Gerçekler Papa Eftim’in de Umrunda Değildi! Narsistlerin Tarihimiz Üzerindeki Tehlikeli Oyunu!
Tarih, anlatılan hikâyelerin tekrarı değildir; belgelerle doğrulanabilen gerçeklerin analizi ve sentezidir. Bugün elimizde, Papa Eftim kişisinin anlatımlarını doğrudan destekleyen orijinal bir belge bulamıyoruz. Keskin Beyannamesi’nin varlığına dair iddialar, birbirini referans gösteren kaynaklar zincirine dayanıyor ve bağımsız ve doğrulanabilir tek bir belge yok.
Eğer gerçekten 1918’de iddia edildiği gibi bir beyanname yayımlanmış olsaydı, o dönemin resmi arşivlerinde veya bağımsız kaynaklarda yer alması gerekirdi. Papa Eftim hakkında kalem oynatan yazıcılar güruhu bu beyannamenin varlığına dair Eftim’in çocuklarının ve torunlarının söylemleri dışında somut bir kanıt sunamıyorlar.
Kendi mücadelesini Mustafa Kemal’inkiyle paralel göstermeye çalışan, hatta ondan daha erken başladığını iddia eden Papa Eftim kişisi, sürekli olarak “Türk Ortodokslarının kurtarıcısı” olarak anılmayı istiyor. Tarihi yanıltmanın dışında sade bir tanımlamayla bile bu davranış narsistik eğilimleri olan bir kişilik yapısı değilse nedir?
Kendisini bir kahraman olarak görme ve bunu çevresine kabul ettirme ihtiyacını karşılamak için en olmadık yollara başvuruyor.
Mesela 20 yaşında olmasına rağmen Kurtuluş Savaşı’na katılmamış ve Aydın’daki aile çiftliğinde yaşayan ve başbakan seçildiğinde asıl devrimi Atatürk’ün değil kendisinin yaptığını söyleyen Menderes ile yan yana gelip ABD’nin Fener kilisesine başpapaz olarak atadığı Athenagoras’a “Kutsal ellerinden öperim.” diyerek ona biat ettiğini açıklayan ve savaşa katılmamak için papazlığa başlamış olan Eftim’in mezar taşında Mustafa Kemal’e mâl edilerek yazılan “Papa Eftim bu ülkeye bir ordu kadar hizmet etmiştir.” sözünü hangi kişilik cesaret ederek yazabilir?
Bu nedenle tarih yazıcılığında iddiaları tekrar etmek yerine asıl belgelere ulaşmak, sahte referans zincirlerini parçalamak ve gerçeği ortaya çıkarmak zorundayız. Aksi takdirde, tarih bilimi yerini karşı devrimci propaganda ve spekülasyonlara bırakır.
Papa Eftim kişisinin söylemlerinde tarih boyunca farklılıklar bulunuyor ve olaylara verdiği tarihler duruma göre değiştiği için sıklıkla kendi geçmişiyle bile çelişiyor!
Belirsizlik içinde hareket edebilen, şartlara göre söylem değiştiren bir karakter profili çizdiğini düşünürsek Eftim’in Türk devrim tarihine karşı giriştiği tüm söylem ve eylemlerinin güvenilirliğini sorgulayarak ortaya koymak zorundayız.
Papa Eftim’in yıllar içinde değişen söylemleri ve olaylara dair verdiği farklı tarihler, onun kendi geçmişiyle bile çelişiyor. Koşullara göre söylem değiştiren, belirsizlik içinde hareket eden bir karakter çizdiğini düşünürsek Türk devrim tarihine karşı yaptığı açıklamaların ve girişimlerin güvenilirliğini sorgulamak ve gerçeği ortaya koymak zorundayız.
Her namuslu insan gibi ülkemize ve çocuklarımıza karşı duyduğumuz bu sorumlulukla Papa Eftim’in dünyaya Türklüğünü ilan ettiği iddia edilen “Keskin Beyannamesi”ni ele alıyoruz.
Hazırsanız başlıyoruz!
Yazar Ümit Doğan 2022 yılında, Türkçe Tarih sitesinde “Milli Mücadelenin Manevi Mimarlarından Papa Eftim” başlıklı bir yazı yayımladı. Yazıda Papa Eftim’in 1 Nisan 1918’de Keskin Beyannamesi’ni yayımladığı bilgisini verdi. Beyannameden alıntılandığı iddia edilen metnin kaynağı Musa Süreyya Şahin’in “Fener Patrikhanesi ve Türkiye” adlı eseridir. Yine yazmış olduğu “Türk Papa” isimli kitapta da kaynak yine Şahin’dir.
Diğer birçok yüksek lisans, doktora çalışmaları ve araştırma kitaplarında da Ümit Doğan veya Musa Süreyya Şahin referans gösteriliyor.
Buna karşın Foti Benlisoy-Stefo Benlisoy tarafından Yunan, İngiliz, Türk kaynakları incelenerek yayımlanan “Hristiyan Türkler ve Papa Eftim” kitabında Keskin Beyannamesi’ne rastlamıyoruz.
Erol Cihangir’in “Papa Eftim’in Muhtıraları ve Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi” isimli kitabına birazdan değineceğiz.
Daha önce güya Atatürk’ün söylediği iddia edilen “Papa Eftim bu memlekete bir ordu kadar hizmet etmiştir.” vb. şekillerde karşımıza çıkan sözlere Ali Karakurt tarafından 1955 yılında yayımlanan “Fener Patrikhanesi’nin İçyüzü” isimli kitapta yer verildiğini yazmıştık.
Daha sonra birçok kaynak buraya atıf yaptı. Büyük mü büyük araştırmacılarımızın hiçbiri sözün kaynağına gitmeye gerek görmedi. “Ali Karakurt bunu kimden duydu?” diyemedi, belgesini soramadı.
Teoman Ergene’nin kim olduğunu biraz bile merak etselerdi veya bildiğini tahmin ettiğimiz sözde yazarlar açıkça söyleyebilselerdi, Karakurt’a bu uydurma sözleri kimin fısıldadığını da anlayabilirlerdi.
Ancak gerçeği bilmek ve anlamak esas amaç olmayınca goygoyla araştırmacı yazar pozu kesmek çok kolay oluyor.
Gelelim Cihangir’in kitabına.
Bakın, ilgili kitabın “Bu kitap hakkında” kısmında verilenleri özetliyorum:
“Papa Eftim’in Muhtıraları ve Türk Ortodoks Patrikhanesi” adını taşıyan bu çalışma 1970’li yılların ortalarında tanışıp vefatına kadar çevresinde bulunduğumuz ‘Türk Ortodoks Patrikhanesi, Papa II. Eftim’ Turgut Erenerol Bey tarafından anlatıldı ve tarafımızdan kaleme alındı. Bunların bir kısmı dönemin süreli yayınlarında neşredildi. Daha sonra Turgut Erenerol Bey’in vefatı üzerine patriklik makamına geçen III. Eftim Selçuk Erenerol Bey’in kontrolüyle geçmiş yıllarda İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları ve konu hakkında diğer çalışmalar taranıp konunun ruhuna uygun gerekli tadilat ve ilaveler yapılarak Erol Cihangir tarafından neşre hazırlandı.”
Taranan kaynakların çoğunun belirsiz olduğunu, Eftim’in çocuklarının esas kabul edildiğini söyleyen Cihangir’in sadece “İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları” isimli kitabın adını verdiğini görüyoruz.
Tesadüf müdür?
Asla. Yazılarımızın ruhunu anlatırken sıklıkla ifade ettiğimiz gibi tesadüf diye bir şey yoktur.
1- Muhtemelen Cihangir, kitabın yazarının kim olduğunu biliyordu. Bu kitabı özellikle andı. Baskın Oran, 1993’te yazdığı “Patrikhaneler Savaşı” isimli yazısında ilgili kitabın Turgut Erenerol tarafından yazıldığı yanılgısına düşüyor. Cihangir de Turgut Erenerol’la irtibat hâlinde olduğuna göre kitabın II. Eftim tarafından yazıldığını düşünmesi ya da kendisinden duyması mümkündür. Ne var ki torunu olan Chris Selçuk isimli şahsın da ifşasıyla bu kişinin I. Eftim olduğunu artık öğrendik.
2- Bahsi geçen kitabın yazarı Teoman Ergene, Papa Eftim kişisinin ta kendisi olduğu için Cihangir’in beyanı tersten okunmalıdır. Böylelikle ortaya şu sonuç çıkıyor: İlk kaynak I. Eftim, ikinci kaynak II. Eftim, üçüncü kaynak ise III. Eftim’dir.
Ve Cihangir’in kitabındaki sözde Keskin Beyannamesi, Ergene’nin bahsi geçen kitabındaki satırlar birebirdir.
Eğer beyannamenin aslı olsaydı, hem Cihangir’de hem de diğer yazarlarda aslını görürdük. Gel gelelim birbirini tekrar eden bu yazarların hiçbirisinde belgenin aslı yoktur.
Çünkü böyle bir belge yoktur.
Ve belge göstermek, bir kitabın fotokopisini belge diye etrafa dağıtmak olamaz!
Bakın, belgenin aslını saklamadığını düşünebilirsiniz. Sevgi Erenerol ve Chris Selçuk Erenerol isimli şahısların da iddia ettiği gibi güya Eftim’in mücadeleye bu beyannameyle başladığını, Türk olduklarını bu beyannameyle duyurduğunu her yerde okuyoruz ama bu kutlu (!) belge her nedense ortada yok.

Ama Papa Eftim’in Fener Kilisesinin Ankara nezdindeki temsilcisi olduğunu ve bu belgeyi Eftim’in sakladığını, evinin duvarına astığını biliyoruz.

Bu noktada bir çelişki daha yakalıyoruz.
Eftim’in İstimat Zihni’yle -daha sonra Zihni kendisiyle iletişimi kesecekti- 1922 yılında çıkardığı “Anadolu’da Ortodoksluk Sadası” isimli gazete, Çiğdem Aslan ve Mustafa Toker tarafından tıpkı basım olarak Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları tarafından yayımlandı.
Daha ilk sayıda şu satırlarla karşılaşıyoruz:
“1- Papa Eftim Efendi’nin beyanat-ı mütevaliyesini teyiden ve tasdiken kongrenin bugünkü ictimai hasebiyle umum Türk Ortodoks Milleti’ni temsilen Fenar Patrikhanesi’nden, kat-i alaka ve fekk-i irtibat eylediğimizi…”
Günümüz Türkçesiyle şunu söylüyor: Papa Eftim Efendi ve arkadaşları, Fener’le olan ilişkiyi kesin olarak koparıyor ve bağlantıyı kesiyor.
Bu tamamen yanlış ve Türk toplumu bile isteye aldatılıyor. Daha önceki yazılarımızda da anlattığımız üzere Eftim’in bahsi geçen dönemde Fener’le ilişkisi kesilmedi. Yine birkaç defa yayımladığımız şu haberi hatırlayalım:

Cumhuriyet’ten sonra Eftim’in gazetelere verdiği beyanlarda savunduğu düşünce şudur: Türk Ortodoks Kilisesi yine bağımsızdır ama gelenek ve itikat yönünden Fener’e bağlıdır.

Soruyoruz: Kaç tane Eftim var? Resmen bildiğimiz üç tane var ama Eftim’in hayatı boyunca kaç kişi olduğunu saymak görünen o ki zordur.
Bu tür önem atfedilen, çalışmalarda “meşhur beyanname” denilen bir şeyin aslı korunmalıdır. Ümit Doğan bu beyannamenin 1 Nisan 1918’de yayımlandığını bile yazıyor ama biz bunu bu şartlarda kötü bir 1 Nisan şakası kabul edebiliyoruz.
Belge, fotoğraf bulup çıkarmak çok mu zordur?
Oysa Yunanlılar -ki onlar da devşirme olduğunu söyledikleri Eftim’i sevmezler- Eftim’in 2 yaşındaki fotoğrafını bile yayımladı:

Burada tarihçilerimize, araştırmacı-yazarlarımıza güzel bir tavsiyede bulunayım: Fotoğrafta gördüğünüz silahlı kişi, Eftim’in akrabaları arasındadır. Eğer Atatürk’ün “O olmasaydı, Anadolu’da Hristiyan Türk kalmazdı.” şeklinde bir söz söylediğini de kurgularsanız Eftim’den öncesini doldurmuş olursunuz.
Böylece akademik puanlarınız, kitap satışlarınız artar. Bize de bir başka sözde kahramanı ifşa etme fırsatı verirsiniz.
Papa Eftim, İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları kitabının ön sözünde “Ben Atatürk’ten emir almadım, daha önce mücadeleye atıldım.” iddiasındadır.
Yayımlanmış beyanname ve genelgeleri olmasına rağmen 1918’de de bir beyanname yayımladığını uydurması tam olarak bunu ispat etme çabasına dayanır.
Yine de 1918 öncesini fazlasıyla ihmal eder. Sıradan bir vatandaştır. Manifaturacılık yapar. Allah’tan “Vatan ve Hürriyet’ten önce ben Ortodoks ve Hürriyet Cemiyeti kurdum.” dememiştir. Tam da cihan harbinin çıktığı bir zamanda papaz oluverir. Askerlikten yırtar. Atatürk’ten öncesi budur.
Uçuk iddialarından ötürü kendisi için “Paralel Mustafa Kemal” diyebiliriz.
Genelgeler, tutuklamalar, tutuklama emrini yerine getirmeyenler, yaverler… Mustafa Kemal’i aynen kopyalayıp “Benden ondan önce başladım.” demek, Kemalizm’e değil de Eftimizm’e işaret ediyor.

Evet, bir de Eftimizm’in mesihinin tutuklanma hikâyesi vardır. Bunu da kısaca anlatalım.
Papa Eftim, Teoman Ergene’ye dönüştüğü kitabında Fener’in, devrin sadrazamına başvurup kendisini tutuklatarak patrikhaneye teslim edilmesini istediğini anlatıyor. Keskin Kaymakamı Avni Bey, Eftim hakkındaki tutuklama kararını bir yolunu bulup uygulamıyor.
Geriye bir tek Kazım Paşa’nın gelip karşısında selam durması kalıyor!
Avni Bey nasıl bir çare buldu? Bilmiyoruz.
Ancak 1953 yılına geldiğimizde, Eftim’e bir vahiy inmiş olmalı ki tutuklama olayına güncelleme geliyor.
Mustafa Emil Elöve, “Türkiye’de Din İmtiyazları” başlıklı çalışmasında Papa Eftim’le bir mülakat yaptı. Elöve, bizzat Eftim’in kendisinin anlattığını dipnot düşerek şu bilgileri veriyor:
“…O sırada Ankara’da Vali Muhittin Paşa vardı. Bu bana tebliğ edilmekle beraber o sırada doğan milli mücadele hareketine yardım ettiğimizden dolayı infazı nazara alınmadı.”
1951’de yazdığını, 1953’te bozuyor. Yetmiyor, bir de Elöve’ye verdiği bilgiye göre 60 bin kişinin kendi cemaatine bağlı olduğunu iddia ediyor. Bu da yetmiyor, bunun 35 bininin anasıl Türk olduğunu iddia ediyor.
1940’larda “Cemaatimi mübadeleyle gönderdiniz, Venizelos’a uydunuz.” diye şikâyet ettiği dilekçeyi tekrar yayımlayalım:

Bu adamın cemaati Yunanistan’a tatil yapmaya mı gitti?
Cemaatinden olup kalabilenler 1953’e kadar nasıl bir doğum oranına sahipti?
Kendisini alkışlamak gerekiyor çünkü menfaatini günlük, aylık, yıllık değiştirebiliyor ve gününe göre her tür kurguyu ortaya atabiliyor. Eftim’in kişiliğinden bir kesit de işte bu özelliğidir.
Bir başka tutuklanma hikâyesi daha anlatan Eftim, hem Ortodoksların hem de Türk devlet erkânının kendi hakkında teveccüh göstermesi nedeniyle patrikhanenin gizli yardakçıları olduklarını iddia ettiği bir grup tarafından iftiraya uğradığını belirtir.
Ve İstiklal Mahkemesi ile tanışır:
“…patrikhanenin gizli yardakçıları tarafından yapılan menfi telkinlere katılıp benimle muarızaya yeltenenler aleyhimde yaptıkları propagandalardan halkı ve hükümeti benden soğutup uzaklaştırmak yolunu tutmuşlardı. Hatta bunlardan bir grup, tertipledikleri bir isnat ile beni İstiklal Mahkemesi huzuruna suçlu olarak çıkarmak muvaffakiyetini de kazanmışlardı.”
Çok şükürler olsun ki tevkifimden (tutuklanmamdan) üç gün sonra çıkarıldığım İstiklal Mahkemesinin yüksek huzurundan beraat kararı alarak çıktım…”
Eftim, bir tertip sonucu İstiklal Mahkemesine çıkarıldığını anlatıyor ama o isnat nedir, söylemiyor. Bu durum, Pontusçu olması nedeniyle asılan amcazadesini akla getiriyor ancak net bilgi olmadığı için farazi yaklaşmıyoruz.
Bu bilginin bize gösterdiği bazı noktalar daha önemlidir:
1- Hem Pontusçuluk faaliyetlerinin getirdiği şüphe hem de amcazadesinin asılması nedeniyle Ankara, Eftim’e şüpheyle yaklaşıyor.
2- Eftim ve ailesinin mübadelede muaf tutulduğu kararda neden kendisi hakkında “Türkiye davasıyla alakadar olan”, “Türkiye davasıyla alakadar görülen (gördüğümüz)” değil de “Türkiye davasıyla alakadar görünen…” ifadesinin kullanılmasını daha iyi anlıyoruz.
3- “Anadolu’da Ortodoksluk Sadası”nın ilk sayısından yaptığımız alıntıya dönüyoruz. Açık bir biçimde Fener’le bağını kestiğini ifade eden Eftim ve arkadaşlarından bunu açıkça beyan etmelerini isteyenin Ankara olduğunu daha iyi anlıyoruz.
4- Eftim’in yayımladığı bildirilerde de anlattığı üzere kendisinin dini anlayışı, devrin iktidarına biat etmek üzerinedir. Savaşın kritik yıllarında Fener’le ne kadar gerilirse gerilsin hem İstanbul’la hem de Ankara’yla irtibatı kesmemesi, Ankara nezdinde Fener’in temsilcisi olması bunun göstergelerinden biridir. 1921 yılı savaşın belirsizliklerle dolu olduğu bir yıldır. 1922’de ise giderek yükselen zafer ihtimali, Eftim’in Fener üzerindeki baskısını da giderek artırmasını sağladı. Buna rağmen uzun süre bağını koparmadığını, sonraki yıllarda ve bu yazımızda kendi beyanlarından görüyoruz. İstanbul’un düşman işgalinden kurtulması sonrası çekilen karşılama görüntülerinde Eftim’i de görüyoruz. Konunun cahili olanlar pek bahsetmeseler de Eftim’in yanında görünen din adamı, bizzat kendisinin de aktardığı üzere Fener mensubudur. Tıpkı Eftim gibi.
Şunu da söyleyelim: Ergene müstearıyla yazdığı kitap boyunca “kara cüppeli kötü adamlar” tarzında yaptırdığı yakıştırmalara karşın kendisinin de kara cüppesiyle karşılamaya gittiğini görüyoruz.
5-Adliye Vekili’nin Milli Mücadele sırasında “Le Petit Parisien”e verdiği söyleşiyi önceki yazılarımızda aktardık. Özetle şunları söylüyordu: Eftim yetkisini aşan işlere karışıyor, papazlar atıyor. Hükümet, Eftim’i kendi politikaları konusunda uyarıyor; dahası, kilise kurmak gibi bir politikalarının olmadığını, bunların dedikodulardan ibaret olduğunu anlatıyor. Böylece Ankara’nın kilise kurdurduğu yalanı çürüyor. Adliye Vekili de Eftim’in kilise için başvurması durumunda gündeme alacaklarını anlatıyor.
6- Son bir nokta da yine hatırlatmadır. Ne diyordu Adliye Vekili Seyyid Bey 1923 yılındaki TBMM oturumunda: “Papa Eftim, hükümetin bir adamı değildir. Kendilerinin (Fener’in) adamıdır. Maaşla muvazzaf adamıdır.”
Şimdiye kadar kimsenin Ergene’nin kim olduğunu sormaması ya da torunlarının bu bilgiyi yıllarca gizlemesi kadar tuhaf olan bir nokta da kitapta yazdığı şeylerin birçok kişi tarafından sorgulanmamasıdır.
Eftim’e isnat edilen suç neydi? Bilmiyoruz. Patrikhanenin yardakçıları kimlerdi? Fener Rumlarından başka kimleri suçladı? Bilmiyoruz. Mahkemede neler soruldu? Bilmiyoruz. Nasıl serbest kaldı? Bilmiyoruz. En önemlisi de Eftim bunları neden yazmadı? Önemsiz gördüğü için mi? Ciddi bir şekilde sorgulayan biri için önemsiz olup olmaması önemli değildir. “Unutulmak bedbahtlığına uğramış bir kahraman” olduğunu iddia eden Eftim, belge ve tarih konusunda neden bu kadar kısır bir kitap yazdı? Birinci cildi yazdığı tarihten ölümüne kadar uzunca bir süre geçmesine rağmen neden ikinci cildi yazmadı?
Yazdıklarını da yazmadıklarını da gizlediklerini de gizlemediklerini de biliyoruz, irdeliyoruz, dürüst tarihçilerin önüne koyuyoruz. Bu meseleyi ele alırlar veya almazlar, kendileri bilir. Ancak milletine karşı sorumluluk duygusu hisseden hiç kimse millete söylenen yalanlara kayıtsız kalamaz.
“İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları”nın ön sözünde bir iddia daha var. Aynen şunları yazıyor Eftim:
“Bu kitabı yazarken benden yardımlarını esirgemeyen, notlarından ve yazılarından faydalanmama müsaade eden, İstiklal Harbi’nin kahramanlarından olup ve şimdi unutulmak bedbahtlığına uğramış M. Sıfır’a alenen teşekkür ederim.”
Hem “unutulmak bedbahtlığı”ndan söz etmek hem de bu kişi her kimse birlikte müstear isimle sözde bir tarih kitabı yazmak akıl alır gibi değil. Hâl böyle iken “Sıfır” müstearını yerine uygun bulmamak da mümkün değil.
Bir yandan laik ve ulusalcı çizgide hareket edip Atatürk’e bağlı görünmesi, diğer yandan Menderes gibi dindar-muhafazakâr bir lidere yakın durması (Torunlarının “Menderes demokrasi şehididir.” diyen Namık Kemal Zeybek’in peşinde gezmesine şaşırılmaz.) ve zaman zaman Fener Kilisesi ile bağlar kurması, onun kişisel veya kurumsal çıkarlarını korumak için değişen politik ortama ve güçlünün yanında yer almaya göre pozisyon alması güçlü değil ama güvenilmez yaptığını görmezden gelmek Türk milletine, Mustafa Kemal’e ve tarihe de ihanettir.
Ancak burada bugün asıl mesele, büyük mü büyük akademisyenlerimizin ve emektar mı emektar araştırmacı yazarlarımızın popüler olmak adına birçok noktayı görmezden gelmesidir.
Milletimizin tarihi açısından en büyük talihsizliklerinden biri budur.
“Ne olacak ki?”, “Adam bir şeyler yapmış, belgesi olmasa da olur.” vb. düşüncelerle prim yapacak yerlere yönelip aynı yalanları tekrarlamak kabul edilemez. Böyle tarihçilerin, böyle yazarların yaratabileceği bir tarih yoktur. Aksine tarihi bozuyorlar, bilinci uyutuyorlar.
Ve bunu sözde milliyetçilikle, sözde Atatürkçülükle yapıyorlar.
Bu, kabul edilemez.
Bunu kabul etmediğimiz gibi Milli Mücadele başta olmak üzere tarihimiz hakkında yalan yanlış belgeler ortaya atanları, tarihi çarpıtanları, kahramanlık iddiasında bulunanları ifşa etmeye devam edeceğiz.
Demir Yolculuk, 2025 yılı boyunca kırk binden fazla okundu. Yazdığımız yazılardaki emeğin karşılığı yalnızca bu olabilirdi, bu nedenle okuyucularımıza bir teşekkür iletmek borcumuzdur.
Gerçeği yazmak görevimizdir.
Gelecek yazımızda, Eftim’in diğer iddialarını ve Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin gerçek misyonunu detaylı bir şekilde incelemeye devam edeceğiz.
Gerçeğin peşinde kalın!