KURTULUŞ SAVAŞI’NDAN KARŞI DEVRİME: İNÖNÜ, HALİDE EDİP, PAPA EFTİM

İsmet İnönü şöyle diyordu: “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bunda yerini alır.”

İnönü’ye bu sözü söyleten ne idi biliyor musunuz?

12 Temmuz 1947’de o günün tarihi ile anılan bir beyanname yayımlamıştı. Buna göre “demokrasinin” önündeki tüm engeller kalkmıştı.

Oysaki aynı gün İnönü ABD’yle ikili anlaşma imzalamıştı ve bu anlaşmaya göre ABD bize silah yardımında bulunacak ama bu silahları kendi ulusal çıkarlarımız için kullanamayacaktık.

Daha sonraki yıllarda Kıbrıs sorunu çıkınca ABD Başkanı Johnson, İnönü’ye bir mektup yollamış ve orada aynen şu cümleleri kurmuştu: “Bizim verdiğimiz silahlara biz izin vermediğimiz sürece elinizi bile süremezsiniz.”

İşte o mektuptan sonra İnönü bu sözü etmişti.

Ne cafcaflı, ne iddialı ve milli duyguları çoşturan söz, değil mi? Bugün bile bir tarafı sıkışan siyasiler bu sözü kullanır.

Bu sözden sonra ne mi oldu?

Yeni bir dünya kurulmadı ama İnönü iktidarı karşı devrimci denilen siyasilere devretti!

İnönü 1939’dan itibaren “karşı devrim” neferlerini bir bir devlet içerisine ve siyasete soktuğu için Kurtuluş Savaşı sonrasında Mustafa Kemal’in kurduğu laik cumhuriyetin yerini de siyasal İslam aldı.

Demem o ki bizlere KAHRAMAN olarak yedirilen ve kendi çıkarlarına düşmüş insanların iddialı ve milli duyguları coşturan, gerçeklikten uzak, abartılı sözlerinin ardında milletin ocağını söndüren koskoca bir karanlık vardır.

Bu yazıda Mustafa Kemal devrimlerini sözde Kemalist görünüp topluma kahraman gibi yedirilenlerin ve Türk milletinin üstünde fütursuzca tepinenlerin saklanan gerçeklerini göreceksiniz.

Haydi bakalım, dünden bugüne başlayalım!

İlk kahramanımız: Halide Edip!

“Türk’ün Ateşle İmtihanı” kitabında Mustafa Kemal ve Türklerin kahramanca başarılarından, Kurtuluş Savaşımızın ne büyük destan olduğundan bahsettiği kitabını okumayan yok gibidir. Okuyucuya verdiği coşkunun tam tersini yaşamıştır Halide Edip. Bizler bu kadının ve eşi Adnan’ın Mustafa Kemal’e ve Kurtuluş Savaşı’nı yapanlara düşmanlığı özenle saklandığı için kendisini kahraman olarak yedirmişlerdir bizlere.

Mesela bağımsızlık savaşı kararı çıkması muhtemel olarak görülen Sivas Kongresi’ni engellemek için Mustafa Kemal’e yolladığı 10 Ağustos 1919 tarihli mektupta şöyle yazmıştı:

“Amerika’nın gizli isteği şudur: Umumi ve bir tek manda istiyorlar. Filipin gibi vahşi bir memleketi bugün kendi kendini idareye kadir, asra bir makine haline koyan Amerika, bu hususta çok işimize geliyor. Kendimizi Amerika’ya bağlanmaya mecbur görüyoruz. Macera ve kavga, savaş devri artık geçmiştir.”

Mustafa Kemal kendisine yazılan bu mektubu ve sahibini asla unutmamıştır.

Halide Edip’in Sultanahmet Meydanı’nda halkı çoşturan konuşmasının ve ardından Ankara’ya gidişinin dışında başkaca bir şey anlatılmıyor ve bilinmiyor.

Oysaki “Türk’ün Ateşle İmtihanı” kitabının orijinali “Turkish Ordeal” başlığıyla İngilizce olarak yayımlanmış ve Türkçe çevirisinde ise Mustafa Kemal’in aleyhinde yazdıkları tamamen çıkartılarak çevirilip yayınlanmıştır.

Bu kitapta “İtilaf Devletlerinin askerlerini davet ederek danslı partiler veriliyor, İtilaf ordularının askerleri elde edilmek isteniyordu. Bunun görünür neticesi birkaç evlenmeyle sonuçlandı.”

Halide Edip’in romanlarının ortak ana teması Türk kadınlarının yabancı erkeklerle evlenmesi, şayet evlenemiyorlarsa onların metresi olmalarıdır. İki tercih de olmuyorsa doğacak çocuklarına Dolly Şadiye, erkek olursa da George Halim konulmasını tavsiye eder.

Türk kadını için yazdığı aşağılama ve hakaret dolu sözleri daha fazla yazmayacağım.

Halide Edip “Harf devrimi”ni yapan Mustafa Kemal için sözüm ona eleştiriyormuş gibi görünüp “Dil devrimi Sovyetler Birliği ve Nazi Almanya’sı gibi totaliter devletlerin başvurduğu bir yöntemdir.” diyor ve Mustafa Kemal Atatürk’ü Hitler ve Stalin’e benzetiyor.

İşte bizlere yıllardır bu bozuk kişilikleri vatansever, Milli Mücadele kahramanı ve Atatürkçü (Kemalist) olarak servis ettiler.

İsmet İnönü ise “kırgınları barıştırma, dahili politikada huzur ve uzlaşma” olarak tanımladığı siyaseti uygulayarak 24 Mart 1939’da Dolmabahçe Sarayı’nda eski sadrazamlar başta olmak üzere İstiklal Mahkemelerinde yargılanıp ceza alanlar, İzmir suikastına katılanlar, kısacası Mustafa Kemal’e ve devrimlere karşı koyan kim varsa (toplamda 1700 kişi) hepsini düzenlediği yemeğe davet etmişti.

Davet edilenlerin bir çoğu -Dr.Adnan Adıvar da dahil- Türkiye’de barınamadıkları için yurtdışında yaşayan kişilerdi ve bir süre sonra bunlar birer birer bürokrasiye ve meclise girdiler.

İsmet İnönü not defterine şöyle yazmış:

“Bugün Mart 26, 1939.

Şimdiye kadar yapılan işler şunlardır: Hükümette tedrici (azar azar) tasfiye, dahili politikada huzur ve uzlaşmaya teşebbüs ettim.”

Bu dönekler şöyle bir karar almışlardı ve bunu yazmaktan da çekinmiyorlardı: “Atatürk dönemini karıştırmadan İnönü dönemini eleştirirsek tüm olumsuzluklarla birlikte Mustafa Kemal’i bizim istediğimiz karanlığa toplum kendi kafasında zaten monte edecektir.”

Böylece bu hilafetçi, mandacı, dinci tayfanın Atatürkçü maskeleri daha da sağlam şekilde yerinde duracaktı.

İsmet İnönü’nün Mustafa Kemal Atatürk’ün dönemini kimlerle kapattığını görmezden gelmek vicdana ve ahlaka sığmayacaktır.

Bazı şahsiyetlerin Kurtuluş Savaşı’nda ve sonrasında gösterdiği başarılar bahane edilerek ihanetin üstü örtülürse önce ahlakınız sonra vatanınız elinizden uçar gider.

Şimdi bu en önemli iki figürden sonra gelelim birçok insanın bilmediği ve tanımadığı ama “Bu ülkeye bir ordu kadar hizmet etmiştir.” gibi kuruluş tarihimize mal olabilecek vb. uydurma sözlerle kendisini çok önemli yerlere koyan Papa Eftim figürüne.

Yaptıklarını kendi sözlerinden okuyalım.

Papa Eftim, “Anadolu’da Ortodoks Sadası”nda Pontusçuluktan idama mahkum edilen amcaoğlunu anlatırken bağlı olduğu Fener Kilisesi’nden gelen paralara değiniyor ve aynen şunları yazıyor:

“…Benim amcazademi katleden İstiklal Mahkemesi değil bizzat patrikhanedir. Çünkü patrikhane Anadolu’ya para gönderiyordu. O miyanda bana da geldi. Lakin ben işte bir melanet sezdiğim için gelen para ile kilisenin hamamını yaptırdım.”

Bu satırların devamında Papa Eftim, amcazadesi olan Papa Yorgi’nin Pontusçuluğa devam ettiğini anlatıyor. Sonuç olarak da kuzeninin Pontusçuluktan idam edildiğini Eftim’in kendisinden öğreniyoruz.

Daha önce yayımladığımız TBMM tutanağında da belirtildiği gibi Papa Eftim, Fener’in papazıydı ve 1923’te hâlâ buradan maaş alıyordu. Dolayısıyla fesatçılık için kendisine de gönderildiğini söylediği para şahsına değil, kilise için gönderilen paradır.

Papa Eftim, Keskin’de bulunan ve kendi parasıyla yaptırmış gibi gösterdiği kilisenin hamamıyla Beyoğlu’nda kendisine ait ve yarı hissesi vakfa intikal etmiş olan evinin değiştirilmesini istiyor.

Ve 20 Şubat 1926 tarihli belgeye göre Kayseri’deki papazın bu isteği yasalar gereği reddediliyor.

Tarihe tekrar dikkat çekelim: 1926.

27 Mart 1931 tarihli Vakit gazetesinden. Eftim, Türklük hamaseti karıştırdığı dilekçelerinde “Kilisemi ver,” Hamamımı ver”, “Evimi ver”, “Oğlumu askere alma” diye diye insanları bezdirmiş olmalı.

Tamamen uydurma olan “Kilisemizi Mustafa Kemal’in emriyle kurduk, cumhuriyetin kurucu kuruluşuyuz.” gibi söylemlerle birlikte “Baba Eftim bu memlekete bir ordu kadar hizmet etmiştir.” sözünü kutsal bir şemsiye gibi kullananların iddialarının aksine Papa Eftim, Mustafa Kemal’le ne şahsi ne de siyasi olarak dost filan değildir. Aksine en başta mübadele konusunu şahsi mesele gibi göstermiş ve tuhaf şekilde karşı çıkmıştır.

22 Mart 1931 tarihli Vakit’ten.

Bir önceki yazımızda yayımladığımız, oğlu Turgut’u askerlikten sıvıştırma dilekçesindeki Papa Eftim’in şu ifadesini de hatırlayalım:

“Venizelos’un, sırf benim milli davamı çürütmek için, Anatolu Türk Hristiyanlarını, mübadele etmek istediğini ve bunu her nasılsa başardığını…”

Oysa mübadele konusunda gerçekler asla Papa Eftim’in anlattığı ve Türkiye’de karşı devrimcilerin propaganda ettiği şekilde değildir.

Bunu önceki yazılarımızda, TBMM tutanaklarına yer vererek belgelerle açıklamıştık.

“Kripto İhanet ve Kin Kardeşliği” başlıklı yazımızdan hatırlayacağınız üzere ne diyordu Lozan Konferansıyla ilgili izahat veren Trabzon mebusu Hasan Bey:

“Esasen Türkiye’de bulunan Rumların, diğer memleketlerdeki Müslümanlarla mübadelesi teklifi bidayeten, konferansın küşadından evvel kendileri tarafından gelmiştir. Biz bu teşebbüsü esas itibariyle kabul ettik. Bu mübadelei nüfus üzerinde müzakerat ilerlettik.

Fakat günün birinde Venizelos aldığı son talimat ile olacak mübadelei nüfus meselesinden sarfınazar (vazgeçilmesini) edilmesini teklif etti.”

Ve Hasan Bey sözlerinin devamında, Türk heyetinin bu konuda “fikrimizden dönemeyiz” davasıyla Venizelos’un ikinci teklifini reddettiklerini anlatıyor.

Böylece Papa Eftim’in sözlerinin boşa çıkması bir yana, Venizelos’la aynı fikirde olanın “her nasılsa” kendisi olduğunu net şekilde görüyoruz.

Yine bir önceki yazımızda Papa Eftim’in “Türk olmayız deyu” direten kimseleri bombalı tehditlerle kongreye getirdiğini, Prokobiyos’u patrik seçtirdiğini anlatmıştık.

Türklüğü kabul etmedikleri hâlde Türk Ortodoks cemaatindenmiş gibi gösterilen yalnızca Prokobiyos, Meletiyos ya da Yervasiyos değildir.

Papa Eftim Ürgüp’e geçtiği zaman Sinasos Ortodoks cemaati bir anlaşmazlık yaşanmaması için Eftim’e 300 lira vermeyi düşünür. Onunla görüşmesi için cemaatin önde gelenlerinden Serafim Rizos’u görevlendirir. Serafim Efendi, Papa Eftim’i Ürgüp’teki kilisede dinleme imkanı bulur. Eftim, cemaati Zincidere Manastırı’ndaki kongreye davet eder. Serafim Efendi, Papa Eftim’le özel olarak görüştüğü zaman “Söylediğin şeylere gerçekten inanıyor musun?” diye sorduğunda Eftim’in “Maksat, Serafim Efendi, köprüyü geçelim.” demesi amacının ne olduğunun ortaya koyulması açısından görmezden gelinemeyecek kadar çok önemlidir.

Yani köprüyü geçene kadar, öyle mi?

1922’de Türk Ortodoks Kilisesi kuran adamın 1923’te bile Fener’den maaş alıyor olmasının ne anlama geldiğini şimdi daha iyi anladınız mı?

Bu kadarla kalmıyor, devam edelim mi?

Zincidereli Çalıkoğlu’nun söyledikleri ise çok daha enteresandır.

Zincidereli Çalıkoğlu anılarını yazdığı kitabında Papa Eftim’in sözlerine hiçbir zaman inanmadıklarını söyledikten sonra Türkiye’de Selçuklu olarak anılmaktansa Yunanistan’da yoksul da olsa Yunan olarak ölmeyi tercih ettiklerini anlatıyor.

Çalıkoğlu’nun sözleri aslında başka bir gerçeği daha ortaya çıkarıyor.

O da Papa Eftim’in mübadele konusundaki muhalefetinin yalnızca yazdığı dilekçeyle sınırlı olmadığıdır.

Mustafa Kemal bir karar vermiş ve Türk devleti mübadelede karar kılmıştır! Papa Eftim ise mübadele kararı sonrası Ürgüplü Hacievthimis’in de yazdığı üzere ahaliye mübadeleden hariç tutulmak için kendilerine ısrarla “Türk Ortodoks” demelerini tavsiye etmiştir!

Baskın Oran’ın “Atatürk Milliyetçiliği Resmi İdeoloji Dışı Bir İnceleme” kitabında Papa Eftim’in söylediğini yazdığı şu söze dikkat kesilin: “Atatürk büyük adamdır ama Anadolu’nun Hristiyan Türklerini verip Yunanistan’ın ve Adalar’ın Müslüman gayrı Türklerini almıştır.”

Yıllar sonra Noel Baba’nın cini Muammer Karabulut’un “ABD’nin Derin Tarihi” başlıklı yazısında haddini fazlasıyla aşarak Atatürk’ü laiklik ve ulus olma konusunda suçladığı yazının kaynağı da işte bu sözlerdir.

Papa Eftim’den başlayıp günümüze dek Atatürkçülük ve milliyetçilik maskesiyle Mustafa Kemal’in ismini ve Kurtuluş Savaşı’nı kullanarak sahte tarih yaratıp tıpkı karşı devrimciler gibi iş çevirmeye devam ediyorlar.

Ve bu işlerin saklı kalacağını zannediyorlar!

Geçtiğimiz günlerde İzmir’de bir aile dostumuzun misafiri oldum. Lozan’da gerçekleşen mübadeleyle gelen bu insanın hayatındaki vazgeçilmez en önemli nokta kendi ifadesiyle şuydu: “Atatürk’üm, ailem, Göztepe’m”.

Mübadeleyi sorduğumda tek kelimeyle net biçimde ifade etti: “Atatürk gel, diye emir verdi. Biz de geldik!”

Papa Eftim 1918’den öncesini anlatamıyor ama bu yiğit Türk, Selanik’teki evlerinin sokağının adını bile hatırlıyor!

Ömründe Türklüğün zerresini yaşamamış ve idrak edememiş olanların zor durumda kalınca Türkçü jargonla Türklük pozları kesmelerini; Dilipak’tan Zeybek’e, Türkçü derneklerden Perinçekgillere kadar herkese sığınışlarını hayretle izliyoruz.

Ve Mustafa Kemal’in gayrı Türkleri aldığını iddia eden iftiracıların yalanlarını kemal-i şiddetle men ediyoruz!

Mustafa Kemal’in emrettiği üzere tarihi yazanlar olarak tarihi yapana sadık kalacak ve uydurma tarih yazarak tarihe ihanet eden sahtekarları hak ettikleri karanlığa mahkum edeceğiz.

Şimdi gelelim Dilipak’a.

Birçok yazımızda Abdurrahman Dilipak’la Sevgi Erenerol’un sözde Noel Baba Barış Konseyi üyeleri olduklarını, bu sözde vakfın kendi sitesinden göstermiştik. Basın sözcüsü olduğunu söyleyen Chris Selçuk Erenerol isimli şahıs da Dilipak’ın künyesinde yer aldığı “5G Virüs” isimli safsata platformunda yazıyordu.

Sözde Ayasofya kilise olmasın diye beraber hareket ettikleri Dilipak, 1995’te Mustafa Kemal’in annesine ahlaksızca iftira eden şahıstır.

Önceki yazılarımızda ABD’yi barış ödülleriyle kutsayan Muammer Karabulut’un “Haber Vakti” isimli sitede “Zıtların Birliği” yazısına neden zortların birliği dediğimizi de iyi anlayacaksınız. Orada zıt olmalarına rağmen küresel çeteye karşı birlik olduklarını çevresine üstten ifadelerle anlattığını yazıyordu.

Bakın Dilipak’ın, CIA’nın önde gelen isimlerinden Graham Fuller’le ilgili olarak 2012 tarihli “TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu”na verdiği ifadelerden biri şudur:

“Graham Fuller, İslam konusunda iş birliğini benimle rahat konuşabilir ve konuştu da.”

Sadece bu mu?

Çok daha fazlası var!

Papa Eftim’in sınır dışı edilmesi konusunu, Noel Baba’nın cinlerini, Dilipak’ın marifetlerini, hepsinin birbiriyle kesişen yollarını ve bunların asla tesadüf olmadığını anlatmaya devam edeceğiz.

O zamana kadar kahraman olarak anlatılanların kahraman olmadığını, Atatürkçü geçinenlerin Atatürkçü olmadığını, küresel çeteye karşı safsatalarla toplumu zehirleyenlerin küresel çetenin mimarlarıyla ahbaplıklarını sindirmeye bakın.

Mustafa Kemal’in Hakk’a yürüyüşünden sonra ve 1939’da kapandığı ilan edilen dönemden değil Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren ölmüş olanlardan, geride kalan torunlarına ve onların çocuklarına kadar giderek karartılan tarihimize ışık olmaya devam edeceğiz.

Sahte hikayelerle kahraman ilan edilerek üzerimizde tepinenlerin kirli yüzlerini görmeye hazır olun.

Mustafa Kemal’in emriyle kurulduğu söylenen Türk Ortodoks kilisesinin hangi gizlenen nedenle kurulduğunu merak ediyorsanız az sabredin.