Çağımızın Tek Kutsalı: Yanılsama
“Çağımızın… tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden kuşku yoktur. Çağımız için kutsal olan tek şey yanılsama, kutsal olmayan tek şey ise hakikattir. Dahası hakikat azaldıkça ve yanılsama çoğaldıkça çağımızın gözünde kutsal olanın değeri artar, öyle ki bu çağ açısından yanılsamanın had safhası, kutsal olanın da had safhasıdır.”
Feuerbach
Korku yaratmak ve yalan söylemek, yeni despotluğun en önemli dayanaklarıdır. Korkaklar, yalancılar, etkileşim manyakları ise yeni despotluğun en büyük tetikçileridir. Bir yerde despotluk varsa orada insan kalitesi düşer. İnsan kalitesi düşünce despotluğu korumak da bu saydığımız kalitesiz kişilere kalır.
Yeni despotluğun eskisinden daha iyi bir silahı vardır: Yanlış bilginin doğru bilgiden altı kat daha hızlı yayıldığı sosyal medya.
Sosyal medya tam anlamıyla bir “roleplay” yeridir. Çoğu kişiye göre sosyal medya olmasa filanca kişinin tutuklanması, filanca kişinin istifası gibi durumlar olmayacaktır. Oysa ne tutuklananın gerçekteki durumu ne de istifa eden kişinin neler yaptığı çoğu zaman takip edilmez.
Yeni nesil despotlukta insanlar arasında dolaylı bir anlaşma vardır. Memleket meselelerine dair iki çift laf edenlerden sinsice uzaklaşarak güvenli alan arayanlar, mesaileri bittiğinde roleplay dünyasına adım atarlar. Gerçek hayatta tek görevleri yemek, içmek, işe gidip işten eve dönmektir. Roleplay dünyasına adım attıklarındaysa artık kendini gerçekleştirememiş insanların hayal ettikleri karakter ortaya çıkmıştır.
Demir Yolculuk’un kurulma nedenlerinden birisi, sahtelikler dünyasına gerçeğin karargâhını kurarak sahtekârlara ayna tutarak rahatsızlık vermek, Mustafa Kemal’den gizli ve açık her yolla intikam almaya kalkanları tarihin çöplüğüne göndermektir.
Türkiye’de komedi dalında en çok izlenen tiyatro oyunu, “Yıkılacağız, Yıkılıyoruz, Yıkıldık”tır. Korku-gerilim dalında ise en çok izlenen tiyatro oyunu ise “Yapacaklar, Yapıyorlar, Yaptılar”dır.
Karakterler ise hep aynıdır: Sahte vatanseverler, korkaklar, acizler, aldananlar.
Her iki oyunun metni de aynıdır.
Oyunu yazanlardan direktif alan sahte vatansever sahneye çıkar, “Yapacaklar!” diye bağırır. Korkaklar ve acizler irkilip, ellerini başlarının arasına alarak “Yapıyorlar!” diye şuursuzca sahneyi dolanmaya başlarlar. Son olarak aldananları görürüz. Meyus bir hâldedirler, son derece karamsar bir şekilde “Yaptılar.” derler.
Komedi dalında olan da aynen böyledir.
Bu tiyatro oyunlarında temel amaç, milleti her türlü felakete hazır hâle getirmektir. Felaket senaryolarını yazan, aynı zamanda o felaketler olmasın diye karşı çıkacak kitleleri kontrol etmenin ve eyleme geçecek olanları itibardan düşürmenin peşindedirler.
Yeni despotlukta sanat, sahtelik sanatıdır. Bu sanatın izleyicilerine Guy Debord “gösteri toplumu” demiş.
Böyle toplumların olumsuz karakterleri çamaşır makinesindeki kirli çamaşırları andırır: Paçozlar, dolandırıcılar, hainler ve onları takip edenler aynı yalan döngüsü içinde dönüp dururlar. Çamaşır makinesinde temizlenenlere nazaran bu saydıklarımızın akıbeti daha da kirlenmektir.
Çünkü bir kez sınırı aşan için bir daha sınır yoktur.
Memleketin gündemi hayret vericidir.
Birtakım vekillerin İmralı’ya gidip teröristbaşıyla görüştükleri bir dönemde bütün etkileşim manyakları tek bir yalanla hizaya sokuldu. Tek bir yalan, birçok bağımlıyı papağan hâline getirdi.
Papa, Türkiye’ye geldi.
Gelmeden önce “Ekümenik diyecekler.” yaygarası koptu. Sosyal medya dolu ama sokaklar boştu.
Geldi, “Fatih ve Atatürk, Papa’ya izin vermemişti.” dediler. Oysa nasıl ki Yavuz, bir kurum olmayan hilafeti III. Mütevekkil’den Ayasofya’da düzenlenen hayali bir törenle devralmadıysa Papa XI. Pius’nun da Türkiye’ye gelmek istediği ve reddedildiği doğru değildir. Hele Orta Çağ’ın henüz kapandığı Fatih döneminde böyle bir talebin olduğunu düşünmek, kelimenin tam anlamıyla komedidir.
Buna karşın, “Atatürk’ün Dışişleri Bakanı” olarak tanınan Tevfik Rüştü Aras’ın, Türkiye’nin laik bir devlet olduğunu ve Papa Eftim’i değil, bir kurum olarak Fener’i tanıdığını açıkladığı beyanına yer vermiştik.
Aynı Fener’in en meşhur patriği Athenagoras’a mektup yazan Eftim’in nasıl af dilediğini, onu “cihan patriği” yani “ekümenik” ilan ettiğini de belgeleriyle göstermiştik.
Keza Erenerol ailesinin elden ele dağıttığı ve kadim devlet masalcısı Ömür Çelikdönmez’e ait olan, güya Türk Ortodokslarının anlatıldığı yazıyı ele alıp yazının sonuna sıkıştırılmış “Fener’in parametreleri Türk dışişleriyle başlar.” ifadesindeki sinsi propagandaya dikkat çekmiştik.
Şimdi “Geldiler, yaptılar, yıkıldık” safhasındasınız.
Hayali bir dünya içinde Türkiye’yi üç beş çapulcunun yıkmasına layık görüyorsunuz.
Nereden etkileşim alıyorsanız oraya uçuyorsunuz.
Dünyaya indiğiniz zaman yeni gerçeklerle karşılaşmaya hazır olun.
Zira Mustafa Kemal’in kılıcı yalnız işgalcilerin ve iş birlikçilerin hayali haritalarını parçalamamıştır.
Esas savaş olan cehaletle savaşta o kılıç sahteliklerin dünyasını parçalamaya devam edecektir.
O zamana kadar esen kalın!


