BİR KELEBEĞİN KANAT ÇIRPIŞI

Kelebek etkisi genellikle “Afrika’da kanat çırpan kelebek, Amerika’da fırtına yaratır.” cümlesiyle tarif edilir, her şeyin zincirleme olarak birbirine etki ettiği ve küçük nedenlerin büyük ve öngörülemez sonuçlar yaratabildiği anlatılır.

Henüz 22-23 yaşlarında genç bir kız… Üniversiteden yeni mezun olmuş. Bir alışveriş merkezindeki hamburgecide çalışıyor. Hem alışveriş merkezine gelenlere hem de dışarıdan sipariş verenlere yetişmek zorunda. Saatlerce hızlı bir işlemi aynı aşamalarla yapmak zorunda. Arada sırada kararsız müşteriler, vaktinden çalıyor ve sonra sabırsız müşteriler tahammülünden çalıyor.

Her günü böyle geçiyor.

24-25 yaşlarında genç bir erkek… Çalışma arkadaşının elinden paketleri kapıyor ve siparişleri yetiştirmek üzere motoruna atlıyor. Kazancı belki güzel ama tüm iş arkadaşları gibi kendisinin de kulaklarıyla duymadığı ama zihnine işlenen “Uzun vade yok.” cümlesi hayatına hükmediyor. Hava durumuna bakmaksızın her şartta hızlı hareket etmek zorunda bırakılıyor. Kaza yapmazsa paketi yetiştiriyor. Vaktinde yetiştirdiyse şanslı, gizlice aşağılayan sözlere veya olumsuz yorum tehditlerine maruz kalmadan geri dönecek.

Hamburgeri kocaman ısırırken “Bu işler böyledir” diyecek müşteri, “Aşağılamazsan, tehdit etmezsen insanlar yola gelmez.”

Neoliberal dünya, tükettikçe köle olalım istiyor. Köleliğimiz sürsün diye daha fazla tüketmeye teşvik ediyor. Reklamlar uzun zamandır kumbaraya teşvik etmiyor çocukları, bebekler dahil her yaştan insanın yarıştığını izliyoruz.

“Harca harca bitmez” bir başka hipnotik kodumuzdur. Harcadıkça kazandığımızı zannediyoruz. Yıllarca okuyup çalışan bankacı genç, vezneye geçebilmek için soğukta sokak sokak gezip kredi kartı alması için insanları ikna etmek zorunda.

Elimizde telefonla uçurumdan düşüyoruz veya bir arabanın altında kalıyoruz. Devlet gibi değil de banka gibi davranan yetkililerimiz bizi her türlü yanlışa karşı eğitmeyi çoktan bıraktılar. Artık her makamda kişisel çıkar öndedir. Profesyonel yalan üreten Goebbelslerimiz var. Çok başarılılar ve son derece bağımsız gazetecilerimiz tarafından övüle övüle neredeyse sidretülmüntehanın ötesine geçecekler.

Vahşi kapitalizm, vasıfsızları ve yalancıları miraca çıkarıyor.

Türk gençleri günlerdir sokakta. Yıllardır siyasetçileri uyarıyorlar. Beklentilerini dile getiriyorlar. Güya gençleri takip ettiği için özellikle seçilmiş birkaç siyasetçinin komikli, şakalı video çekme girişimleriyle ya da Z kuşağına hitap eden mizahi yorumlarla kandırılamadılar.

Gelecek kaygısıyla, vahşi kapitalizmin aşındırmaya çalıştığı karakterlerini korumak kavgasıyla çok bunaldılar. Anayasal haklarını korumak üzere sokaklara indiler. Bolca biber gazıyla nurlandırıldıkları gecenin sonunda vücutlarında morluklarla eve dönüp önce televizyonu açtılar.

Bir kanalda iktidarın hakaretine maruz kaldılar, öteki kanalda muhalefetin itidal çağrısını dinlediler. Canları sıkıldı ve sosyal medyaya girdiler. Takipçi sayısına veya popülist yorumlarına göre itibar gören yazarımsıların yazımsılarına baktılar. Şu veya bu görüşten olmayıp şu veya bu görüşe yakın olmayı, muhalif ama zararsız görünmeyi adet edinmiş korkakların provokatör imalarına tanık oldular.

Tiksinler ama yılmadılar. Karakterlerinin aşınmasına müsaade etmediler çünkü.

Boykot edilen birçok firma var. Boykot edilmeyenleri de dahil ederek söylemeliyiz ki Türkiye’deki çalışma şartları da bellidir.

Düşük ücret, çok çalışma, “Senin işini yapacak çok adam var.” tehditleri, iş yeri tacizleri, hukuka aykırı iş yükü vs…

Güya gençlere yol gösteren, yedi istihbarat servisinin yedi kere içinden geçmiş yetmiş yedi aydının bir tanesinin sokağa çıktığını görmüş değiliz. Ancak bütün dünyayı biliyorlar, her nasılsa bütün ajanları tanıyorlar ve yine hayrete değerdir ki ilahi bakış açısına sahiptirler: “Genç, hakkını aramak üzere sokağa çıkıyordu. İçi ateşliydi, anlaşılabilirdi bu. Kafasındaki düşünceleri hizaya sokmaya çalışıyordu. Ne yazık ki henüz oyuna geldiğinin farkında değildi. İstihbarat servisleri, vahşi kapitalizmden memnun olmadıkları için onu sokağa çıkarmaya çalışıyorlardı.”

Ne ilginçtir ki ilahi bakış açısıyla yazılan bu romanların adına “Korkaklığımı Gizliyorum” gibi bir ad yakışır, diyebiliyoruz.

Ne yapsın Türk genci?

Sokağa inmesin mi? Protesto gösterisi düzenlemesin mi? Hak, hukuk, adalet için bağırmasın mı?

Suçları onca haksızlığa, sıkıntıya, iftira ve hakarete karşı mizahla cevap vermeleri midir?

Gerçekten meseleyi siyaset ve siyasetçiler mi sanıyorsunuz?

Eskiden olsa memleketin aydını bunca vatandaşın hakkına giren patronların gözü korksun isterdi. Neoliberal efendiler tarafından evlere kapatılıp tüketici köleler hâline getirilmeyi kabul etmediğimiz için mi suçlanacağız?

Obezitede siyasetçilerle yarışan TV yorumcularını dikkate alıp da ipe sapa gelmez iddiaları cevaplayacak değilim. Ekmeklerine koşuyorlar ve gazeteciliği, yazarlığı olması gerektiği gibi değil de düzenin ahlaksız sözcülüğü hâline getirenlere karşı çıkamıyorlar. Demek ki hâllerinden memnunlar ve sıradaki hamburgeri bekliyorlar.

Gerçek bir insan her yerde özgürdür. Cezaevinde özgürdür ve mezara dimdik girer. Özgürlük ise cesaret ister. Hepimiz ölümlüyüz. Bizi ölümsüz kılacak olan bir şey varsa o da geride bıraktığımız izlerdir.

Gelecek nesiller o izlere bakıp kurtla çakalı ayırt edecekler ve yaşamımızı tanımlayacaklar. Ne olduğumuz o zaman anlaşılacak.

Korkarak yaşamak, yaşamak değildir.