok kişinin dilindedir.
Esasında devir değiştikçe eskiye lanet, yeniye pişmanlık, şimdiye itirafçılık söz konusudur. Temelinde halkla ilişkiler vardır. Rıza Tevfik iyi bir hatipti, halka ve siyasetçilerle beraberdi. Papa Eftim iyi bir imajcıydı, milliyetçilerle ve siyasetçilerle beraberdi. Müstear isimle bir kitap yazdı ve kendine tarih içinde bir imaj yarattı. Bu konuda çok yazdık, yazmaya devam edeceğiz.
Bugünlük bu kadar.
“Network” sayesinde parlayanlarla devam edeceğiz.
[1] Ertürk Akşun, Şimdi Canavarlar Zamanı, Destek Yayınları, 2024.