ALFRED RÜSTEM VE PAPA EFTİM: GERÇEKLER VE YALANLAR
Milli mücadele kahramanı olmak, yalnızca bir savaşı kazanmak ya da düşmanı yenmek değildir. Bu, kendi hayatını hiçe sayarak, gözünü kırpmadan en büyük fedakârlığı yapmaktır. Bir düşünün: Sevdiğiniz her şeyden, ailenizden, dostlarınızdan, geleceğinizden, hayallerinizden vazgeçmeye hazır olabilir misiniz?
Milli Mücadele’nin gerçek kahramanları işte tam da bunu yapanlardı.
Onlar, bir ulusun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı anlarda geri çekilmeyen, korkuya teslim olmayan kişilerdi. Gözlerinde o derin kararlılık ve yüreklerinde tarifsiz, beklentisiz bir cesaretle savaşa atıldılar, çünkü biliyorlardı ki bu mücadele, yalnızca kendileri için değil, gelecek nesillerin özgürlüğü içindir.
Bu insanlar ölüme yürürken bile Türk milletinin umudu ve direnci oldular.
Ve işte tam da bu yüzden, isimleri asla unutulmaz, çünkü onlar sadece bir savaşı değil, bir ulusun onurunu, umudunu ve ruhunu kurtardılar.
Şimdi size aynı dönem yaşamış iki şahsiyetten bahsedeceğim.
Biri, kahraman olduğunu asla dile getirmedi, diğeriyse “Teoman Ergene” müstear ismiyle kendi yazdığı sahte kahramanlık hikayeleriyle kendini yüceltti.
Gerçek kahramanı bulmak size kalıyor!
Israrla saklanan uydurulmuş ve geçmişimizin geçekleriyle yüzleşmeye hazır mısınız?
Buyrun, başlıyoruz.
İlki Alfred Blinski!
Mustafa Kemal’in yanında yer aldığı için 11 Mayıs 1920’de onunla birlikte Padişah tarafından idama mahkum edilen bu adı daha önce pek duyduğunuzu sanmıyorum ama anlatınca eminim ki pek çoğunuz hatırlayacaksınız.
Alfred Blinski, Mısır kökenli Polonyalı olup Osmanlı zamanında Türkiye’nin hizmetine giren Saadettin Nihat Paşa’nın ve İngiliz bir annenin çocuğu olarak 1862’de Midilli Adası’nda dünyaya geldi. 1864’de ailesi İzmir’e yerleşti. İlk ve orta öğrenimini İzmir İngiliz Okulu’nda, liseyi Kadıköy Fransız Frerler Okulu’nda tamamlayıp Avusturya’da Leberg Siyasal Bilgiler’den mezun olduktan sonra İstanbul’a döndü.
Henüz 20 yaşında olmasına rağmen Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid hükümetinde Bulgaristan Komiserliği Fransızca Katipliği; Bulgaristan, Fransa, Yunanistan, Büyük Britanya ve Romanya’daki elçiliklerde çeşitli görevlerde bulundu. ABD’deki büyükelçilikte 2. katiplik ve maslahatgüzarlık görevindeyken 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’na gönüllü olarak katıldı ve fahri yüzbaşı yapıldı. Savaştan sonra Yunan Muharebesi Madalyası ile ödüllendirildi.
Savaştan sonra 1911’de Karadağ elçiliğine, 24 Haziran 1914’te büyükelçi olarak Washington’a atandı.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte ciddi sorunlarla baş başa kaldı. En önemli sorun, parasını ödediğimiz halde Amerikalıların Sultan Osman ve Reşadiye savaş gemilerimizi bize vermedikleri gibi bunları Yunanistan’a verme kararı almış olmalarıydı. Zırhlı gemilerin Yunanlılara verilmesini önlemek için ABD başkanıyla bile görüştü ama bu karardan vazgeçmediler.
Alfred Blinski, Sadrazam Said Halim Paşa’ya yazdığı raporda şöyle diyordu: “Yunanlılar 20 seneden beri Türkler aleyhine yaptıkları propagandalarla Amerika’da Türk aleyhtarlığı yaratıyorlar ve bunu engellemek için gazetelere makaleler yazıyorum, demeçler veriyorum. Amerikan basınında İngilizlerin ve Fransa’nın desteğiyle Müslüman Türklerin Hıristiyan Ermenileri kılıçtan geçirdiği ve Amerikan Başkanının harekete geçmesi yolunda aralıksız propaganda yapıyorlar. Amerikan basını Türk milletinin insanlık ailesine ait olmadıklarını tekrarlayarak Türk devleti ve milletimiz aleyhinde olmadık hakaretlerde bulunuyorlar.”
Alfred Blinski temsil ettiği Türk milletine yapılan hakaretleri içine sindiremiyordu ve İstanbul’dan da beklediği cevabı alamayınca bu azgın ve asılsız saldırılara karşı koymaya karar verdi.
8 Eylül 1914 günü “Evening Star” gazatesine bir açıklamada bulunarak Ermenilerin katledildiği haberlerinin koca bir yalan olduğunu; Fransa, Rusya ve İngiltere’nin geçmişte yaptıklarını hatırlatarak sözü ABD’nin Filipin işgalinde Filipin halkına uyguladığı “Water Cure” işkencelerine getirdi ve Amerika’da her gün yaşanan linç dahil yüz karası suçları hatırlatıp İngiltere’nin ve Fransa’nın ABD’yi kışkırtarak savaşa sokmak istediğini söyledi.
Bu açıklamaların yayımlanmasından sonra ABD Başkanı Wilson küplere bindi ve Büyükelçiyi istenmeyen adam ilan etmek istedi ancak Dışişleri Bakanı Bryan “Bunu yapmak Osmanlı topraklarındaki çıkarlarımızı bozar ve oradaki kapitülasyonlarımızı suya düşürür.” deyince bundan vazgeçtiler.
11 Eylül günü Dışişleri Bakanı Bryan, Büyükelçiyle görüşerek “Başkan Wilson’dan özür dilerseniz ülkemizde kalmaya devam edebilirsiniz.” deyince Alfred Blinski, “Özür dilenecek bir şey yok. Sözlerimin ardındayım ve benim görevim Osmanlı hükümetinin haklarını ve Türk milletinin onurunu korumaktır.” dedikten sonra, 15 gün içerisinde ülkenizi terk ediyorum’ dedi.
Öyle de yaptı. İstanbul’a döndü.
1915 yılında İsviçre’de yayımladığı “La Guerre Mondiale et la Question Turco-Arménienne” (Dünya Savaşı ve Türk-Ermeni Meselesi) adlı bir kitap yazarak Ermeni meselesine Osmanlı bakış açısını ve Ermenilerin siyasi kışkırtmalarla Türk milletine karşı nasıl hareket ettiklerini kısacası Ermeni meselesinin gerçek yüzünü Avrupa’ya anlatmaya çalıştı (Aynı tarihlerde ise Papa Eftim olarak tanınan Pavlos Karahisaridis, Kurtuluş Savaşı sonrasında ihanetten idama çarptırılacak olan Yunan iş birlikçisi amcazadesi ve yakınlarının kapısını aşındırarak savaşa katılmamak için papaz olmanın yollarını arıyordu.)
Blinski, Ermeni propagandalarına karşı Türk aydınları ile birlikte büyük ve etkili bir lobi oluşturdu.
Mütareke başlayınca İstanbul’a döndü ve İstanbul’da yaşayan 20 Adanalı ile buluştu. 21 Aralık 1918’de bölgenin işgaline karşı koyacak Kilikyalılar Cemiyeti’ni kurdular.
Alfred Blinski milli mücadelenin başarıya ulaşmasını, cumhuriyetin kurulmasını beklemeden “Ben bu ülkenin vatandaşıyım ve kendimi Türk olarak görüyorum.” deyip adını Ahmet Rüstem olarak değiştirdi ve bir de Müslümanlığı seçti.
Ahmet Rüstem 17 Eylül 1919 günü İstanbul’dan ayrılarak milli mücadeleye katılmak için Sivas’a gitti. 19 Eylül günü Mustafa Kemal’le buluşarak milli mücadeleye katılmak istediğini bildirdi. O gün Mustafa Kemal, Blinski’ye, “Koca diplomattan pek çok istifadeler ümit ediyoruz. Yalnız bizim çocukların bazen dili dolaşıp Alfred demeleri mahcubiyetimize neden oluyor.” diyerek katılmasını onaylamıştı.
Ahmet Rüstem o günden sonra Mustafa Kemal’in yanından ayrılmayarak Sivas Kongresine katıldı ve milli mücadeleye destek verdi.
7 dil bilen Ahmet Rüstem Bey ilk mecliste milletvekili olarak görev aldı. 1920 yılında Avrupa’ya gitti ve orada İngiliz, Fransız, ABD ve Mısır gazetelerine sürekli makaleler yazarak Mustafa Kemal’in devrimlerine ve milli mücadeleye büyük destek sağladı.
7 dil bilmesi ve diplomatlık yapmış olması nedeniyle çok fazla imkan bulabilmesi mümkün olduğu halde Türkiye’de kalıp devletten ve Mustafa Kemal’den hiçbir talepte bulunmadan Mustafa Kemal’in “vatan hizmetlerinden dolayı” ona bağladığı 150 TL maaşla 1935 yılında 73 yaşında İstanbul’da vefat ettiği güne kadar geçimini sağladı.
“Size hamam vereyim, bana Beyoğlu’nda ev verin.” türünden taleplerde bulunmadı ve mezar taşına da “Bu ülkeye bir ordu kadar hizmet etmiştir.” gibi uydurma bir söz yazdırılmadı.
Tarihte özel bir yer edinmek ve kahraman olarak anılmak böyle bir şeydir.
Gelelim kendisini ısrarla kahraman olarak tanımlayan ikinci şahsiyetimiz Papa Eftim kişisine.
“Papa Eftim bu ülkeye bir ordu kadar hizmet etmiştir.” gibi hiçbir zaman söylenmemiş yani uydurulmuş sözü Mustafa Kemal’e mâl ederek kendini hiç sıkılmadan kahraman gibi gösteren, kendi deyimiyle “kurnaz” bir papazın icraatlarını kendi sözleri ve belgeleriyle görelim.
Papa Eftim’in oğlu Aris Selçuk ERENEROL, torunu Sevgi ERENEROL ve kız torununun çocuğu olan Chris Selçuk Erenerol tarafından sık sık iddia edilen “Türk Ortodoks Kilisesi’ni Mustafa Kemal’in emriyle kurduk.” sözünün koca bir yalan olduğunu da Papa Eftim’in kendi sözleriyle ortaya dökeceğiz.
Bakın, Eftim, “Türk Ortodoks Kilisesi” olarak anılan kilisenin kuruluşunu, ne için ve nasıl kurulduğunu hayret verici sözlerle aynen şöyle anlatıyor:
“(…) Taraf-ı riyasetten bugün Umum Türk Ortodokslarının arzuları dairesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine tabi Umum Türk Ortodoksları Patrikhanesi’nin teşkil edildiği ve patrik kaymakamının intihab olunacağı (seçileceği) ve bu intihabın Ortodoksluk mezhebinin ahkam-ı şerifesine ezher-i cihet muvafık ve mutabık bulunacağı ve bununla beşinci bir Ortodoks patrikhanesi ihdas olunmayıp (kurulmayıp) on yedi asır evvel Kayseri’den İstanbul’a Roma imparatorlarının pay-ı tahtı olmak hasebiyle nakledilmiş olan riyaset-i ruhaniyenin Kayseri’ye tekraren intikalinden başka bir şey olmadığı…”
Anladınız mı, demek ki neymiş?
Roma imparatorlarının Kayseri’den İstanbul’a götürdükleri kiliseyi tekrar Kayseri’ye taşıyorlarmış!
Türk Ortodoks Kilisesi denilen kilise, yeni bir kilise değil, Fener Kilisesi’nin devamıdır.
Ve güya artık Anadolu’daki Ortodokslar Türk olarak hareket edeceklerdir.
Oysa önceki yazılarımızda gerek Serafim Rizos gerekse Zincidereli Çalıkoğlu’nun anlattıklarını aktarmıştık. Papa Eftim, Serafim’e “Maksat, Serafim Efendi, köprüyü geçelim.” diyor; Zincidereli Çalıkoğlu ise “Papa Eftim’e hiçbir zaman inanmadık. Selçuklu olarak anılmaktansa Yunanistan’da yoksul Yunanlar olmayı seçtik.” cevabını veriyordu.
Ayrıca güya patrik seçilen Prokobiyos, kilisede görev verilen Meletiyos gibi isimler de Papa Eftim’in baskısı ve bombalı tehdidiyle Zincidere Manastırı’ndaki kongreye katılıyordu.
Ağzından tek kelime doğru söz çıkmadığı gibi sürekli yalan güncelleyen zevatın tekrarlayıp durduğu “Bunlar Türk’tü”, “Atatürk ‘en büyük hatam’ dedi” gibi zırvaların ne denli boş, hadsizce ve Mustafa Kemal’e hakaret olduğunu hatırlatan gerçeklerdir bunlar.
Mustafa Kemal’in ailesine ahlaksızca iftiralarda bulunan Dilipak gibilerle kol kola girip küresel çeteye karşı mücadele ediyoruz, diye bol keseden atan maskeli yüzlerin maskesi düşmeye devam edecek.
Onlar “Belki Dilipak, Graham Fuller’le kahve içerken bizi de çağırır” ümidiyle yanıp dursunlar, biz devam edelim.
Zincidere Manastırı’nda yapılan kongre sonrasında kurulan kilise, Ankara’nın emriyle kurulmadı. Ankara Hükümeti, kurulan kiliseyi onayladı. Papa Eftim’in kendisi zaten Fener papazıydı, Fener’den maaş alıyordu ve bunu ifade eden Adliye Vekili’nin “Le Petit Parisien” gazetesinden Jean Schlicklin’e verdiği mülakattan bir bölümü aktarmadan önce TBMM’deki beyanını tekrar verelim:
Adliye Vekili, Schlicklin’e aynen şunları söylemişti:
“Papa Eftim, Türk Ortodoksları adına yetkisini aşan işlere karıştı. Hükümet onu tutumunu düzeltmeye zorladı. Mesela papazlar atamak istedi, onu kesinlikle engelledik. Hükümetin yeni patrikhaneyi kuran bir yasa önerdiği yönünde bir haber yayıldı. Bu haberin hiçbir temeli yoktur. Hükümet, bu konuda izlediği politikaya sadık kalarak ancak toplulukların kendileri tarafından düzenli ve fiili olarak kurulan bir Türk Ortodoks Kilisesi’ni tanıyabilir. Biz, işler böyle olursa memnun oluruz, ancak tekrar söylüyorum, kesinlikle bu işin organizasyonuna karışamayız.”
Hükümetin patrikhane kuracağı yönündeki haberleri yayanları bir düşünün. Açıkça görülüyor ki bu yalanı yayan da yine kurnaz bir papaz olan Eftim’di. Bu yalanın en büyük yayıcısı da yine kendi çocukları ve torunları oldu.
Önceki yazılarımızdan hatırlayalım: Papa Eftim, “Teoman Ergene” mahlasıyla yazdığı kitabında da zaten Atatürk’ten emir almadığını, Atatürk’ten bile önce mücadeleye başladığını iddia etti.
Gel gelelim bu iddiasının içi boştu çünkü 1918’den önce ne yaptığını kendisi de yazmadı. Oysa Mustafa Kemal “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni kurduğu zaman Papa Eftim ne yapıyordu, bunu bilmiyoruz. Kendisi o günleri hızlıca geçer. Ancak o günlerin bir tanığı vardır: G. Pandelidis.
Keskin’de yerel bir okulun yöneticiliğini yapan Pandelidis bir mülakatta, Papa Eftim’in yerel bir örgüt olan “Ftani o İpnos”u ve Ortodoks-Ermeni ortak beyannamesini desteklediğini anlattı.
1919’daki Theofani Yortusu’nda yaşanan bir olay da ilginçtir. “Küçük Asya Helenizminin Rasputin’i Papa Eftim’le Keskin Maden’de” isimli kitabın yazarı Fotiadis anlatıyor: “Kiliseden çıkıp suyun kutsanacağı göle doğru ilerlerken Papa Eftim kasabasının iki genç erkeğine iki bayrak verdi ve onları inananların başına geçirdi. Bayraklar açıldığında birinin Türk, diğerinin Yunan bayrağı olduğu görüldü.”
Bu tanıklık çok önemlidir.
Çünkü Papa Eftim’in ve kurduğu kilisenin özeti budur:
1- Papa Eftim, birazdan göreceğiniz üzere Fener’le olan meselesinin dini değil siyasi olduğunu açıklıyor. Milli mücadeleye Atatürk’ten önce başladığını iddia edenlerin ezel ebed mandacı olması nasıl bir garabetse memleket işgal altındayken Türk ve Yunan bayraklarını yan yana getirmek de öyle bir garabettir.
2- Yunanistan bayrağının bulunması tesadüf değildir. Papa Eftim, yukarıda alıntıladığımız tutanakta da yer aldığı gibi Fener Kilisesi’nin papazıydı. Fener’den gelen parayla hamam yaptırdı, Fener’de görevli papazlarla kilise kurdu ve birini de patrik yaptı. Fener’in maaşlı adamıydı ve kendini zorla Ankara nezdinde mümessil yani temsilci seçtirdi.
Papa Eftim’in kurduğu kilisenin bağımsız olmasıyla ilgili büyük tarihçi (!) Teoman Ergene’nin yani Papa Eftim’in kendisinin yazdığı “İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları” kitabından alıntılar yapacağız.
Şimdi daha da dikkat kesilin çünkü kilisenin Fener’den bağımsız olmasıyla ilgili okuduklarınız hep yüzeyseldi. Güya Papa Eftim “Türk’üm” diyor, Fener de ısrarla Türklüğü reddediyor ve sonra da kilise bağımsızlığını iddia ediyor gibi düşünülse de aslında Fener’in o dönemdeki iki güçlü ismi, Papa Eftim ve Damyanos Damyanidis’i karşı karşıya getirmesi vardır.
Olayları kendi anlatımıyla özetleyelim:
Papa Eftim, Fener Rum Kilisesi’ni işgal ettikten sonra güya çıkan asılsız dedikodulara meydan vermemek için kiliseyi terk etti. Beyoğlu Tarlabaşı’ndaki evine çekildi. Burada beyanname hazırlamakta iken Galata’daki Ortodoks cemaati arasında bir ihtilaf meydana geldi.
Papa Eftim’e göre Patrik Grigoryos’la Galata Ortodoks Cemaati Merkez Heyeti Başkanı Damyanos Damyanidis arasında çıkan ihtilafta Damyanidis haklıydı.
Buraya çok dikkat edin:
1- Boya tüccarı Damyanidis, militan bir kralcıydı!
2- Papa Eftim güya Fener’den bağımsızdı ama Venizelistler ve kralcılar arasında taraf oluyordu!
Papa Eftim nasıl taraf oldu?
Güya, Patrik Grigoryos’un emriyle Papa Eftim’e giden bir heyet, kendisinden Damyanidis’e karşı yardım istedi. Papa Eftim bu yardıma, “Siz Fener’siniz, ben Türk’üm” mü dedi?
Hayır, işin aslını kendisinden okuyalım:
“(…) Fakat heyet azaları, Papa Eftim’in bir türlü yakasını bırakmıyorlardı. Kendisine karşı besledikleri sevgiden güvençten bahisle gururunu okşamağa, duygularını şahlandırmağa uğraşıyorlardı.
İnanınız ki sayın okuyucularım, her biri birer çocuk gibi yalvarıyorlardı. Kati bir muvafakat cevabı almadıkça kendisinden ayrılmayacaklarını, gözlerini nemlendirerek söylüyor, ısrarında ayak diriyorlardı.”
Fener Kilisesi’nin kurduğu heyet her nasılsa Papa Eftim’e göre kendisine büyük bir sevgi ve güven besliyordu. Öyle ki Papa Teoman -çok afedersiniz- Papa Eftim’in yazdığına göre Patrik Grigoryos’un onun bu teklifi kabul etmesinden çok memnun oluyor, onu kendisine bağlamak istiyor ve üstüne de beş yüz lira gönderiyordu!
Güya Galata cemaati tarafından büyük bir hürmetle karşılanan Papa Eftim, kendisine hürmet eden (!) Damyanidis’in güven içinde kiliseyi terk etmesiyle görevini yerine getiriyor.
Ama…
İşler yine kendisine müthiş sevgi duyan Fener Kilisesi’nin bu kez Damyanidis’i Papa Eftim’e karşı kullanmasıyla değişiyor!
Papa Eftim, anlattığına göre kendisine içten bağlılık duyan Damyanidis başta olmak üzere Galata’daki Panaiya Kilisesi tarafından büyük bir sevinçle karşılandı. Cemaat onu o kadar seviyordu ki ona başpapazlık teklif etti.
Eftim bu teklifi ileri bir tarihte konuşulmak üzere erteletti.
Ve yine kendi iddiasına göre Patrik Grigoryos birdenbire ona duyulan sevgiden ötürü paniğe kapılıyor ve bu kez derhal emrindeki heyet üyelerini toplayarak “Papa Eftim’in ruhani sıfatlarına son vermek, Eftim’i Damyanidis’e ezdirmek” gibi kararlar aldırıyor.
Uzatmadan sonraki olaylara geçelim.
Damyanidis, içten bağlılık duyduğu (!) Papa Eftim’e karşı harekete geçip tekrar Galata’daki Rum cemaatinin başına geçti. Ancak bu hareketi mahkemelere taşınınca tekrar Papa Eftim’le dost oldu. Güya ondan özür diledi ve Papa Eftim’in tabiriyle iyi çocuk olan Rum militan Damiyanidis, yine onun tabiriyle Fener’den soğutuldu.
Eftim’in önce “Beni sevinçle, gösterilerle karşıladılar.” dediği, daha sonra “Bana sevgilerini gizliyorlardı.” dediği Rum cemaatinin sözde desteğiyle birlikte Papa Eftim, Türk Ortodoks Kilisesi’ni Panaiya Kilisesi’ne taşıma kararı alıyor.
Bakın, Papa Eftim’in kilisesini kurduğu bu süreçte, Atatürk’ün adına hiç rastladınız mı?
Mustafa Kemal neresinde bu işin?
Hiçbir yerinde yoktur!
Çünkü Eftim’in bizzat kendi ifadesiyle bu mücadelesi kendi şahsına aittir.
Ne var ki bilinçli olarak yaptırılan çalışmalar ve haberlerle sürekli yalanlar söylüyorlar. Mustafa Kemal’in kilise işgal ettirecek birisi gibi yansıtıldığı adi ve adli yalanlara başvuruyorlar.
Bakın, Chris Selçuk Erenerol isimli şahsın danışmanlığını yaptığı Namık Kemal Zeybek’in de etkin olduğu “Onaltıyıldız” isimli siteden bir haber ve haberin alt metni:
“Yol Açıldı…
Fener Rum Patrikhanesi, aralarında 1924’te Atatürk’ün emriyle el konulan Galata’daki Meryem Ana Kilisesi’nin de bulunduğu üç kilisenin iadesi için tarihinde ilk kez Türkiye’de yargıya başvuracak.”
Şunu da ekleyelim: Papa Eftim’in yazdığı kitapta neredeyse bir tek tarihe rastlayamazsınız. Olayları anlatır, bazı yerlerde derinlemesine iner ama kitabı alıp okursanız bırakın Atatürk’ün emrini görmeyi doğru düzgün tarih bile göremezsiniz. Ancak uydurulmuş hikayeler ve bol bol çelişki görürsünüz.
Şimdi Papa Eftim’in işgal ettiği kiliseleri geri vereceği üzerine 22 Şubat 1932 tarihli Akşam gazetesinin haberine bakalım:
24 Şubat 1932 tarihli Akşam gazetesinin haberine göre ise bu kiliselere Atatürk’ün emriyle el konulmayıp Papa Eftim bu kiliseleri işgal ettiğini ve bunun siyasi nedenlere dayandığını kabul ettiğini kendi beyanından öğreniyoruz:
Bu noktada Tevfik Rüştü Aras’ın Mart 1931 tarihli Vakit gazetesinde yayımlanan ve Türkiye’nin laik bir memleket olduğuna vurgu yaparak Papa Eftim’in veya ruhban sınıfının tanınmadığını açıkladığı beyanını okuyalım:
Ankara’nın laiklik vurgusuna karşın Papa Eftim’in sürekli gündemde kalmaya çalıştığını, tıpkı torunlarının yaptığı gibi sözde bir taraftan laikliği desteklediğini diğer taraftan siyasete bulaştığını gösteren bir belgeye daha yer verelim:
Görüldüğü üzere Papa Eftim, “Türkiye bir gün tekrar Roma İmparatorluğu’na katılacaktır” diye tehdit eden faşist Mussolini’ye güya Türkiye’ye olan muhabbetlerinden ötürü teşekkür ediyor. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, durumdan Ankara’yı haberdar ediyor.
Papa Eftim Fener’in afaroz kararı karşısında yapmasını istediği 32 sayfalık “Papa Eftim Efendi’nin Ortodoks Ahaliye Müracaatı ve Patrikhane’ye Karşı Savunması”nda topladığı birçok Ermeni ve Rum yetimi Amerikan yetimhanesine bıraktığını övünerek anlatıyor.
Amerikan yetimhanesi dediği yer Amerika’nın meşhur misyonerlik teşkilatı olan ve Osmanlı zamanlarında sağlık sektörünü kullanan ‘Amerikan Board Teşkilatı’nın Kayseri’de kurduğu Amerikan Hastanesi’dir!
Bu hastane hem yetimhane hem de esir hapishanesi olarak kullanılıyordu.
Hem Türk yurduna saldıran hem de ona güya yardım eli uzatarak misyonerlik faaliyetleri yürüten Batılı emperyalistlerin bu faaliyetlerine “Ne var canım bunda?” diyecek kadar gevşek birçok kimsenin olduğunu biliyoruz. Bu gevşeklik onlara şatafatlı köşklerde işgalcilerle iş birliği yapan yavşak tavırlı dedelerinden kalmış olabilir.
Ancak vatan evlatları vatanı savunmak konusunda bir an bile gevşeklik gösteremez. Onun görevi düşmana karşı sonuna kadar mukavemet göstermek, düşmanın her hamlesine karşı misliyle mukabele etmektir.
Tehcir sırasında da çok faal olan Amerikan misyonerlerinin sözde sahip çıktığı Ermeni yetimlerden Hınçak çıktı, ASALA çıktı.
Yine hiçbir şeyin tesadüf olmadığı noktaya geldik.
Türkiye’de ilk Dinlerarası Diyalog Etkinliği’ni gerçekleştiren, 41 ülkeyle beraber gerçekleştirildiği yalanıyla Noel Baba Barış Köyü projesi adı altında Türkiye ve KKTC vatandaşlarını dolandırdığını belgelerle ispat ettiğimiz, Türk Ortodoks Kilisesi’nin eski basın sözcüsü Sevgi Erenerol’un da üyeleri arasında bulunduğu sözde Noel Baba Barış Konseyi’nin davetlileri arasında kimler yok ki:
Daha önceki yazılarımızda Dinlerarası Diyalogun Orta Çağ’dan itibaren misyonerlik maksadına dayandığını anlattık. Nur cemaatinden adeta futbolcu transfer eder gibi Hristiyanlığa geçirilen isimleri yazdık.
Ne bunlar ne de yalan üstüne yalan yumurtlayan Noel Baba’nın cini Muammer Karabulut’un Atatürk’e iftiraları tesadüf değildir.
Türkiye’deki vatanseverlerin en büyük düşmanı, en sık karşılaştıkları ve maalesef sıklıkla da yaptıkları şeydir hamaset.
Yalanlarını hamaset rüzgarlarının önüne katarak Kemalistlerin ve kendilerini milliyetçi zanneden ülkücülerin arasında yer açmaya çalışan sahtekarları anlatmaya devam edeceğiz.
Her şeyi daha net anlatması adına Fatih Rıfkı Atay’ın “ÇANKAYA”daki sözlerini hatırlatarak bitirelim:
“Ankara’ya gidebilenler, Ankara’ya gelebilenler, orada bulunabilenler, kendilerini birer kahraman gibi görüyorlardı.”
Not: Kapak fotoğrafında “Kendimi Türk olarak hissediyorum.” diyen ve adını Ahmet Rüstem olarak değiştiren Alfred Bilinski’nin Mustafa Kemal’in yanında iken ve meclisin bahçe duvarının üstünde konuşurken çekilmiş tek kare fotoğraftan başka hiçbir görüntüsünün ya da belgenin olmadığı Papa Eftim (Pavlos Karahisaridis) yer almaktadır.
Bir sonraki yazıya kadar ve gerçeğe ulaşmak için esen kalın!