Mustafa Kemal’in Adını Kullanan Sahte Kahraman: Papa Eftim’in Gizli Ajandası
Devletlerin çöküş süreçlerinde yozlaşma ve ahlaki çöküntü önce din adamlarına ve bürokrasiye bulaşır. Sonrasında ise fırsat kollayan kişilere ve nihayet toplumun büyük kısmına yayılır.
Bu ahlaksız ve erdemsizlik hastalığını gizlemenin en geçerli yöntemi ise dinsel ve ideolojik imajlar yaratmaktır.
Bu hastalıklı durum Osmanlı döneminin çöküşünden sonra gelen Milli Mücadele’ye de yansımıştır.
Yozlaşmış ve ahlaki çöküntü içindeki bu şahsiyetler tamamen uydurdukları hikayelerle kendilerinin “Milli mücadelede çok önemli görevler” yaptıklarını anlatarak imajlarını yenilemeye girişmiş olsalar da tarihi gerçekler Türk milletine ve Mustafa Kemal’in eşsiz zaferine ihanet etmeyecek kadar ahlaklı ve vicdanlıdır.
Mustafa Kemal’in yanında yer aldığı gibi görünen ve topluma kendisini kahraman gibi yediren ama geri planda para karşılığı İngilizlere muhbirlik yapan birçok ünlü vardır ve sonları maalesef hazin olmuştur.
Konumuz dinsel kıyafetler giyen ya da milletvekili kimliği taşıyan casuslar değil ama ahlaki ve kültürel çöküşten sonra gelen ve milli mücadelenin zaferiyle sonuçlanan yeni dönem için kendisini istediği gibi konumlandırmaya çalışan Papa Eftim kişisinin de tarihin ahlak ve vicdan dolu gerçeklerinden kurtulamadığını görüyoruz.
Dedelerinin olmayan kahramanlığını anlata anlata bitiremeyen Sevgi Erenerol ve Türk İslam sentezi projesinin uygulayıcısı Namık Kemal Zeybek ve Türk Ortodoks Kilisesi’nin Basın Sözcüsü olduğu anlaşılan Chris Selçuk Erenerol isimli şahsın da gerçekleri öğrenip konuşmalarını düzelterek Mustafa Kemal’in adına ve anılarına düşürülen gölgeyi kaldırmaları için büyük fırsat olacaktır bu yazılar.
Teoman Ergene müstear isimiyle yazdığı kitabı sayesinde kendi kurguladığı tarihin sanal kahramanı olan Papa Eftim de benzer imaj çalışmalarından asla geri durmadığı gibi her fırsatta Fener Kilisesi’ne akıl almaz sözlerle bağlılığını bildiriyor ve affedilmek için yalvarıyordu.
“Başbuyurmanımız ve papamız Birinci Athenagoras, Ortodoks Cihan Patriği (ekümenik!)
Ortodoks Merkez Kilisesi’ni temsil eden Umum Ortodoks cemaat ve kiliselerinin Milli Savaş sıralarında (Yunan mı Türk mü!) kaçınılmaz ihtiyaç bilerek aciz şahsıma teslim ve emanet ettikleri Merkez Ortodoks Kilisesi’nin vasi yetkisine dayanarak kurulan kilisemiz (Mustafa Kemal’in emri ile kurulmuştu hani!)
…sizin kutsal şahsınızın namına aynı zamanda benimsediği Merkez Ortodoks Kilisesi yetkisinden feragat ederek size biat etmeyi ve kilisede bundan sonra sizin kutsal adınızı anmayı borç bilir.
…Türkiye’de kurulan ve vatanın kanunlarına tamamen uygun olan Müstakil Türk Ortodoks Kilisesi’ni tanımanızı ve ziyaret ederek onu tanımanızı ve takdis eylemenizi derin saygı ile diler, kutsal ellerinizden öperim.” diyor.
Lozan Antlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre sıradan bir kilise olan Fener Kilisesi’nde görev yapan köy papazından farksız Başpapaz Athenagoras’a telgraf yazarak yalvaran kişi de şimdilerde “Patrik” iddiası ve yakıştırmasıyla ve Papa Eftim olarak tanınan, aslında sıradan bir başpapaz 1.Eftim adını kullanıyor.
Tıpkı Mustafa Kemal’in adını ve kendisini Milli Mücadele’nin zaferini kullandıkları gibi. Çocukları ve torunları dahil “Müstakil Türk Ortodoks Kilise”sinin Mustafa Kemal’in emriyle kurulduğunu” söyleyecek kadar küstahça bir yakıştırmayla kendilerine paye çıkartmaktan hiç çekinmediler ve çekinmiyorlar.
Bu kilisenin kurulmasının altında yatan nedenlerin bir çıkar ve maddi güç çatışmasından doğduğu tüm belgeleriyle ortada dururken araştırmacılar dahil milliyetçilerin de bu uydurmaların aslını arkasını neden araştırmadan Başpapaz Eftim’in arkasında saf tutması anlaşılmaz gibi görünse de işin aslı çok net: Siyasi çıkar sağlamak adına Mustafa Kemal’i eleştirmek, devrimlere hakaret etmek için iyi ve güvenli bir kapı olarak görülüyor olması.
Türklüğe ve Mustafa Kemal’e kinlerini diri tutmak isteyen ve hakaretler yağdıran ırkçı Rumlar bile 80 yıldır bu kapıyı kullanıyor.
Başpapaz Eftim’in kendisini “Milli Mücadele kahramanı” olarak anlattığı ve “Teoman Ergene” adıyla yayımladığı kitabı kaynak olarak alan araştırmacılar da bu yazarın kim olduğunu ve belgelerin gerçek olup olmadığını araştırma gereği bile duymadıkları için Papaz Teoman Ergene’nin yazdığı belgesiz, asılsız illegal tarihi legalleştirmişlerdir. Maddi çıkar için kitap müsvettesi yazan ve kendilerini araştırmacı, tarihçi vb. şekilde tanıtmaya çalışan sokak destancılarının adını yazarak bu sayfayı kirletmeye gerek yok.
Milliyetçi cenah ise Eftim’in mezar taşına çocukları tarafından yazdırılan “Papa Eftim bu ülkeye bir ordu kadar hizmet etmiştir.” sözünü güya Mustafa Kemal söylemiş gibi başta Sevgi Erenerol olmak üzere torunları tarafından da her alanda propaganda edilen asılsız ve koca bir yalana sarılarak kör uçuşu yapmaktadır.
Papa Eftim kişisi soyadı kanunundan sonra, kendisini çok kurnaz ve zeki gördüğü için olsa gerek -ki kendi yazdığı kitabında kendisinden zeki ve kahraman diye söz eder- “Zeki” adını almış ama mezar taşı dahil hiçbir yerde bu adı kullanmamıştır.
Bu Başpapaz, Türklüğü ile övüne övüne azizler katına çıkmış olmasına rağmen neden Rum mezarlığındaki mezar taşında “Ne Mutlu Türküm diyene!” diye yazmadılar da “Bir ordu kadar hizmet etmiştir.” şeklinde yalan ve uydurma bir söz yazdılar, diye soran bir tek Kemalist milliyetçi de göremezsiniz!
Şişli Rum Mezarlığının hemen girişinde bulunan bu mezarlığın taşında Mustafa Kemal imzasıyla yazılmış olan bu uydurma yazıyı okuyan tüm ırkçı Rumların Mustafa Kemal’e hakaretler edebildiğini, Türklüğe karşı olan kinlerini diri tuttuklarını göremeyecek kadar kör olmuş ve benliğinizi yitirmişsiniz!
Siyasal milliyetçiler ve kendisini Kemalist olarak tanımlayanlar bu yazıları okuyorlar ve şaşkınlıklarını dile getiriyorlar ancak toplumda oluşturdukları imajlarını korumak adına isimlerinin zikredilmesini istemeyerek kendilerini şimdilik gizliyorlar.
Eeee, ne demişler: Susuzluk hiçbir şey, imaj her şey!
İmaj için sıkı bir çalışma yapan Başpapaz I. Eftim’in neler yaptığını kendi belgeleri ve sözleriyle öğrenmeye hazır mısınız?
Anlatalım öyleyse…
Başlıyoruz.
23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. 28 Nisan 1928’de Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Meclis’e bir kanun tasarısı sundu. Sunduğu tasarı “Men-i Müskirat Kanunu”na aitti. Ali Şükrü Bey gerek dini hükümleri gerekse ABD’yi örnek göstererek içkinin yasaklanmasını istiyordu.
İlk Meclis’in en önemli sorunuydu: Mustafa Kemal’e muhalif olanlar ve TBMM’de güç kazanmak isteyenler, mebuslar arasındaki sarıklıların fazlalığını da fırsat bilerek dini öne sürüyorlardı. İstedikleri bir kanuna muhalefet edilirse veya istemedikleri bir kanun önlerine gelirse ellerindeki “kafirlik” damgası hazırdı.
Böylece alkolü yasaklayan kanun kabul edildi. Yasak, 1920’den 1926’ya kadar sürdü.
Alkol yasağıyla alkol içilmesi engellenemeyeceğine göre kaçak rakı yapımı başladı. Oğuz Akay’ın “Atatürk’ün Sofrasında” kitabında Ruşen Eşref Ünaydın’dan aktardığına göre, “O zaman gizlice çekilen rakıların sözde en iyileri Keskin’den getirilirdi, hem de gaz tenekeleri içinde…”
Keskin’de kaçak rakıyı yapıp gaz tenekeleri içinde satan kim miydi?
Papa Eftim!
Said Arif Terzioğlu’nun “Atatürk’ün Ahmet Çavuş’u” isimli kitabında Ahmet Çavuş’un bu konudaki bir anısını okuyoruz:
“Rakı yasaktı ama şimdi İstanbul’da bulunan, o devirde Keskin’de papaz olan Papa Eftim’den Ankara’da büyüklere rakı temin edilirdi.
Öğrendiğimize göre, papaz kilisede rakı çeker, sonra da adamları ile gaz tenekelerine doldurduğu rakıları katır sırtında Ankara’ya gönderirdi.
O zaman bu rakının okkası 10 liraya satılırdı. Günahı boynuna, o devrin polis müdürlerinden Dilaver Bey’in aracılığıyla Papaz Eftim’in imal ettirdiği rakı devrin ileri gelenlerine dağıtılırdı.”


Kanunun delinmesi veya Ankara’daki büyüklere gönderilirdi, ifadesi birçoklarına normal gelebilir. Öyle bir devirdeyiz ki kanunun da adı kaldığından bunun önemli bir olay olmadığı düşünülebilir. Öyleyse Ünaydın’dan devam edelim:
“Ahmet Muhtar Bey’in evinde bir davette yakın misafirlerine hem keskin hem yumuşak çelik ve kadife karışık yarı şehla bakışlarla bir de küçük teslimiyet bayrağı misillu bir an havada tuttuğu beyaz mavi dolu kadehine bakıp söylemeyi adet edinmiş olduğum üzere ‘prozit’ arkadaşlar derken Muhtar Bey’e ve iki üç mebus davetlisine, ‘Sizler içemezsiniz fakat ben içebilirim. Çünkü Men-i Müskirat Kanununa rey verdiniz. Ben içebilirim efendiler, çünkü ben bu kanuna rey vermedim; bir, kanuna saygı gösteriyorum, alenen ve resmen içmiyorum; iki, sadece sizlerin hususi evinizde, sizin ikramınıza cevap olarak içiyorum.”
Hem kanuna oy verip hem de gizlice içmeye devam eden bu mebuslara okkası 10 liradan rakı satan bir papaz… Üstelik hatırlatalım: O dönem, hâlâ Fener’in papazıdır.
Devam edelim.
Askerlikten muaf olmak için ruhban sınıfına katılan Papa Eftim’in kilise papazı olması, Keskin papazı olan Panayotis Papadopulos’un cerrahi bir müdahale için İstanbul’a gitmesinin ardından onun yerine geçmesiyle oldu. Bu süreçte Rum mektebinde yöneticilik yapan kuzeni Pandelis Karahisaridis’in de yardımını aldı.
Papadopulos geri döndüğü zaman yerini geri almak istediyse de Papa Eftim buna müsaade etmedi. Keskin cemaatinin yaşlıları ve kilisenin mütevelli heyeti Eftim’i cemaatin fonlarını zimmetine geçirmekle suçladı. Yaşlılar, Eftim’in karşısındaydı ancak cemaatin önemli bir bölümü Eftim’i destekliyordu.
Neden?
Çünkü bunun iki sebebi vardı:
1- Eftim her zaman kendini Ankara’ya yakın gösteriyor ve işgal yıllarında Fener Kilisesi’nin faaliyetlerinin Anadolu’daki Ortodokslar arasındaki tedirginliği artırdığını biliyordu. Mahallenin lideri, kurtarcısı idi.
2- Anadolu içlerine sürgün gönderilen Rumlara sıklıkla sahip çıkıyordu. Eleni Pavlidu ve Pipina Psaltaki’nin anlattıklarına göre sürgüne gönderilen çok sayıda Rum’a sahip çıkmıştı.
Kimdir Eleni Pavlidu?
Yunanistan’a göç eden Simavlı bir Rum’du. Anlattığına göre, Kuvayımilliye’nin eli kanlıydı ve Simavlı Türklerle Rumlar Yunan ordusuna giderek Türk çetelerinin yaklaştığını ve Simav’a girmelerini isteyen bir komisyon kurmuştu. Ancak Yunanlılar Simav’a girmediği gibi Türkler gelmiş, kendi deyimiyle Yunanlılarla iş birliği yapan Rumları Akdağmadeni’ne yollamışlardı.
İşte bu, mahallenin lideri Papa Eftim için bulunmaz bir fırsat olmuştu.
Türk Ortodoks Kilisesi’nin kuruluşuyla ilgili olarak Jean Schliclin’e verdiği söyleşide Adliye Vekili’nin neler söylediğini, kilisenin kuruluş sürecini Ankara’ya mâl etme çabalarını anlatmıştık.
Yine kendi beyanıyla Fener Kilisesi’ni ve buraya bağlı kiliseleri işgal ettiğini kendisinin de gazetelere verdiği demeçleriyle kabul ettiğini hatırlatmıştık. Önce bu gazete haberlerini hatırlayalım:


Yıl: 1932.
Yani Türk-Yunan ilişkilerinde yumuşamanın başladığı bir dönemdeyiz. Venizelos, Atatürk’e Papa Eftim konusunu açarak Rum cemaati arasında sürekli ihtilaf çıkardığını söylüyor. Eftim’in sınırdışı edilmesi söz konusu oluyor ve buna karşılık Türk hükümeti, 150’likler listesinde olup Yunanistan’a giden isimlerin sınırdışı edilmesini istiyor. Sadece Mustafa Sabri Yunanistan’ı terk edip Mısır’a gidince Papa Eftim de tamamen bir kenara çektiriliyor.
Sözüm ona bir ordu kadar hizmet etmiş bir adamın sınırdışı edilmesi mevzubahis olsun veya olmasın daha sonraları Venizelos’un anlattığına göre Atatürk’ün bizzat kendisinin Eftim’i Fener’den uzak tutacağını söylediğini biliyoruz.
Yine Venizelos, görüşmelerde edindiği izlenimi anlatırken bir ara Türk hükümetinin, Eftim’in işgal ettiği kiliseleri geri vereceğini düşündüğünü de anlatır. Sınırdışı edilme meselesinin Atina’da bulduğu yankıya ve Eftim’in verdiği cevaba bakalım:

Yine 1931 yılında Eftim’in yeniden Rum kiliselerini işgal edeceği haberi çıkınca hemen tekzip ediyor:

25 Mayıs 1931’de Papa Eftim, güya Tevfik Rüştü Aras’ın 22 Mayıs tarihli “Biz Papa Eftim’i ve ruhbanı değil, Patrikhane’yi tanıyoruz.” açıklamasını memnuniyetle karşılarken kendisine Rum çocuklarının “voyvo” diye seslendiğinden, hatta ne hikmetse aile efradının bile kendisine hakaret ettiğinden, zoraki geçindiğinden dert yanıyor:



Ve 27 Mayıs 1931 tarihli Vakit gazetesinin cevabını dikkatle okuyunuz:

Şimdi güya bir ordu kadar hizmet ettiği uydurulan Eftim’in hakkında yazılan “Arada sırada ismini ve resmini gazetelerde görmeye alıştığımız…” ve “Bir kilisenin akaretlerini istismar ettikten sonra…” ifadelerini alıp arşivinize ekleyebilirsiniz.
İnternet derlemecisi araştırmamacı yazarlar ve bilimden uzak sözde akademisyenlerin akıl tembelliğinden ötürü haberdar olmadığı birçok belgeyi yayımladık.
Yayımlamaya devam edeceğiz.
1930’lu yıllar boyunca Papa Eftim’in yeni imajını gazetelere nasıl yansıttığını gösteren bazı haberleri de verelim. Bir gün kadınların çorapsız gezmesi konusunda ne kadar geniş görüşlü olduğunu okuruz, bir gün gelir güneşin haşmetini anlatır. Torunu olan Chris Selçuk Erenerol isimli şahıs Mustafa Kemal’in kızları diye edebiyat yapadursun, dedesi Eftim çıkıp Sami inançlarına dayanarak kadınlara “kırk sözünün biri dinlenmeli” şeklinde hak tanır. Bazen de yaranmak için dünya sulhunu kadınların getireceğini iddia eder. Hele ikinci bir dünya savaşı olamayacağına dair müthiş (!) öngörüsü dillere destandır:





Esas önemli nokta ise Eftim’in kimliğindeki Rum ifadesini kaldırtmak ve çocuklarının adını Rumcadan Türkçeye çevirtmek konusunda 1930’lara kadar beklemesidir:


Bilhassa isim değişikliği konusuna Fener Kilisesi, ekümeniklik ve Papa Eftim’in ilişkilerini anlattığımız ve şok olacağınız arşiv belgelerini yayımladığımız zaman gireceğiz.
O zamana kadar yozlaşmış ahlaksızlara dikkat edin ve esen kalın!