Türkler Arasına Karışıp Kurtlar Gibi Uluyanlar: Cumhuriyete Karşı İhanet ve Entrikalar
Bir sabah uyanıp hayatınızın bir yalan üzerine kurulu olduğunu keşfediyorsunuz… Bunu Hayal edebiliyor musunuz? Çoğu insan için bu, kâbus gibi bir senaryodan farksızdır. Ancak gerçek şu ki doğru olduğunu zannettiğiniz pek çok şey, Kemalist ve vatansever olduğuna inandığınız insanların size oynadığı bir tiyatrodan ibaret olabilir. Suriye’deki olayları ve hüsrana uğramış insanları düşünün. Vatanseverliğin “yüce sonsuzluk” olduğunu söyleyenlerin, vatan ve millet için “çok çalışmanın” yeterli olduğu ya da özgür iradeye sahip olduğunuz fikri… Ya bunları söyleyenlerin hepsi birer yalanla sizi oyalamışsa?
Bugün, doğru bildiğiniz ve düşünce kalıplarınızı yerle bir edecek bir yolculuğa çıkacağız. Sizi, öğrendiğiniz her şeyin sorgulanabilir olduğu bir dünyaya götüreceğim. Kendinizi rahat hissetmek mi? Boş verin. Çünkü burada sizi sadece rahatsız edici sorular ve zihninizi altüst edecek cevaplar bekliyor.
Kimler hangi maskelere bürünmüş?
Kim, kiminle ne için birlikteymiş?
Gerçeklik algılarının çöküşüne hoş geldiniz!
Buyrun başlıyoruz.
Bir sonraki yazımı yazmadan önce Eftim’in yolunun kesiştiği isimleri tekrar özetleyeceğim. Bilhassa Suriye’deki gelişmelerden sonra önem kazanan dincilik meselesi nedeniyle Namık Kemal Zeybek’i yazmış, içerideki cepheye dikkat etmek gerektiğini belirtmiştim. Şimdi o cepheyi daha da sağlamlaştırmak için Eftim’in arkadaşlarını hatırlatacağım. Bir sonraki yazımda ise tarihi çarpıtan bir başka yalanı çürüteceğim.
Öncesinde şu notu düşmek istiyorum: Kişilerin etnik kökeni, mezhebi, dini veya ideolojik görüşlerini bahane ederek toplumsal düzeni bozanlar, kendi kanuna aykırı hareketlerini başkalarının zararlı görüşleriyle meşrulaştırmaya çalışanlar, Suriye ve Irak gibi ülkelerin ulus kimliklerini ve aidiyet duygularını yok ederek parçalanmasına neden oldular. Bu bakımdan Türkiye’nin kuruluş felsefesini, cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliği idrak etmenin hiç olmadığı kadar önemli olduğu noktadayız.
Türk’ün cumhuriyetine ve Mustafa Kemal’ine karşı yaratılan kini bilemek için milliyetçilik maskesi takanların, laikmiş gibi yapanların bu gerçeği iyi anlamaları gerekir.
Konumuza geçiyorum.
Prokobiyos Lazaridis, İkonium psikoposuydu. Papa Eftim’in “Teoman Ergene” mahlasıyla yarattığı kurgu tarih kitabı “İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları” kitabında ve yine “Anadolu’da Ortodoksluk Sadası”nda yayımlandığı üzere Türk Ortodoks Kilisesi’nin kurucu patriği oldu.

Daha önce yazdığım gibi Eftim’in Kayseri’ye getirdiği papazlardan Prokobiyos, Meletiyos ve Yervasiyos Türk Ortodoks olmaya pek gönüllü değillerdi. Eftim bunu kitabında kişisel meselelerden kaynaklı ihtilaf şeklinde yansıtıyor.
Zaten çok defa değindiğim gibi Eftim’in bu tip tarihi ve olayları çarpıtması yüzünden Mustafa Kemal zan altında bırakılıyor.
Örneğin, mübadele konusunda kapı kapı gezip Rum Ortodokslara “Türk’üz deyin, kalın.” demesine rağmen ne Ankara ne de Ortodokslar bu çağrıya itibar etti.
Ne demişti Zincidereli Çalıkoğlu,
“Kapadokyalılar mübadeleye tabi tutulduğunda Eftim Efendi’nin teşvikleri ve tavsiyeleri kalplerimizde hiçbir yankı bulamadı. Bizler kendimizi Yunanlılar olarak görüyor ve binlerce yıl öncesinden gelen vicdanımızın sesine itaat ediyorduk. Zenginliklerimizi çiğnedik çünkü Eftim’in vaatlerini kabul etseydik burada kalacaktık. Ancak yerimizde kalıp barbar işgalciyle yaşamaktansa Yunanistan’da yoksul olarak özgür olmayı tercih ettik.”
Bir başka mübadil Serafim Rizos’un Eftim’den bizzat duyduğu “Maksat, Serafim Efendi, köprüyü geçelim.” sözlerini de yazmıştım.
Bunları ne için yazıyorum?
Şunun için yazıyorum: Türk Ortodoks Kilisesi’nin kurucu patriği olarak adı geçen Prokobiyos Lazaridis Efendi’nin iki defa tutuklanma olayı vardır ki “Ankara’nın menfaatlerinin bitmesi” gibi bir yalana bağlanır. Bu, ahlaksızlıktır ve hem Mustafa Kemal’e hem de Türk Milletine ihanettir.
Prokobiyos Efendi, Papa Eftim’in ihanet suçuyla yargılanarak idam edilen kuzeni gibi Pontusçu idi. İzmir Metropoliti Hrisostomas’a yakından destek verdi, Konya Ayaklanması’na karıştığı için hapsedildi.
İlginçtir, Konya Ayaklanması’nın lideri olan Delibaş Mehmet’in iddiası da güya Yunan işgaline karşı koymaktı. Ancak Ankara’yı tanımadığını ilan ediyor, Konya’da karışıklık çıkarmaktan çekinmiyordu. Bunu bir kenara not edin, Mustafa Kemal’e karşı olanların ortak özelliğidir bu.
Lazaridis asla Türk olmayı kabul etmedi.
Eftim’in yakın hemşehrisi olan Rum mübadil Papa Neofitos’un kitabından alıntıyı tekrar aktarayım:
“Üç despotlar, sürülmüşler geldiler
Hayli vakit Kayseri’de kaldılar
Papa Eftim’e de cevap verdiler
Türk Ortodoks’u olmayız deyu”
Prokobiyos ve beraberindekilerin “mış” gibi yapmalarına sebep olan şeyse Papa Eftim’in bombalarıydı. Bu konuyla ilgili detayları okumanız için yazımın bağlantısını dipnot bölümüne bırakıyorum.
Papa Eftim’in Atatürk’ün emriyle hareket ettiği iddiasının yalan olduğunu da çok defa yazdım. Bunu zaten kendi kitabının girişinde kendisi de açıkça ifade ediyor.
Atatürk ne bir kilisenin basılmasını ne de Ortodoksların kilise kurmasını değil Eftim kişisine, hiç kimseye emretmemiştir.
Tarih tam tersini söylüyor ancak Ensar Çetin’in “Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi” kitabının son kısmında da olduğu gibi başvuru veya izin belgeleri üstünden Ankara bunu yapmış gibi göstererek algılarımızla oynuyorlar.
Yukarıda da yazdığım gibi tam bu noktada Türk Devletini ve Mustafa Kemal’i, zan altında bırakıyorlar.
“Ankara’nın işi bitti, hata yaptı, Ortodoksları gönderdi.” diyorlar.
Şu birinci gerçektir: Türk Ortodoks Kilisesi’nin kurucu patriği olarak adı geçen Prokobiyos, 1923 yılında ikinci kez hem de Kayseri’de hapsedildi ve hapiste öldü.
Şu ikinci gerçektir: Daha önce de yayımladığım üzere1 Adliye Vekili bizzat Le Petit Parisien’e verdiği mülakatta Papa Eftim’in yetkisini aşan işlere kalkıştığını, Ankara’nın onu uyardığını, Ankara’nın Türk Ortodoks Kilisesi kurmak istediği şaiyalarının asılsız olduğunu ancak kilise kurmak için başvuru olursa konuyu değerlendireceklerini kayda geçirerek Ankara’nın kilise kurduğu yalanına çok önceden deşifre ederek cevap veriyor. Adliye Vekili’nin kızgınlığına şaşırmayın. Ankara’nın hapse attırdığı bir adamı şu veya bu nedenle kilisenin başına geçirip patrik yaparsanız Ankara tabii ki buna kızacaktır.
Şu üçüncü gerçektir: Papa Eftim, mübadelede Ankara’ya muhalefet etti ve Rumlara “Türk’üz deyip kalın.” diye ısrar etti. Rumlar bunu kabul etmedi, zaten küçük bir grubun Ankara’ya yazdığı telgrafa bizzat Atatürk “Anlaşma vardır.” cevabını verdi ve konu kapandı.
Devam ediyorum.
Erenerol ailesinin başta FETÖ’cü Ercan Yavuz ve diğer yazarlara anlattığı üzere dedeleri güya Sivas’ta Atatürk’le tanıştı. Sivas’ta Papa Eftim’in bulunduğuna dair hiçbir belge, kanıt ve tanık yoktur.
Zaten onlar da bu yalanın üstünde fazla tepinemediklerinden olacak, bu sefer Türk-İslam sentezi projesinin uygulayıcısı, FETÖ’nün ve Menzilcilerin yakın dostu olan Namık Kemal Zeybeğin ATA partisinde görev alan Chris Selçuk Erenerol isimli şahıs adını zikrettiği şahsın ihanetten idam edilmiş bir kişi olduğunu bile bilmeden “Dedemi Atatürk’le Keskinli Rıza tanıştırdı.” diye bir laf etti.
Tesadüf olmayacak şekilde, Papa Eftim derlemecisi yazar Ümit Doğan’ın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Keskinli Rıza’nın yine kaynak göstermeye gerek duymadan uydurma bilgilerle övüldüğünü hep birlikte görüyoruz:

Bakın, sürekli olarak Mustafa Kemal’i zan altında bırakma durumu var!
Dincilerin bir kısmı Keskinli Rıza’nın asılmasını öne sürerek “İstiklal Madalyalı adam asıldı.” edebiyatı yaparlar. Keskinli Rıza’nın yaptıklarının karşılığının asılmak olduğunu öne sürerler.
Bunun nedeni Eftim ve Karamanlılar konusunda olduğu gibi kaynaksız ya da ezber iddialardır. Doğru olanı yalanla savunmaya kalkmak, doğru olana ihanettir.
Evet, Keskinli Rıza, Şeyh Sait İsyanı’na karşı koymadığı ve karşı koymak için yeterli kuvveti varken bunu yapmadığı için hem de İstiklal Madalyalı olmasına rağmen vatana ihanetten asıldı.
Bu işin “ama”sı, “fakat”ı, “lakin”i yoktur. Görevini ihmal eden veya isyana destek veren asılır. Her asılan gibi Keskinli Rıza’yla ilgili de birçok dramatik hikâye uyduruldu. Önemi yok.
Ne Çerkes Ethem ne de Keskinli Rıza normal isimlerdir ve Mustafa Kemal’le Papa Eftim’in dost oldukları iddiası asla gerçek değildir. Olmayan bir tanışmanın nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair iddialar da elbette uydurmadan ibaret olacaktır.
Gelelim Papa Eftim’in dostu Hamdullah Suphi Tanrıöver’e.
Papa Eftim’in, Tanrıöver’in “Dağ Yolunda” kitabını tavsiye ediyordu. Kitabın kastedilen bölümü “Milliyet Düsturları” idi. Tanrıöver’in 1923’te Ankara Erkek Öğretmen Okulu’nda verilmiş bir konferansta anlattıkları bu bölümde yer alıyor.
Ve Tanrıöver burada Fener Rum Kilisesi için olumsuz ifadeler kullanıyor, Fener’in Osmanlı ve Balkanlarda yaşayan Hristiyanları Bizans hayaliyle idaresi altına almak istediğini anlatıyor. Fener’in tüm yaptıklarına karşın verilen mücadeleye dair örnek verdiği isim ise Pezi adındaki bir Bulgar papazı.
Nasıl ki Mustafa Kemal “Nutuk”ta bahsetmiyorsa ve nasıl ki Cevat Abbas Gürer’in, Salih Bozok’un, Ruşen Eşref Ünaydın’ın, Falih Rıfkı Atay’ın anılarında yer almıyorsa Tanrıöver’in anlattıklarında da Papaz Eftim kişisini bulamıyoruz.
Asıl can alıcı soru şudur: Pontusçuluk faaliyetlerini Nutuk’ta ayrıntılarıyla anlatan Mustafa Kemal, sözüm ona Eftim için “bu ülkeye bir ordu kadar hizmet ettiği” ve “Benden daha Türk’tür.” ifadesini kullandıysa böyle birine dolaylı da olsa atıfta bulunmadan geçebilir miydi?
Tarih yazdığını zanneden yazarlar, tez hazırlayan akademisyenler ki bu tezleri kabul eden üniversiteler ve bu tezler çöptür, araştırma yaptığını zanneden sözüm ona araştırmacılar; yaratılışındaki eşsizliği Türklüğünde bulan, bir milleti esaretten kurtarmış ve devlet kurmuş bir deha lidere böyle sözleri yakıştırırken hiç mi vicdanınız sızlamadı, hiç mi utanmadınız?
En yakın dostlarınızı geçtik, kendinizi bile gerçekmiş gibi anlatıp aldattığınız yalanların bir gün ortaya çıkacağını hiç mi düşünmediniz?
Tekrar Tanrıöver’e dönelim.
Tanrıöver, ABD’nin Fener’e patrik olarak atadığı Athenagoras’la Amerika’da tanıştı. Kendisine büyük bir hayranlık duydu. Öyle ki Athenagoras Fener kilisesinde göreve başladığında da onunla gizli gizli mektuplaştı. Athenagoras ona imzalı fotoğrafını gönderdi.
Ayrıca Athenagoras hakkında şu yazıyı yazıyordu:

Bu hayranlık boşa değildi.
Özel kalemi olan Mustafa Baydar’ın “Her zaman eskiyi özlerdi.” dediği Tanrıöver hem Cerrahi tarikatına mensuptu hem de dinlerarası diyalogcuların en başında geliyordu.
Komünizmi bahane ederek memlekete emperyalizmi sokanlar, o zamanlar dinlerarası tesanüt dedikleri diyalogculuğun temellerini atmayı da ihmal etmediler. Ne diyordu Tanrıöver: “…Bu vaziyete nazaran Avrupa’nın, Amerika’nın dinlerarası bir tesanüt araması ne kadar doğru bir fikirdir.”
Hamdullah Suphi, Papa Eftim’in mektup yazarak kanlı ellerini öpmek için yalvardığı, Rum azınlıkları kışkırtmak için kurulan Mavri Mira’nın kurucusu ve Milli Mücadele’nin düşmanı katil Athenagoras’ı bizzat Türk Ocaklarında ağırladı.
Atatürk’ün ısrarla kapatılmasını istediği Türk Ocaklarında!
Hamdullah Suphi, Mustafa Baydar’a Türk Ocaklarının kapatılmasıyla ilgili “Yavrum, o hiçbir zaman ikinci adam olmayı kabul etmezdi.” diyerek aslında konuyu nasıl çarpıttığını da Mustafa Kemal’e karşı nasıl sinsi bir düşmanlık yaydıklarını da bugün net şekilde görmüş oluyoruz.
Atatürk neden tek adamdır?
Çünkü Hamdullah Suphi gibilerin teslimiyetçi, gerici yobazlığı aradığını, kıyafetlerine rağmen (şimdinin kravat takan HTŞ lideri Golani gibi.) ruhlarında ve ideallerinde sarıklı ve sakallı olduklarını, çoğunun mandacı geçmişlerinden ötürü emperyalist memleketlere meyledeceğini biliyordu.
Türk Ocakları Hamdullah Suphi Tanrıöver’le İstanbul merkezli olarak 1949 yılında faaliyete geçti ve dinlerarası diyalogun kapıları da sonuna kadar açıldı. Yoksa Tanrıöver ve Atatürk arasında “ikinci adamlık” meselesini kıyaslamak bile gülünç olurdu. Mesele budur.
Artık bir tarafta Said-i Kürdi, bir tarafta Amerika’ya dayanan sözde milliyetçiler vardı.
Mustafa Kemal hayatta iken Fener’i eleştiren, tabiri caizse yerin dibine gömen Hamdullah Suphi artık Fener Kilisesi’nin sözde ekümenik patriği ile canciğerdi. Artık Fener’in Osmanlı’dan da eski olduğunu, Bizans’ın bir yadigarı olduğunu söylüyordu.
Daha neler söylemiyordu ki?
Mustafa Baydar’a Laiklik ilkesinin adını anmadan cumhuriyetin temeline saldırıyor ve “Ara sıra işitir veya okursunuz, din insanla Allah arasında bir meseledir. Yanlış ve müdafaası mümkün olmayan kaba ve kötü bir yanlış.” diyor, ne demek istediğini soran muhatabına ise cevap veremiyordu.
Yetmiyor, “Bir müessese kalplerde yıkılmadıkça yıkılmaz. Kalplerde kurulmadıkça kurulmaz.” diyor.
Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet’in ‘Laiklik’ ilkesini kalplerde yıkma çalışması yapıyordu.
“Yavrum, bizim bir de Karagümrük’te tekkemiz var.” diyerek Cerrahi olduğunu açıklıyordu. Cerrahilik ise hatrımıza inkılaplara “köpekleşme” diyen gerici şeyhi getiriyor.
İşte böyle.
Şimdi Eftim’in Athenagoras konusundaki referansının kim olduğunu, Eftim’in de kendisi için neden Tanrıöver’i referans gösterdiğini anladınız mı?
Papa Eftim, “Türk dostu bildiğimiz…” diyordu Athenagoras için. Cihan patriği olarak tanıdığını söylüyordu, mübarek ellerinden öpmeyi ve biat etmeyi, af dilenmeyi ihmal etmiyordu.

Demek ki Athenagoras Türk Ortodoks Kilisesi’ni Eftim’in istediği şartlarda tanısa ne daha sonra Eftim tarafından sözde afaroz edilecek ne de torunları ekümeniklik meselesine bugün aynı şekilde bakabilecekti.
Şunu da sormak zorundayız: Fener Kilisesi, cemaati bile olmayan Türk Ortodoks Kilisesi’ni tanırsa ne olacak? En az Fener kadar ekümeniklik sakızını çiğneyenlerin tavrı değişecek mi?
Dedelerini referans alıyoruz. Cevabı biliyoruz.
Kendilerinin eylemleri de bizi doğruluyor.
Nerede bir dinci varsa onunla beraber geziyorlar.
Namık Kemal Zeybek, Muammer Karabulut gibiler işin maskeli tarafında yer alıyorlar. Biri Türkiye’nin Talabanisi gibi bir oraya bir buraya dönüyor. Bir gün gelir Menzil’i över, bir gün gelir FETÖ’yü över. Gün gelir Özal’ın bakanlığını yapar ve MHP’nin ömrünü tamamladığını söyler. Başka bir gün tekrar MHP’ye katılır ve bir başka gün tekrar ayrılır. DP’li olup gider Adnan Menderes’e demokrasi şehidi der. BBP’ye katılır. Pensilvanya’da başköşeye oturtulur. Kandil duası dinleyince höykürerek aşka geldiği ruh hâlinden TV’lerde şaman kıyafetleriyle boy gösterdiği ruh hâline bürünür.
Ardından çıkıp ATA Partisi diye bir parti kurar. Dediğimiz gibi, Atatürkçülükten ATA değil, gençler ciddiye alıp yanaşmadıklarından ATA Parti.
Ciddiye alan tek genç ise maalesef ciddiye alınacak bir tarafı olmayan fakat her fırsatta Eftim’in torunu olama gayreti gösteren şahıs kendisine yakışan bir sıfatla Chris Selçuk Erenerol oluveriyor. Ne olduğu belirsiz “Çağdaş Devlet İşleri Başkanı” oluyor. Kim bilir, belki de şaman ayinlerinde birlikte çağdaşlık ilhamları alıyorlardır. Belki Zeybek’in Türk istihbaratının başı olduğunu sandığı Hz. Hızır’la Suriye’yi tartışıyorlardır.
Duruma göre cıvadan daha hızlı şekil alanlarda çağdaşlık böyle oluyor demek ki.
Diğer yanda ise nam-ı diğer “Blackbird” var.
Muammer Karabulut Akit’te yazdı. Dostum, dediği Dilipak’la olan ilişkisi için köşesinde yaptığı açıklamayı yazmıştım. Çevresindeki Kemalistlere üstten bakıyor, güya küresel güçlere karşı Dilipak’la mücadele ediyordu. Demek ki Dilipak’ın Atatürk’ün annesine ettiği ahlaksızca iftiralar önemli değildi veya kendisinin midesi de gönlü de hayli genişti.
Demek ki Dilipak’la bir araya geldikleri ve sözüm ona teknolojinin 5G’sine savaş açtıkları, türlü komplo teorileri uydurdukları bir platform olan 5G Virus News isimli platform da bir müddet yazan ve yazılarımızdan sonra başka bir platforma seken Chris Selçuk Erenerol için 5G platformu hayli bilimsel ve çok akademikti!
5G’nin ehemmiyetli insanlarından biri olan Sabahattin İsmail’i de tebrik etmek isterim. Bilmeyenlerin Kuzey Kıbrıs için yanıp tutuşuyor zannettikleri bu şahıslar, CHABAD’ın adamı, İsrail’in vatandaşı, küresel güçlerin yılmaz savunucusu Simon Aykut’u yazıp çizdiler. Güney Kıbrıs’a geçerken Rumlar tarafından tutuklandı. Rumlar, Simon Aykut’un sattığı mülkleri kendilerinin saydıkları için tutukladılar.
Şimdi bir tarafta Rum pasaportu olup Güney Kıbrıs’ta eğlenmeye gidip gelen Sabahattin İsmail var, öteki tarafta Rum tarafına geçtiği gibi tutuklanan ve durumu umutsuz görünen Simon Aykut var.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde çevirdikleri dolaplar ortada duran bu şahıslar nerede durduklarını, KKTC’de neye neden olduklarını, getirisinin ne olacağını hesap edemiyorlar ama lafta küresel güçleri çözüyorlar!
Şimdi şunu söylemek gerekiyor: Ya Güney Kıbrıs küresel güçlere kafa tutabilecek kadar güçlü ya da Sabahattin İsmail, Rum tarafına gidip gelmekteki rahatlığını TMT’li mücahitleri Rumlara ihbar etmesine borçlu.
Muammer Karabulut’un Kıbrıs’ta çevirdiği işleri, “Pandemi nedeniyle gidemedim.” dediği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden deport edildiğini, muhbir Sabahattin İsmail’in Türk Ordusuna karşı eylemlerin içinde yer alıp İŞGALCİ diyen geçmişini yazdım.
Tanrıöver’den sonra, yönetiminde Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol’un da olduğu ve Türkiye’de “Dinlerarası Diyalog” toplantısını yapan Noel Baba Barış Konseyi adlı sözde vakfın sözde barış köyü projesini de yazdım. Mühürlü köyün fotoğraflarını, çalıştırdıkları kaçak işçilerle ilgili tutanakları yayımladım.
Bunları neden hatırlatıyorum?
Tarihin her köşesinde yankılanan bir gerçek var: Gaflet, ihanetin habercisidir. İhanet ise yıkımı kaçınılmaz kılar. Bugün Ortadoğu’nun kan ve gözyaşıyla sulanmış topraklarına baktığınızda, bu gerçeğin ne kadar acımasız bir şekilde hüküm sürdüğünü görüyoruz. Irak, Libya, Suriye ve şimdi İran… Rejimin adı ne olursa olsun, en büyük ortak payda, ılımlı İslamcıların iktidara gelmesi ya da bu iktidar oyununa dahil edilmesi olmuştur.
Arap Baharı’nı hatırlayın. Esad’ın Suriye’deki yükselişini durdurmak için cihatçı çetelere akıtılan milyonlarca dolar ve verilen desteği. Daha düne kadar Kaddafi’nin yüzüne gülenlerin, bugün Libya’nın enkazında başkalarının suçlarını aradığını unutmayın. Esad’ın veya Kaddafi’nin yüzüne gülenlerin kameralara yaklanan o gülüşleri ister bilinçli ister rastlantısal olsun, tarihin ironik bir sembolüne dönüştü.
Emperyalizmin oyununu anlamak için Haçlı Seferleri hikâyesinden öteye geçmeliyiz. Bush’un Irak işgali öncesinde Haçlı söylemleriyle yaptığı açıklamalar tabii ki akılda kalsın ama bu yalnızca bir sonuçtu. Nedense her zaman aynı: Ulusları bölen, toprakları parçalayan şey dincilikti. İktidar uğruna cemaat ve tarikatlarla iş tutan siyasal dincilik, kendi topraklarını darülharp ilan edenlerin ihanetiyle beslenerek ulus bilincini kemiren etkisi oldu. Kendi ülkesini “darülharp” ilan eden zihniyet, bu toprakların başına gelen felaketlerin gerçek sorumlusudur.
Peki ya Mustafa Kemal’in çizdiği yola ne oldu? “Mübadele yanlıştı.”, “Laiklik hataydı.” vb. söylemlerle Mustafa Kemal devrimlerine sinsi savaş açanlarla bugün bu yoldan taviz verenlerin vatanseverlerin arasında dolaşmasına izin verilmesi mümkün mü? Unutmayın ki bu gafletin bedeli yalnızca toprak kaybı değil, aynı zamanda ulusun milli onurudur. Seneca, “Yapay olan şeyler çabucak kendi doğalarına döner,” diyor. Bugün bu söz, Orta Doğu’nun yıkılmış kentlerinin yankılarında bir kez daha doğrulanmıyor mu?
Ulusları yıkan iş birlikçiler ve siyasal islamcılar, kendi asıllarına dönecekler. Ancak bu yazıyı okuyanlar, şaşıranlar arasında olmayacak. Tarihten alınacak derslerle maskelilerin maskesini korkmadan, yılmadan düşürmek, hakikatin kendisi kadar değerlidir.
Bir sonraki yazıda, çok önemli belgelerle yalana karşı hakikatin beyannamesinde buluşacağız. O güne kadar, Mustafa Kemal’in ışığında karanlıkları delmeye devam edin.
Esen kalın!
- https://demiryolculuk.com/2024/09/29/ataturkun-ideallerine-ihanet-cicero-ve-papa-eftimin-gercek-yuzleri/ ↩︎