“BİR”, “İKİ”, “ÜÇ” DEYİNCE TÜRK ULUSU UYANIR
“Bir”, “iki” ve “üç” sayıları hem birçok dinde hem bazen felsefede hem de ezoterizmde benzer anlamları sembolize eder.
Mesela “bir”, her şeyin çıkış kaynağıdır. Tüm sayılar “bir”den çıkar ve “bir”, her sayının içindedir.
“İki” sayısı “bir”den çıkar. Çoğu öğretide zıtlıkları sembolize eder. Asıl sembolize ettiği şeyse zıtlıklardan ziyade dengedir.
Hacı Bektaş Veli hep bir kolunun altında aslan, diğer kolunun altında ceylanla tasvir edilir. Bu, insanın ve devletin, aklını işleyerek kurduğu dengedir.
“Üç”, esasında bütün evrendir. “Bir” ve “iki” birleşince “üç”ü meydana getirir.
Bilinçli “bir”in dirlik sahibi olduğunu, buna karşın cahil “bir”in zorba olduğunu kabul edebiliriz.
Bilinçli “iki”, zıtlıkların uyumuysa. Bilinçsiz “iki”, sadece gereksiz veya uyumsuz bir çokluğun yarattığı kaostur.
Şüphe yok ki her sayı birçok şeyi sembolize edebilir.
“Ulus” olmak için bir olmak gerekir. Tüm ikilerin, üçlerin, dörtlerin bir araya gelmesi gerekir. Ulus, her şeyde yaşamalı ve her şey ulusun içinde var olmalıdır.
Laf ebelerinin ikide bir “farklı tatlar”, “farklı lezzetler” diye anlatmaya çalıştığı şeyin adı birlik değildir. Ulusu yemek gibi tarif edersen emperyalistler seni keyifle yer.
Bir şeyi ayrıştırmakla birleştirmek çok başka şeylerdir.
Neden ulusa “Türk” diyoruz?
Çünkü imparatorluk zamanlarında bir noktadan sonra kendi bile Türklüğünü unutan Türk’ün ne olduğunu Batı hiçbir zaman unutmadı.
Sen kendine ne dersen de, o hep sana “İskit”, “Hun”, “Türk” dedi.
Senin taşıdığın tüm değerleri “Türk” adıyla sembolize etti; Asya’yı ve onu temsilen seni coğrafi olarak ayrı olmasa da kültür, medeniyet, dil bakımından özellikle 1453’ten sonra her zaman karşı cepheye koydu.
Fatih’in ve Mustafa Kemal’in Ege kıyılarına gelip Truva’ya atıf yapmaları bir tesadüf değildir.
Ulusu bir arada tutanlar, neyi temsil ettiklerini bilenlerdir.
Ulusu ayırmak isteyenler, kimi temsil ettiklerini biliyorlar.
Mustafa Kemal, kendine Asya ve Afrika’yla sınır çizen emperyalistlerin dibinde Türk adıyla devlet ve ulus kurduğu için Batı emperyalizmi her zaman güvenlik endişesi taşıyacaktır. Önümüze getirip durdukları, Washington’da hazırlayıp “Angara bir, iki; Angara bir iki” diye sözde devlet aklına işaret ederek sundukları şey de işte bu endişenin giderilmesi için oluşturulan projeden ibarettir.
Batı, hiçbir zaman iddia edildiği gibi “Batılılaşmak” adı verilen reform hareketlerimizin samimi bir destekçisi de olmadı. Midhat Paşa’yla ilgili yazacağımız yazılarda bu konuya da değineceğiz.
Türk ulusunu meydana getirenleri yıllarca sözde kardeşlik şarkısıyla ayrı birer unsur gibi sayıp durdular.
Birlikten yanaymış gibi gözüküp farklılıkları sinsice deştiler.
Ulusun dengesini psikolojik olarak bozdular.
Ancak evrenin kibirli insanlarca bozulamayacak kadar sağlam bir dengesi vardır.
O dengeyi bir olan taşır.
Mustafa Kemal’den uzaklaştırmaya çalışmak, ona daha çok yaklaşmayı sağlıyor. Türklüğü unutturmaya çalışmak, onu daha çok benimsemeyi sağlıyor. Birliği bozmaya çalışmak, Türk ulusunun daha çok birleşmesini sağlıyor.
Bu da düşmanlarımızın paradoksudur.
Bölücülerin paradoksu ise bir olanı inkâr edince yok olmaktır.
Son olarak bir paradoksa daha değinip yazımızı noktalayalım.
Atatürk olmadan Cumhuriyet’in 100. yılını kutlamaya kalkanlar, dünyaya bir mesaj vermek isterken çuvallamışlardı.
Yıllarca olduğu ve sonsuza dek olacağı gibi.
Şimdi ise Ali Özoğlu yazıyor, besteliyor; Juliette Beaumont’un eşsiz yorumu ve Türkiye’den Balkanlara, oradan Fransa’ya kadar birçok orkestranın eşliğinde dünya Mustafa Kemal şarkıları söylemeye başlıyor.
Mustafa Kemal, her zaman olduğu gibi “iki” olanı “bir” yapıyor.
Güneş batmıyor, dünya dönüyor.
Ve ne kadar dönerse dönsün, güç aldığı güneşi görmek için can atıyor.
Güneş, seni karanlıkta bile yaşatandır.
Mustafa Kemal, Türk’ün güneşidir.
Atatürklü bir cumhuriyet, Türk milletinin kendi kendini yönetmesidir.
Atatürk’süz bir cumhuriyet, milletin kendi başının çaresine bakmasıdır.
İçinde Mustafa Kemal’in ışığını taşımayan karanlıklara inat, Mustafa Kemal’in aşkının da bir direniş olduğunu hatırlatan Ali Özoğlu, Juliette Beaumont ve tüm sanatçlarımıza teşekkürü borç biliriz.
İşte, “LeBon Classic Music” kanalından dinleyebileceğiniz eserlerden bir kesit:
“Ahh… Mustafam… Ama göndermeyeceğim bu mektubu sana, cesaretim yok belki,
Belki de bu aşkın en duru hâli, sessiz kalışında gizli.
Seni, kendi kararlarınla baş başa bırakmak en doğrusu,
Çünkü senin yolun, bir aşktan daha büyük bir Türk devrimi yazıyor şimdi.”
(Aşk da Bir Direniştir)