Büyük Yalanlar: Papa Eftim ve Kilisede Bombalı Tehdit!

“Öyle büyük bir yalan söyle ki kimse tartışmaya bile cesaret edemesin.”

Kesin bir kanıt olmasa da bu söz genellikle Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels ile ilişkilendirilir. Ancak bu sözün Goebbels’e mi ait olduğu ya da Nazi döneminde başka bir figürden mi geldiği konusunda kesin bir kanıt yoktur.

Bu sözü Adolf Hitler’in kitabı “Mein Kampf”ta da (Kavgam) okuyoruz. Hitler, büyük yalanın etkisinden bahsediyor ve halkın büyük yalanlara küçüklerden daha kolay inandığını ileri sürüyor.

Konumuz ne Goebbels’tir ne de Hitler, konumuz kendi kilisesinde kendisini “Türk Ortodoks Patriği” ilan eden Papa Eftim’dir.

Okurken hepinizi şok edecek, sanki Mustafa Kemal söylemiş gibi ortaya atılan uydurma sözleri, Kemalist ve Türkçülük maskesiyle laik cumhuriyete vurulan sinsi darbeleri, kısaca doğru diye bildiğiniz tüm tarihi yalanların tek tek yıkıldığı ilk kez yayınlanan itirafların, belgelerin ilk yazısıyla…

Buyrun, başlıyoruz!

Senelerden beri hayalini kurduğunu iddia ettiği kilisenin kurulması için düzenlenen kongrede işler iyi gitmiyordu. Ümitlerinin ve ruhunun hırpalandığını, hayallerinin kırıldığını düşündü. Bütün geceyi kilisedeki odasında derin düşünceler içinde geçirdi.

Kaşlarını çattı, gözlerini karşısındaki duvara dikti ve karar verdi: Kendisi gibi Fener Kilisesi’nin maaşlı papazları olan Prokobiyos, Meletiyos ve Yervasiyos arasındaki ihtilafları bitiremezse el bombasını patlatacak ve böylece Fener Kilisesi de dört papazını birden kaybedecekti.

Papa Eftim, muhafızı Yakup’u çağırdı:

– İyi dinle beni Yakup. Bu gece çok önemli bir işe atılacağım. Kulakların daima kirişte ve sana seslendiğim zaman da gözlerin hep gözlerimde olsun.

(…) Hani sana odamda saklamak üzere birkaç bomba vermiştim ya… Onlardan birini şimdi getir bana… Birini de kendi yanına al.

Papa Eftim ve Yakup, Prokobiyos’un odasına doğru yola koyuldular. Prokobiyos kapıyı açmaya gönüllü olmasa da baskı ve tehdit karşısında kapıyı açtı. Eftim’in elindeki el bombalarını görünce benzi solan Prokobiyos, Papa Eftim’in “gazap püsküren bakışları” karşısında direncini yitirdi. Yervasiyos ve Meletiyos da Eftim’in isteği üzerine Prokobiyos’un odasına getirildi.

Böylece güya Prokobiyos, Meletiyos ve Yervasiyos gönüllü (!) bir şekilde aralarındaki ihtilafı çözüp Papa Eftim’in isteği üzerine öpüşüp koklaştılar.

Papa Eftim’in de resmi olarak bağlı olduğu Fener Kilisesi’nin papazları kongreye katılmak konusunda da pek gönüllüydüler (!).

El bombasını görmeden birkaç gün önce (Papa Eftim’in de yakın dostu olduğunu öğrendiğimiz ve vatana ihanetten idam edilen Keskinli Rıza’nın yakın arkadaşı olacak) jandarma kumandanını görmüşlerdi.

Papa Eftim’in Kayseri’de yapmayı planladığı kongreye katılmak istemeyen Prokobiyos geri dönüş yolunda Eftim’in devreye girmesiyle jandarma kumandanı tarafından karakola alınmıştı.

Jandarma kumandanının baskısından bunalan Prokobiyos nihayet Papa Eftim’den yardım isteyerek Kayseri’de yapılacak kongreye katılmayı kabul etmişti.

Ve kongreye güç bela katılan Konya Metropoliti Prokobiyos, Kayseri’deki Zincidere Manastırı’nda yapılan kongrede 21 Eylül 1922 tarihinde “Türk Ortodoksların Patrik Kaymakamı” seçildi.

Oysa daha önce ‘Bizim Davamız’ kitabından örnekler verdiğimiz bir mübadil olan Yunan milliyetçisi Kayserili Papa Neofitos, Prokobiyos ve etrafındakilerin tavrı hakkında aynen şunları yazmıştı:

“Üç despotlar sürülmüşler geldiler,

Hayli vakit Kayseri’de kaldılar.

Papa Eftim’e de cevap verdiler,

Türk Ortodoks’u olmayız deyu.”

Pekiyi, iddia edildiği gibi bu kiliseyi Ankara mı kurdu?

“Teoman Ergene” müstearıyla yazdığı “İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları” kitabında Papa Eftim aynen şu sözlerle kitaba giriş yapıyor (Yazım hataları kendisine aittir):

“Bu kitabı 11 Aralık 1950 tarihinde ‘Zaman-Akşam Postası’ gazetesinde tefrika etmiştim. O zamanlar bilhassa Athenegoras taraftarı hiristiyanlar, Türk ortodoksları Reisi Ruhanisi Papa Eftim’i Atatürk’ün aleti olarak vasıflandırdılar. Güya Papa Eftim, ortodoksluk mücadelesine Atatürk’e güvenerek ve onun direktiflerini yerine getirmek için atılmış.

Halbuki, hakikat hiçte böyle değildir. Daha Atatürk Anadoluya geçip mücadeleye başlamadan önce Papa Eftim mücadeleye atılmıştı. Bilhassa bunu burada bir daha belirtmek isterim.

Papa Eftim, bu mücadeleye, her hangi bir kimsenin tesiriyle veya teşvikiyle atılmamış, sadece Türklüğün olağan şerefini kurtarmak için atılmış bir zattır.” diyor.

Bu ön sözün son iki satırı ve Atatürk’ten önce milli mücadeleye başladığı iddiası hiçbir resmi kayıtta yer almadığı gibi tamamen hayal ürünüdür. Nitekim Ankara Hükümeti ne bir kilise ne de başkaca bir ibadethane kurma ihtiyacı hissetmemiş ve kurmamıştır. Gerçek şudur ki Papa Eftim’in kilise kurmasına yasaların emri gereği noterlik izin vermiştir. Herhangi bir dine ait ibadethane açma kuralı resmi olarak bugün de aynen geçerlidir.

Mustafa Kemal’in “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni kurduğu (1906) tarihte Papa Eftim’in ne yaptığını biliyor muyuz?

Mesela 1915 yılında Papa Eftim’in ya da asıl adıyla Pavlos Karahisaridis’in adıyla yayımlanmış bir makale ya da dergi, gazete var mıdır?

Müstear isimle yazdığı kitapta Papa Eftim 1918 öncesini hızlıca geçiyor:

1908’de Ankara’ya gidip babası gibi manifaturacılığa başlıyor. 1911’de evleniyor. 1912’de diyakoz oluyor, 1915’te I. Dünya Savaşı çıkmak üzereydi ki Eftim bir seçimle papaz olarak Akdağmadeni’ne gidince o dönem Osmanlı yönetiminde din adamlarını askerlikten muaf eden kanun gereğince askerlikten kurtuluyor.

Eftim (Pavlos Karahisaridis) bu tarihten sonra bir anda Mütareke Dönemi’ne geliyor.

Oysa bu tarihleri görmezden gelip bu kadar kolay geçemeyiz.

İlk olarak şunu belirteyim: Alexis Alexandris, Keskin’de bir yerel okulun yöneticisi olarak görev yapmış G. Pandelidis’le yapılmış bir mülakata atıfta bulunarak Papa Eftim’in Ftani o İpnos’un Ermenilerle Ortodoksların Türklere karşı ortak yayımladıkları beyannameye katkıda bulunduğunu belirtiyor.

Diğer bir nokta çok daha ilginçtir.

Papa Eftim’in 1915’te papaz olması hususunda kendisine yardım eden ve “Papa Yorgi” namını taşıyan Akdağmadeni’ndeki kuzeni Rum okul Yöneticisi de olan Pandelis Karahisaridis’ti.

Eftim’in kuzeni Pandelis, Milli Mücadele’de “Pontusçuluk” hareketlerine katıldığı için İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanıp idama mahkum edilen ve Papa Eftim’in de üstüne şüphelerin çekilmesine neden olan kişidir.

Papa Eftim çıkardığı “Anadolu’da Ortodoksluk Sadası” isimli yayında bu konuyu anlatır:

Onun yardımıyla papaz olmuş ve askerlikten de muaf tutulmuştu ama Eftim’e göre bu kuzeni Fener tarafından kandırılmıştı.

Askerlikten muaf olmasına yardım eden sadece kuzeni Pandelis değildi. Bu muafiyette aile dostu Bahri Bey de yardımcı olmuştu.

Peki Bahri Bey kimdir?

Akdağmadeni doğumlu Yusuf Bahri Bey, İstanbul’un işgal edilmesiyle beraber Ankara saflarına katıldı. 1925’te hükümeti yıkmak istediği iddiasıyla suçlanıp İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmıştır.

Papa Eftim’in kuzeni ve Yusuf Bahri Bey gibi yolu İstiklal Mahkemesi’ne düşen iki dostu daha vardı.

Bunlardan biri Çerkez Ethem, öteki Keskinli Rıza’ydı.

FETÖ’ye övgüler düzen, Menzil’e otobüs kaldıran Namık Kemal Zeybek’in danışmanlığını yapan ve Türk Ortodoks Kilisesi Basın Sözcüsü olduğunu söyleyen Chris Selçuk Erenerol ve Sevgi Erenerol’un söylemlerine göre, Mustafa Kemal ile Papa Eftim’i tanıştıran kişi, kapı komşuları olduğunu iddia ettikleri Çerkez Ethem’di.

Bu iddia şimdilerde dönüp dolaşıp Keskinli Rıza’ya geldi. Kendisini basın sözcüsü olarak tanıtan Chris Selçuk Erenerol katıldığı bir programda “Dedemi Mustafa Kemal’le Keskinli Rıza tanıştırdı.” dedi.

Çerkez Ethem’in nasıl bir hain olduğunu anlatmaya gerek yok. Keskinli Rıza ise İstiklal Mahkemelerinde yargılandı. Suçu, Şeyh Sait’in isyanına doğrudan veya müdahale etmeyerek dolaylı yoldan destek vermekti.

Papa Eftim ile ilgili olumlu bir şey okumak isteyen varsa iki ciddi (!) referans vereyim: Biri, Atatürk’e güya Papa Eftim için “Benden daha Türk’tür.” dedirten veya böyle yazması sağlanan Ümit Doğan, öteki ise Kadir Mısıroğlu’dur.

Papa Eftim’in tam da savaş döneminde Pontusçu kuzeni tarafından papaz seçilerek askerlikten muaf olmasını rastlantı olarak görebilirsiniz.

Ancak Papa Eftim’in oğlu Turgut (Yorgo) Erenerol’un “diyakozluk” bahanesiyle laik cumhuriyet ilkelerini hiçe sayarak askerlikten muaf edilmesini istediği, hükümete ve cumhuriyeti kuranlara kafa tutarcasına üst perdeden, kibirli bir tutumla hükümler vererek yazdığı dilekçesini okuyunca siz de “Tesadüf diye bir şey yoktur.” diyeceksiniz.

Belgenin orijinalini aşağıda bulacaksınız. Belgede yer alan metni daha rahat okuyabilmeniz için ayrıca (noktasına bile dokunmadan) yazıya aktardım.

Öncesinde birkaç şeyi belirtelim.

Mustafa Kemal’in söylediği iddia edilen “Papa Eftim bir ordu kadar hizmet etti.” sözleri modern makalelerde Hikmet Yavuz Ercan’a dayandırılır. Hikmet Yavuz Ercan, Ali Karakurt’u referans gösterir. Karakurt’un “Fener Patrikhanesi’nin İç Yüzü” başlıklı çalışmasında bu söze referans verilmez ve yayım tarihi 1955’tir.

Papa Eftim’in “Teoman Ergene” müstear ismiyle yazıp kendi kendisinden sıklıkla “zeki, kurnaz ve kahraman” olarak bahsettiği kitabının yayımlanma tarihi ise 1951’dir. Anlaşılacağı üzere bahsi geçen sözün kaynağı da bizzat kendisidir. Yani kendi tarihini kendisi oluşturmuş ve o günden sonra araştırmacı akademisyenlerin, yazarların büyük kısmı kopyala yapıştır yaparak bu uydurulmuş tarihi gerçekmiş gibi yayımlamışlardır.

Oysa ki bu yakıştırmalar ve uydurma tarih Mustafa Kemal Atatürk’e, Milli Mücadele kahramanlarına, cumhuriyete ve laiklik ilkesine yönelik kabul edilemez büyük bir hakarettir.

Atatürk’ün din ve devlet işlerinin ayrılığına dair temel anlayışını ve herkesin ülkenin savunması için aynı sorumluluğu paylaşması gerektiğini kavrayamamış olan Papa Eftim’in “Başka kimsem yok, diyakozluk (Papaz yardımcısı- Hizmetçi) görevindedir.” mazeretiyle askere göndermek istemediği ve 1934’te Yorgo olan ismini Turgut Erenerol olarak değiştirdiği oğlu 1955’te ABD’ye giderek eğitim için 5 yıl orada kalmıştır.

O dönem Sovyetler Birliği’nin Türkiye Büyükelçisi Semyon Aralov’un anılarında Mustafa Kemal Atatürk’ün bir medresede imamla yaşadığı bir anekdotu aktararak Papa Eftim’in dilekçesinin ne anlama geldiğini sizlerin değerlendirmesine bırakacağım.

İmam, Mustafa Kemal Atatürk’e öğrencilerinin askerlikten muaf tutulması gerektiğini söyler ve medresede dini eğitim alan bu gençlerin orduya gitmek yerine, dini ilimlerle meşgul olmalarının daha faydalı olduğunu savunur. Bunun üzerine Mustafa Kemal, yüksek bir ses tonuyla net ve keskin bir yanıt verir:

“Efendi, memleket elden giderken, milletin evlatları cephede can verirken, sizin öğrencilerinizin neden bundan muaf tutulması gerektiğini anlayamıyorum. Herkes bu vatanın evladıdır ve vatanı korumak hepimizin görevidir. Bu yetişkin gençlerimizi burada besiye çekmiş gibi tutmak bu millete de dine de ve bu gençlere de ihanettir. Vakti gelen herkes vatani görevini türlü mazeretlerin ardına sığınmadan yerine getirecektir.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün, laiklik ilkesine olan bağlılığını, eğitimin evrenselliğine ve her vatandaşın vatan savunmasındaki eşit sorumluluğuna olan inancını yansıtan bu cevabından sonra şimdi de “Bu ülkeye bir ordu kadar hizmet etmiştir.” yakıştırmasıyla anılan Papa Eftim’in Bakanlar Kuruluna yazdığı dilekçeyi okuyun ve siz yorumlayın. Bakalım ne görecek, ne düşüneceksiniz!

“Bakanlar Kurulu Başkanlığı Yüce katına,

Dilekçemdir.

Asla dinsel değil, yalnız ulusal ideal ile kurulan Kilisemizde, Diyakosluk işyar ödevini, ulusak idealı uğruna yüklenerek, beş yıldan beri yapan, oğlum Durğut, şubatın yirmi beşinde, hazırlık kıddasına askere sevk edilmesi kararlaştırılmıştır. Askerlik, bir yurtaşın, ulusal ve yurtsal borcu olduğuna göre, oğlum Durğutun, bu ödevi beş yıldan beri yaptığının ve hayatının sonuna kadar da yapacağının, takdir buyurulmasını, görmek dileğinde bulunmamda, kendimi haklı görüyorum. Aksi takdirde, kurduğum ulusal kurulun ve gördüğüm ulusal ödevin, Milli Hükümetimiz tarafından takdir edilmediğine hükmederek acı duyarım. Milli savaşın başlangıcından beri, yaptığım milli savaşın ve kurduğum ulusal bu kurumun, önemini, inceliğini, siyasal ve ulusal vasfını, büyüklerimiz kavramamış, kanaatını taşımağa, asla tahammül edemem. Çünkü; Türk Büyüklerimin, “Biz bu ruhsel sıfatı, Etniki meğali idea için taşıyoruz”, diyen, Fenerin papazlarından da, küçük düşüneceklerini, kabul edemem. Venizelosun, sırf benim milli davamı çürütmek için, Anatolu Türk Hristiyanlarını, mübadele etmek istediğini ve bunu her nasılsa başardığını, hiç olmazsa, son takikata olsun, Türk Büyüklerimin takdir ettiğini ve ulusal bu kurumumun korunması gerektiğinde, onun yok edilmiş müridlerinin zahiri dinsel kıyafetine de, bürünmekten çekinmiyecelerini, onu milli bir borc bileceklerini, görmek isterdim. Çünkü, her şeyden önce, milli olan Türk Hükümeti, her başarısını, milli idealına bağlı ve sadık kalmasına, borclu bulunduğuna, takdir ettiğine kaniyim. İmdi, oğlumun askerde görmesi gereken, öncül öğretimi, Üniversitete, kamplarda tam olarak görmüş ve “Tanrı korusun”, şayet Türk milleti bir harbla karşılaşırsa, değil kendisi, altmış yaşını geçen babası ile ve bütün kurumu ile, kendisine ve ulusal kurumuna düşen, ulusal ve yurtsal ödevi, her kesi şaşırtacak tarzda göreceğine, Büyüklerimiz asla şüphe edemez. İşte bu inan ve ümitle ve Türkiye Cumhuriyet Hükümetinin bütün kanunları, ulusal asığa göre, yorulmaları gerektiğine inanarak, askerlik kanunun da, taptama (?) eden, adı üstünde, Milli Savunma Bakanlığı, bunu, oğlum Turğut hakkında, milli savunma ödevine göre yoracağına hükmettim ve bu dileğimi adı geçen Bakanlığa yaptım. Bakanlık dileğimi, genel gözle inceledi ve pek tabiği olarak, onu kanunsuz bulduğunu bildirdi. Bunun için, bu hususta, Bakanlar kurulu Başkanlığına, baş vurmak zorunda kaldım. Ulusal bu örgümde, oğlumun bu ödevini yapacak, başka kimsem bulunmadığından, onun ve emsalının, ulusal kurumumuza bırakılması hususunda, Bakanlar Kurulunun karar vermesini, derin sayğımla dilerim.

Bağınsız Türk Ortodoks Kilisesi

            Başepiskoposu

       Papa Eftim Erenerol”.            

Son sözü Manisa Alaşehir’de kaymakam iken Milli Mücadele’de “Akıncılar” müfrezesine liderlik yapan, Yunan işgal kuvvetlerine karşı vurkaç taktiğiyle büyük kayıplar verdiren ve Batı Anadolu’da Türk halkının bağımsızlık mücadelesine büyük katkıda bulunan İbrahim Ethem Bey’in Milli Mücadele’de görev alanlara yönelik söylediği sözleriyle bitiriyorum:

“Mücadele bitti. Bundan sonra ‘Ben zeybeğim, ben vatan kahramanıyım…’ gibi sözler diyerek kendinizi halkın karşısında üstün gösterecek söz ve hareketlerde bulunmayacaksınız. Milli vazifenizi yerine getirmenin hazzı ve onuruyla yetineceksiniz.”

Şahsi mücadeleyi Milli Mücadele’de yer almış gibi anlatanların karanlık yüzlerini belgelerle aydınlatmaya devam edeceğiz.