Türkiye’nin Karanlık Dönemi: Athenagoras’tan Eftim’e, FETÖ’den Noel Babacılara
“Vendee Savaşı’nı kendimi Katolik yaparak sonlandırdım, kendimi Müslüman yaparak Mısır’a yerleştim, kendimi ultramontanist yaparak İtalya’daki papazların gönlünü kazandım. Eğer bir Yahudi halkını yönetseydim, Süleyman Tapınağı’nı yeniden inşa ederdim.”
Napolyon
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın katıldığı belediye seçimlerinden sonra Mustafa Kemal Atatürk, Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a belediye seçimlerini kimin kazandığını sorunca Soyak “Bizim partimiz.” cevabını verdi. Ebedi Başkomutan’ın cevabı netti:
“Hayır, efendim; hiç de öyle değil! Hangi fırkanın kazandığını ben sana söyleyeyim: Kazanan idare fırkasıdır çocuk! Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler… Bunu bilesin.”1
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın katıldığı seçimlerde Atatürk’ün yansız kalmasından rahatsız olanlar vardı. Tıpkı İnönü gibi Milli Mücadele öncesinde Amerikan mandasını savunan ve ABD Başkanına “…ve çağın peygamberisiniz.” diye mektup yazan Yunus Nadi de yazdığı yazılarda çok ileri gidiyordu.
1 Haziran 1936’da İnönü’nün talimatıyla yayımlanan genelgeye göre İçişleri Bakanı, Parti Genel Sekreteri; illerin valileri, parti il başkanları; denetçiler ise hangi bölgedeyseler o bölgenin denetçileri yapıldı.
Bu adımlara göre devlet ve parti birleştiriliyordu. 1933’te Nazilerin “Parti ve Devlet Birliği Yasası” çıkardığı yasa aynen Türkiye’de uygulanmak isteniyordu.
1936’da Mustafa Kemal Atatürk, düşüncelerine ve uygulamalarına karşı olduğu CHP Genel Sekreteri Recep Peker’i görevden uzaklaştırdı.
Karşı devrimin hücumları 1938’de başladı.
İnönü, Atatürk döneminin gözde bakanları Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya’yı tasfiye ederek yerlerine Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu’nu getirdi.
İkinci Dünya Savaşı başladığı zaman Türkiye’nin tarafsız kalması ne kadar doğruysa İnönü iktidarının Nazi Almanya’sı lehine tarafsız kalması o kadar yanlıştı. Savaş boyu ABD ve İngiltere gibi ülkelerin uyarılarına karşın Boğaz’dan geçen Alman gemilerinin görmezden gelinmesi gibi işlere imza atılıyordu.
1944 yılına gelindiğinde Hitler’in savaşı kaybedeceği iyiden iyiye anlaşıldı. Yani totaliter rejimler kaybediyor, demokratik rejimler kazanıyordu. Böylece İnönü’nün kıvrak manevralar yapması gerekti.
1944’teki Nihal Atsız-Sabahattin Ali Davası’nın “Irkçılık-Turancılık Davası”na evrilmesini bu doğrultuda okumalısınız.
Atatürk’ün temsil ettiği milli iradenin demokrasi projesinin önünü kesenler, 12 Temmuz 1947’de memleketi hayalini kurdukları gibi gizli Amerikan mandası demek olan Batı’nın sandık demokrasisine teslim ettiler. Atatürk’ün uzaklaştırdığı Amerikancı veya saltanatçılara “yeni dönem” adı altında kucak açan bir iktidar ancak mandacı olabilirdi.
İkinci Dünya Savaşı sürerken Türkiye’ye parmak sallayanlar, savaş bitince kafa sallamaya başladılar.
Türkiye’den istenen onca tavizden biri ise ekümeniklikti.
1946 yılında Fener Rum Kilisesi’nin başına Patrik Maksimos vardı. Ancak o dönemin modası olduğu ve “Türkiye’de Din Oyunları” başlıklı yazımızda anlattığımız üzere Maksimos’un Batı karşıtı olmak -pardon- Komünist olmak gibi bir huyu vardı (!).
Ve demokrasi rüzgarlarının yarattığı etkiden olacak Maksimos birdenbire hastalanıverdi. Sağlık sorunları arttı, makamını terk etmek zorunda kaldı.
Demokrasi Mesihi Truman’ın çağrısına uyan havari Athenagoras, Truman’ın alnından öpüp Türkiye’ye geldi.

Maksimos’tan sonra patrik seçilen Athenagoras Türkiye vatandaşı değildi. Lozan’a aykırı olan bu durum hükümet tarafından hemen ortadan kaldırıldı. O gün iktidarda olan (Demokrat Parti) Adnan Menderes Athenagoras’ı kısa sürede Türk vatandaşı yapıverdi.
“Türkiye’de Din Oyunları” yazımızda ABD’nin Komünizm bahanesiyle tüm dünyada nasıl örgütlendiğini anlattık. Orta Çağ’da misyoner bir düşünce olarak ortaya atılan dinlerarası diyalog, her dinden dinciyi güya Komünizm karşıtlığı maskesiyle yan yana getiriyordu.
Moon tarikatına Uzak Doğu’da böyle bir görev verildiği zaman Dünya Anti Komünist Ligi de bu tarikat tarafından örgütlendi.
Moon tarikatı dinlerarası diyalog adı altında misyonerlik faaliyetini yürütedursun, Türkiye’de de Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum temsilciliğinde görev alanlardan biri FETÖ elebaşısı (“İslami terör örgütü uyduruldu, diye zırvalayan koçbaşlarından Mustafa Dönmez ve benzerleri üzülebilir!) Fetullah Gülen’di.
FETÖ ve Moon arasındaki benzerlik yıllardır anlatılır ama olan şey aslında benzerlik değildir, aynılıktır.
O dönemlerde Türkiye’de, ‘uydurduğu hikayelerle kendi sahte kahramanlık tarihini yaratmaya çalışan Papa Eftim kişisine yakınlığıyla bilinenlerden biri Hamdullah Suphi Tanrıöver’di.
Onun da Athenagoras’a yakınlığını, daha 1940’larda dinlerarası diyalog üstüne düşüncelerini, Atatürk hayattayken yerin dibine soktuğu Fener’i Atatürk’ten sonra nasıl yerin dibine soktuğunu “Türkiye’de Din Oyunları” başlıklı yazımızda anlattık.
Ve Tanrıöver’in hayranlık duyduğu Patrik Athenagoras’la Papa VI. Paul 1965’te bir araya gelerek 1054 yılında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin aldığı aforoz kararını dinlerarası diyalog kapsamında karşılıklı olarak kaldırdı.
Yeri gelmişken belirtelim: Papa VI. Paul, 3 yıl süren (1962-1965) II. Vatikan Konsili’nin öncüsüydü. Bu Konsil, dinlerarası diyalog adı altında yapılan misyonerlik faaliyetlerini de hızlandıracaktı.
Lozan’a aykırı bir şekilde vatandaş yapılarak patrikliği onaylanan Athenagoras’a, Lozan’da aldığımız mübadele kararına karşı Rumlara giderek “Türk’üz deyin, burada kalın…” diyerek muhalefet eden Papa Eftim kişisi hiç gecikmeden biat edecekti.
Atatürk döneminde gazetelere “Aforozumun kaldırılması gibi bir talebim yoktur.” kabilinden beyanatlarda bulunan Eftim kişisi, yakın arkadaşı Tanrıöver gibi Athenagoras’a hayranlık duyuyor; Cihan patriği diyerek kutsaliyet atfediyordu.
Eftim’in Athenagoras’a biadını açıklayan gazete haberine bakalım:

4 Şubat 1949 tarihli Yeni Sabah gazetesinin haber metnini de aynen aktaralım:
“Papa Eftim, Patrikten af diledi
(Papa Eftim) Athenagoras’a bir telgraf göndermiştir.
Papa Eftim, Athenagoras’a ‘Başbuyurmanımız, Ortodoks cihan patriği (ekümenik) ve papamız’ diye hitab ettikten sonra şimdiye kadar yapılan Patrik seçimlerinin Türk milletinin arzusu hilafına olduğunu belirtmekte ve kendisinin seçiminden Türk milletinin ve temsil ettiği müstakil ortodoks kilisesinin sevinç duyduğunu kaydetmektedir. Papa Eftim, telgrafını şu cümlelerle bitirmektedir:
‘Size biat etmeğe ve kilisede bundan böyle sizin kudsal adınızı anmayı dini borç bilirim. Türk Ortodoks kilisesini tanımanızı ve onu ziyaret ve takdis eylemenizi saygılarımla diler, kutsal ellerinizden öperim.’
Dün bu telgraf hakkında bir arkadaşımız papa Eftimi evinde ziyaret etmiş, Arkadaşımızın sualini papa Eftim şöyle cevaplandırmıştır.
‘- Evet cihan patriği (ekümenik) 1 nci Athenagorasa böyle bir telgraf çektim. Büyük bir Türk dostu olan Athenagoras bizim için kutsal bir varlıktır.
Ona biat etmeği Türk müstakil ortodoks kilisesi adına bir borç bilirim.
Diğer ortodoks kiliselerinin bir kısmı müstakil olduğu gibi Türk ortodoks kilisesi de müstakildir ve bu kilise kanunlara tamamiyle uygundur. Büyük Athenagorasın bizi takdis edeceği günü heyecanla bekliyoruz.’
Fener patrikhanesinin bu talebe karşı nasıl bir vaziyet alacağı ortodoks cemaati arasında merakla beklenmektedir.”
Papa Eftim’in kafa yapısını daha iyi anlayabilmek için haberlerle devam edip analizini yapmaya geçeceğiz.
14 Nisan 1949 tarihli Yeni Sabah gazetesinin haberine bakalım:


İlk sayfa haberi:
“Papa Eftim, yeni Patrikle de anlaşamıyor
Rum ortodoks patriki Athenagorasa Amerikadan yeni geldiği sırada müstakil Türk ortodoks kilisesi başpapazı Eftim kendisine müracaat etmiş ve evvelce verilmiş olan afaroz kararının ref’i ile kilisesinin tanınmasını istemişti.”
Haberin devamı:
“Papa Eftim
Patrik Athenagoras, Eftim’in bu müracaatına karşı, kendisini hususi surette patrikhaneye davet etmiş ve görüşmek istemiştir. Papa Eftim ise Athenagorasın bu davetin bu davetini; hususi mahiyette olduğu için kabul etmemiştir.
Papa Eftim kendi kilisesinin hariç memleketlerdeki gibi dini bakımdan patrikhaneye bağlı, fakat idari bakımdan ‘Türk ortodoks kilisesi’ adı altında müstakil kalmasını istemektedir.”
Durun, hemen yorumlamayın. Sabredin. Başka haberlerimiz de var.
19 Nisan 1949’a geldiğimizde Yeni Sabah gazetesinde “Athenagoras ve Türk Ortodoks Kilisesi” başlıklı bir haber daha görürüz:

Görüldüğü üzere Papa Eftim, kendisinin patrik seçileceği iddialarına karşı Athenagoras’ı ekümenik olarak tanıdıklarını açıklıyor.
Şimdi Atatürk döneminde birkaç gazete haberine bakalım.
Milliyet gazetesinin 23 Şubat 1932 tarihli haberini çok dikkatli okuyun:

“Papa Eftim Fener’le Barıştı mı?
Kiliselerin iadesi temas ile halledilecek bir meseleymiş!
Rumca Metaritmisis gazetesi Papa Eftim efendinin Fener taraftarı ile barıştığını, Patrikhaneyi Ortodoksluğun başı olarak kabul ettiğini, hatta işgal ettiği Kafatyani ve Hristos kiliselerini iadeye karar verdiğini yazıyordu.
Dün bu tahavvül hakkında Papa Eftim efendinin fikrini sorduk. Dedi ki:
– Türk ortodoks cemaatinin istinat ve takip ettiği gaye, memleketin umumi menfaatlerine hizmet etmektir. Halk fırkasının esas programındaki umdeler bizim umdelerimizdir. Fener kilisesinden ayrılması münhasıran teşkilatı itibariledir. Yoksa dini ve mezhebi bir fark yoktur. Her iki kilisenin dini ortodokstur. Ahkamı, ayinleri, merasimi birdir.
İstanbulda intişar eden Rum gazeteleri, Türk ortodokslarının Türk camiası içinde ve Türk vatandaşlığı etrafında ilan ettiği prensipleri, İstanbulda sakin ortodoksların kabul etmiş olduklarını tekrar ediyorlar. Şu halde mefkure ve gayede birleşmiş oluyoruz. (…) Kiliselerin geri verilmesi meselesine gelince, bu da ayrıca temas ile halledilecek bir meseledir.”
1 Ocak 1938 tarihli Akşam gazetesinin “Fener kilisesi ve B. Papa Eftim” başlık haberine bakalım:

Bu haberde ise Papa Eftim, Doğu Ortodoks Kilisesi’ni tamamen benimsemediğini belirtiyor. Yalnız daha sonra “oruntamak” sözcüğünü kullanması dikkat çekicidir. Athenagoras’ı ekümenik papası olarak tanıyan Eftim, bu haberde kendi kilisesinin Doğu Ortodoks Kilisesi’ni oruntadığını söylüyor.
Oruntamak, öz Türkçede temsil etmek anlamına gelir.
Eftim aynı metin içinde iki yere birden tabiri caizse selam çakmayı biliyor. Bir taraftan Fener’le ilgisi olmadığını iddia ederek Ankara’yı, diğer taraftan temsilciliğe vurgu yaparak Fener’i teskin ediyor. Daha önce kendisinin Fener’i işgal sırasında Ankara nezdinde temsilcilik belgesi aldığını yazmıştık. O belgeyi 1935’te evinin duvarında muhafaza ediyordu:

Atatürk zamanında Fener’le hiçbir bağının olmadığını ifade eden Eftim’in 1940’larda Athenagoras Türkiye’ye gelir gelmez ondan af dilemesi, onu kutsal bir şahsiyet olarak gördüğünü söylemesi, üstüne üstlük ekümenik ilan etmesi ne anlama geliyor?
Değerlendirmemizi yapmadan önce, Athenagoras’la da anlaşamayan Eftim’in tekrar Fener’e cephe aldığını görüyoruz. Onu cihan patriği ilan eden, dini önderi olarak gören Eftim istediğini alamayınca bu sefer Athenagoras’ın Türk düşmanı olduğunu hatırlayıveriyor. Milli Mücadele ile ilk atılımını yapan, 1930’larda Atatürk tarafından kenara çektirilen Eftim, Kıbrıs meselesiyle birlikte yeniden ortaya çıkıveriyor.
Buradan itibaren konunun daha iyi anlaşılması için Gustave Le Bon’un “Kitlelerin Psikolojisi” başlıklı eserindeki tespitini aktaralım: “İlk deformasyon, bulaşıcı telkinin özünü oluşturur.”
Sabit fikirli kişiler, gerçeklik algısını yitiren kitleleri oluştururlar. Bu kitleler halüsinasyon görmeye başlar. Halüsinasyon görmeye başladığı anda artık ünlü bir matematikçi ve kunduracı arasında bir fark kalmaz.
Teoman Ergene işte böyle sahneye çıktı. Kendi kendine ekümenik ilan ettiği Athenagoras onu affetseydi böylece daha önce yayımladığımız üzere siyasi nedenlerle işgal ettiğini kabul ettiği kiliseleri sağlama alacaktı. Bu olmayınca Kıbrıs meselesini fırsat bilerek tekrar sahneye çıktı.
1950’de Demokrat Parti iktidara geldi, 1951’de Teoman Ergene doğdu.
Teoman Ergene, “İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları” kitabıyla yıllarca sözde akademik çalışmalara, araştırmamacı yazarlara kaynaklık etti.
Teoman Ergene’nin deformasyonu öyle bir halüsinasyona yol açtı ki artık onun yazmadığı şeyler de uydurulmaya başlandı. Erenerol soyadının Atatürk tarafından verildiğini iddia eden de İzmir’de Atatürk’ü karşılamaya gitmediği halde bir belgeselin kesilmiş görüntülerini Papa Eftim’e mâl eden de Ankara’nın talimatıyla kilisesini kurduğunu iddia eden de ortaya çıktı.
Teoman Ergene’yle birlikte Athenagoras’a biat ettiği günleri geride bırakan Eftim, bakın bu sefer Athenagoras’ı nasıl afaroz ediyor:

Bugüne kadarki yazılarımızda hepsine belgelerle cevap verdik. Ankara’nın Fener’le Eftim arasındaki meseleye dair tavrını, Adliye Vekili’nin “Papa Eftim yetkisini aşıyor, kendi kendine papaz atıyor, onu hükümetin politikası konusunda uyardık.” ve “Kilise kurmak istediğimiz haberleri yayıldı.” dediği açıklamalarını, 1923’te kendisinin hükümetin adamı olmayıp Fener’den maaş aldığının vurgulandığı TBMM tutanaklarını yayımladık.
Mezar taşına kadar yazdıkları güya Atatürk’e ait olan “Baba Eftim bu memlekete bir ordu kadar hizmet etmiştir.” şeklindeki uydurma sözü de kendisinin ve ailesinin isim değişikliği meselesini de ele alacağız.
Halüsinasyonu bitirmek için çok daha fazlasıyla devam edeceğiz.
Şimdi sıklıkla vurguladığımız “Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir.” sözünü hatırlatarak devam edeceğiz.
Eftim’in başlattığı deformasyonun devam etmesi, halüsinasyonun sürmesi için çok önemliydi. Onun bıraktığı yerden devam eden çocukları ve torunları, adeta hipnoz halindeki kitlelere telkinde bulunmaya devam ederek Eftim efsanesi üstünden gerçeklik algısına zarar verdiler.
Ne var ki Türk milleti dünya tarihinin dünü, bugünü ve yarını için en büyük gerçektir. Onun da yıkılması mümkün değildir.
Dinlerarası diyalog FETÖ’ye mâl edilse de bu misyonerlik projesini sürdüren koçbaşları vardır. Hamdullah Suphi Tanrıöver’i kamuoyuna sorarsanız Atatürkçü ve Türkçü… Hangi Atatürkçü, hangi Türkçü Athenagoras’ı ululamıştır?
Hangi Atatürkçü, hangi Türkçü bir Perinçek’le, bir Dilipak’la gezen ve Türkiye’nin önündeki engelin Atatürk ilkeleri ve laiklik olduğunu söyleyen Dugin’in gözüne girmeye çalışmıştır?
Hangi Atatürkçü, hangi Türkçü dinlerarası diyalogçularla vakıf kurmuştur?
Aranızda ilk dinlerarası diyalog etkinliğini düzenlemekle övünen biri var mı?
Önceki yazılarımızda yayımladığımız ve kendi kaynaklarından aldığımız görsellere tekrar bakın:

Şurası bir gerçektir: Var olmak için Athenagoras’ı ekümenik olarak tanıyan bir adamın torunları da var olmak için aynı yolu takip edecektir. Bir gün Perinçek’in kanalına çıkan, ertesi gün Türkçülerin dergisine yazan bir zihniyetin tek gayesi şahsi olarak var olabilmektir.
Oysa “Her yerde olan, hiçbir yerde değildir.”
Türkiye’nin Karanlık Dönemi!
Adnan Menderesin Türk vatandaşı yaptığı Athenagoras’tan Eftim’e FETÖ’den Noel Babacılara dinler arası dialog maskesi bir bir düşecek ve her şey daha aydınlık olacaktır!
Başa çıkılamayacak tek Fener, Fenerbahçe’dir. Koçbaşları, tasmalarından kazığına bağlı oldukları ve terör örgütü olduğunu kabul etmediklerini itiraf ettikleri2 FETÖ’nün yediği tokattan dolayı bunu iyi bilirler. Rumların Fener’i için Türk milletinin refleksi her daim sağlamdır. Bunun için de gidip Türkiye’yi Rusya’ya şikayet eden şaklabanlara veya kendi kendine tarih kurgulayıp konfor alanı yaratan hipnozculara ihtiyaç yoktur.
Kardinallere, papazlara, koçbaşlarına duyurulur.
Bir sonraki yazımıza kadar esen kalın!
- Serbest Cumhuriyet Fırka, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Fethi Okyar’a kurduruldu. Partinin genel sekreteri ise Nuri Conker’di. Çetin Yetkin, çok partili demokratik hayata geçiş için yakın arkadaşlarını görevlendiren Mustafa Kemal Atatürk’ün bu girişimine İnönü’nün muhalif olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bknz. Çetin Yetkin, “Karşıdevrim” Kilit Yayınları. ↩︎
- https://www.5gvirusnews.com/yazarlar/cianin-gladyosu-nasil-calisir-2-h1488.html ↩︎