KRİPTO İHANET VE KİN KARDEŞLİĞİ
“Türk’e durmak yaraşmaz!”
Cumhuriyet ve Mustafa Kemal devrimleri hedefte olduğu sürece ulus devlet ve laiklik hep hedefte olacaktır. Dindar gibi görünüp kendi karanlık emelleri için dine aykırı ne varsa yapanlar neyse Kemalist görünüp Kemalizm’e düşmanlık yapanlar da aynıdır ve her ikisinin de ortak paydası aynı hedefe saldırmaktır.
Milli Mücadele’yi askeri zaferle tamamlamamızın ardından 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve (Mustafa Kemal’in sözüyle, “husumet dünyasına karşı”) zaferimizi siyasi olarak da diplomatik zaferle tescillememizi, Yunanistan ve İngiltere başta olmak üzere birçok devlet hazmedememişti.
O gün bugündür içeride baş hasmımız olan Fener Kilisesi, Yunanistanın siyasi elçilik aparatı gibi sürekli cumhuriyete ve Lozan Antlaşması’na karşı tacizde bulunuyor.
Sadece o mu?
Hayır, elbette.
Cumhuriyet ve laiklik düşmanı olan siyasal İslamcısı, siyasal Hıristiyan’ı ve siyasal Yahudi’si de hasılı her kim varsa tümü devşirdikleriyle bir olup, Fener Kilisesi’ni önlerine alıp hep birlikte cumhuriyete, laikliğe ve Mustafa Kemal’e taciz ateşine devam ediyorlar. Fener papazı “ekümenik” sakızını çiğnerken diğerleri de ekümenikliğe karşı bayrak açmış gibi görünerek “mübadele” sakızını çiğniyor. Görünüşte hepsi birbirine karşı uç noktada duruyorlar (kimi milliyetçi, kimi Atatürkçü, kimi solcu, kimi demokrat, kimisi de din maskesi taktığı için) ve hainlikle yaftalanıp linç edilmemek için hiç kimse bu paçozları tartışmaya veya soru sormaya cesaret edemiyor!
Anlaşılan o ki cumhuriyete, ulus devlete ve laikliğe saldırı stratejisini belirleyenler bu devşirmelere rolü böyle yazmış!
Bakmayın siz bunların “Biz olmasak Fener Kilisesi ekümeniklik ilan edecek, bunlarla mücadele ediyoruz.” palavralarına… Bunların hepsi geri planda aynı amaç ve kişisel çıkarları için birbirlerini kucaklıyorlar. Bu milletin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kaderi kripto FETÖ’cü üç paçoza kaldıysa vay halimize!
Şimdi gelin, birbirlerine hiç benzemeyen “husumet dünyasına” göz atalım ve ortak paydada nasıl buluştuklarını belgeleriyle ve kendi sözleriyle görelim.
Hadi başlıyoruz!
Üç benzemez gibi görünenler!
Ercan Yavuz, Cazim Gürbüz, Muammer Karabulut ve diğerleri…
FETÖ’nün yayın organı Aksiyon dergisinin 17-23 Ocak 1998 tarihli 163. sayısında FETÖ firarisi Ercan Yavuz’un “Sürgündeki Ortodoks Türkler” başlıklı bir yazısı yayımlandı.[1] Derginin bu sayısının kapağı “Hristiyan Türkler” başlığını taşıyordu. Başlıkta yer alan isimse Papa Eftim’di.

Yazıya geçmeden önce şahsın Atatürkçü gibi kamufle olmaya çalışırken bir yandan özellikle Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü devrine yaptığı “nüfus planlamaları” göndermeleri ve 15 Temmuz öncesi darbe girişimini ima eden birkaç paylaşımını gösterelim:




“Lozan’da verilen ödül!
Kurtuluş Savaşı’nda dindaşlarını değil de kendi ırkından olan Türkleri destekleyen Türk Hristiyanlarını, savaşın kazanılmasından sonra büyük ve acı bir sürpriz bekliyordu.”
Lozan zaferini kazanan Mustafa Kemal’e, Cumhuriyet ve laikliğin teminatı olan anlaşmaya saldırmanın en paçoz halidir bu.
Bağlantıda bulunan yazıyı da kısaca incelediğiniz zaman bilhassa “mübadele” konusunda yapılan duygu sömürülerinin, kaynaksız sözlerin, asılsız bilgilerin bu yazıdan alınıp tekrar edildiğini göreceksiniz.
Unutmayın ki ‘Yalan ve uydurma hikayelerle’ tarih oluşturarak gerçekleri insanlara unutturmak Romalıların icat ettiği bir taktiktir.
Bu yalanları tekrar edenlerden biri Noel Baba’nın cini Muammer Karabulut. Karabulut’la ilgili o kadar çok şey yazdık ki haklı olarak Noel Baba’nın da FETÖ’cü olduğunu düşünmeye başladınız. Normaldir çünkü heybeden FETÖ’den başka bir şey çıkmadı şimdiye kadar.
Kadim devletin açılımcı derin adamı Ömür Çelikdönmez’in daha önce ele aldığımız “Türk Ortodoks Kilisesi ve yeni teopolitik açılımlar”[2] başlıklı yazısında da “Sürgündeki Ortodoks Türkler”den esintiler var.
Çelikdönmez’in de Karabulut gibi siyasal İslamcı Haber Vakti’de yazdığını hatırlatalım.
Bugüne kadar yazdığımız yazıların da bundan sonra yazacağımız yazıların da bir yönüyle “dinlerarası diyalog” ve misyonerlik konusunu ele aldığını gözden kaçırmayın.
Şimdi Ercan Yavuz’un yazısından ilk bölümü alıntılayıp inceleyelim:
“Hristiyanlık ve Türklük. Yakın tarihimizde ve günümüzde bu ikisi, birbirine o kadar uzak mefhumlar olarak algılandı ki… Daha düne kadar Anadolu’da önemli miktarda Hristiyan Türk topluluğunun yaşadığından, bunların Kurtuluş Savaşımıza canla başla katıldıklarından ve sonrasında başlarına gelenlerden bugünün Türkiyesinde kaç kişinin haberi var?”
FETÖ işte böyle bir şeydir. Mübadelede Türklerin gönderildiğini yazarlar ama gönderilenlerin Yunan işbirlikçiliğini, Türkleri kahpece katlettiklerini ve vatana ihanet edenler olduğunu asla yazmaz ve söylemezler.
Yazımızın konusu Türk toplulukları olsaydı, ufku FETÖ’nün okullarından ibaret olan sahtekarları Altay’dan Tuna’ya mistik bir yolculuğa çıkarıp tüm Türk topluluklarını anlatırdık.
İstanbul Karaköy’de bulunan ve Türk Ortodoks Patrikhanesi olarak adlandırılan cemaatsiz kiliseyi hiç duymamış ve varlığını bilmeyen Gagauz Türklerini, Çuvaş Türklerinin ve Sibirya Türklerinin bir kısmının Hristiyan oluşunu Anadolu’da kalabalık kitleler hâlinde var olduğu iddia edilen Ortodoks Türklerle karıştırmamak gerekiyor.
Kalabalık kitleler hâlinde Anadolu Türk Ortodoks varlığı bir mevhumdur (Söylemden ibaret ve soyuttur.).
Şunu belirtmek gerekir ki tarihi kaynaklarda Karamanlıların yalnızca Türkçe konuştukları fakat Grek alfabesi kullandıkları sabittir. Bununla beraber Arap harfli Türkçe yazanlara da rastlanmıştır.
Ne var ki bilhassa Evliya Çelebi’nin yazdıkları sıklıkla çarpıtılır. Evliya Çelebi, Seyahatname’de “Kadim eyyamdan beri Urum keferesi bir mahalledir. Cümle üç yüz haraçtır. Amma asla Urum lisanı bilmeyüp batıl Türk lisanı bilirler.” diye yazıyor
Bakın, “Her büyük adamın bir hatası… Karamanlı Hristiyan Türkler de Atatürk’ün…”[3] başlıklı bir yazı yazan Cazim Gürbüz, yazısında bu bilgiyi verdikten sonra aynen şu enteresan yorumu yapıyor: “…bölgedeki Hristiyan azınlığın Türk kökenli olduğunun ve dillerinin de bozulmadığının altını çiziyor.”
Papa Eftim zamanına kadar pek çok yerli ve yabancı kaynak Karamanlıların Türkçe konuştuğunu yazar ama ne Karamanlıların kendi kaynakları ne de onlar hakkında yazanlar Karamanlıların Türk’üz dediklerini yazmaz.
Diğer yandan Cazim Gürbüz, şahsının cehaletine ve okuduğunu kavrama yeteneğine aldırmadan Atatürk’ü eleştirmek ve saldırmak için enteresan bir yorum daha yaparak “Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz.” diyen Rumlardan “Durumlarını anlatmak için ağıt yakan Hristiyan Türkler…” diye bahseder.
Bir adam kendisine Türk’üm diyorsa ve bunda samimiyse onu yargılamak bize düşmez. Gel gelelim Mustafa Kemal’e, Cumhuriyetin ve Laikliğin teminatı olan Lozan Antlaşmasına sinsice saldıranların aynı yalanlarla el birliği yaptıklarını göstermek için bu örnekleri yazıyoruz.
Şimdi Cazim Gürbüz ve Ercan Yavuz’un yazılarındaki esas noktaya geliyoruz. Gürbüz’ün yazısı 2018 tarihli, Yavuz’un yazısı ise 1998.
Ve iki yazıyı karşılaştırdığınız zaman cümlelerin bile birebir aynı olduğunu göreceksiniz!
Bunu daha somut bir şekilde ele alalım.
Ercan Yavuz şöyle yazıyor: “Karaman yöresinde bulunan ‘Binbir Kilise’ bu bölgenin 1922 yılına kadar Türk Hristiyanlığı için yurt edinildiğini ortaya koyuyor.”
Cazim Gürbüz de yazısına buradan başlıyor: “Karaman yöresinde bulunan ‘Binbir Kilise’ bu bölgenin 1922 yılına kadar Türk Hristiyanlığı için yurt edinildiğini ortaya koyuyor.”
Yavuz’un yazısından bir bölüm daha: “’Kavimler Kapısı-1’” kitabının yazarı Halse Soysü, 1924 yılına kadar Ihlara Vadisi, Ürgüp, Göreme, Derinkuyu…” diye gidiyor.
Gürbüz’ün yazısına bakalım: “’Kavimler Kapısı-1’” kitabının yazarı Halse Soysü, 1924 yılına kadar Ihlara Vadisi, Ürgüp, Göreme, Derinkuyu…”.
Yavuz’un yazısından son bir örnek daha verelim: “Bazı Yunan tarihçiler hariç Hristiyan Türkler tarih boyunca Rumlarla yani Helen, Grek, İyon kökenli insanlarla hep karıştırıldı.” diye devam ediyor.
Gürbüz’ün yazdıklarına bakıyorum ve yine hiç kendimi yormayarak gözüm kapalı aynı metni buraya yapıştırıyorum: “Bazı Yunan tarihçiler hariç Hristiyan Türkler tarih boyunca Rumlarla yani Helen, Grek, İyon kökenli insanlarla hep karıştırıldı.”
Gürbüz’ün yazısının tamamı Ercan Yavuz’un yazısından aşırmadır.
Bunun birinci ve kesin anlamı, Gürbüz’ün yazısının FETÖ’nün yayın organından kopyadır.
İkinci ve önemli anlamı, Mustafa Kemal’e saldıranların aynı kaynaktan beslenerek hareket ettiğidir.
Gürbüz’ün ve Yavuz’un yazısı birebir aynı olduğu için ayrıca karşılaştırmayacağız. İlgili yazıya dair verdiğimiz bağlantıyı incelemeniz yeterlidir. Ayrıca Gürbüz yazının sonunda tek bir kaynak belirtilmiş ve geçerli olmayan bir bağlantı “hisse.net” eklemiş.
Sonuç itibariyle…
Muammer Karabulut’da FETÖ firarisi Ercan Yavuz ve Cazim Gürbüz de yerseniz Kemalist Türkçü…
Ercan Yavuz’un yazısında kullandığı ve Gürbüz’ün de kopyalayıp yapıştırdığı “yürek paralayan” ifadeleri aklınızda tutun. Yunan yazarlardan alıntı yaptığımız zaman hepsinin aynı ağızdan konuştuğunu, nasıl Mustafa Kemal karşıtı propaganda yapıldığını daha iyi anlayacaksınız.
Zira Sevgi Erenerol’dan Muammer Karabulut’a, Ercan Yavuz’dan Cazim Gürbüz’e kadar bazen Mustafa Kemal’e bazen de İsmet İnönü’ye yönelik yapılan mübadele eleştirilerinin perde arkası budur.
Şimdi bir de Noel babacı Muammer Karabulut’un mübadele hakkındaki görüşlerinin FETÖ’cü Ercan Yavuz’un yazısıyla paralelliğine gelelim.
Karabulut, “ABD’nin Sırrı ve Derin Türk Tarihi”[4] başlıklı bir başka komedi senaryosu yazmış. Yazı tabii bir komedi senaryosuna en uygun platform olan 5Gvirusnews isimli sitede yayımlanmış.
“ABD’nin Sırrı ve Derin Türk Tarihi” isimli yazının girişi varil petrol fiyat hesaplamalarıyla filan başlıyor. Sonra nereye geliyoruz?
Evet, sonra mübadele ve tehcire geliyoruz.
Karabulut, Karamanlı Hristiyanların mübadelesini “Karamanlı Türk Hristiyanların Mübadelesi ile Anadolu’dan Ulusal Bilincin ve Laikliğin Tasfiyesi” başlıklı kısımda inceliyor. Mustafa Kemal’i birazcık bilen birinin bu başlığı atarken yüzünün kızarması gerekir ama Karabulut utanmamış, yazmış.
Karabulut, Ermeni tehcirini ve Rumların mübadeleyle gönderilmesini ABD’nin bir oyunu olarak görüyor. Bütün bu süreçlerde FED’in rolünü görmek zorundayız, diyor. Dahası, element uydurmaya devam ederek mübadeleden “Atatürk’ün en büyük hatalarımdan biri…” dediğini iddia ederek söz ediyor.
Burada Ercan Yavuz’un yazısındaki bir başlığı tekrar vererek özetle alarak karşılaştırma yapacağız:
“Lozan’da verilen ödül!
Kurtuluş Savaşı’nda dindaşlarını değil de kendi ırkından olan Türkleri destekleyen Türk Hristiyanlarını, savaşın kazanılmasından sonra büyük ve acı bir sürpriz bekliyordu.”
Aynı bölümde, “Biz sizdeniz”, “insaniyet dramı” vs. gibi, olayı dramatize eden ifadeler yer alıyor. Bu bölümdeki ifadeler de gelip Karabulut’un yazısında “Atatürk’ün en büyük hatalarımdan biri”, “mübadele üzüntüsü” oluveriyor.
Karabulut durmuyor ve haddini aşmaya devam ediyor: “ABD’nin planladığı zorunlu mübadele ile 1 Mayıs 1923-1927 tarihleri arasında Anadolu’da yüzlerce yıldır yaşayan, Kurtuluş Savaşı’na destek veren bir milyonu aşkın Türk Ortodoks Hristiyan, yalnızca inançları yüzünden Yunanistan’a gitti. Daha doğrusu, Türk Kurtuluş Savaşı’na verdikleri destekten dolayı cezalandırıldılar.”
Ve 2008’de Milli Savunma Bakanlığı görevini yürüten Vecdi Gönül’ün “Mübadele olmasa milli devlet olabilir miydik?” sorusuna ta 2020’de cevap veriyor:
“Aslında Atatürk’ün en büyük hatalarımdan biri dediği mübadele olduğu için, ne milli devlet ne de laik devlet olamadık. AB-D’li sapkınlar çoktan planını yapmışlardı. Binlerce yıldır birlikte yaşayan Türkleri inançları içinden birbirinden ayırmıştık. Bugüne bakarak bugün için sorulması gereken soru, Türk’ü Hristiyan olduğu için kendi topraklarından tasfiye-mübadele eden bir ülke, laiklik ve ulus temelinde yükselen bir devlet kurabilir mi?”
Mustafa Kemal’e yaptığın bu düşmanca hakareti ne biz ne de Türk milleti içimize sindirmeyeceğiz ve asla unutmayacağız!
Sen Mustafa Kemal’e nefret kusan ve kan düşmanı gibi davranan Dilipak’la kol kola gez, siyasal İslamcıların sitesinde yaz, hem laik devlete karşı ABD’li sapkınların oyun kurduklarını iddia et hem de laikliğin bir numaralı düşmanlarıyla güya ABD’li sapkınlara karşı mücadeledeymiş gibi davran. Millete de bunu yedirmeye çalış.
Yiyene afiyet olsun ama biz bu adi iftiraya cevapla devam edelim. Ardından Fener Kilisesi’nin ve Yunan kamuoyunun Karabulut’la nasıl da aynı fikirde olduklarını görelim. Son noktayı da son söz sahibi Mustafa Kemal’e bırakalım.
Önce bilhassa mübadeledeki ABD rolü başta olmak üzere bu adi aşağılık yalanları deşifre eden TBMM tutanaklarıyla sizin o karanlık iç yüzünüzü ortaya dökmek şart oldu:


Lozan Konferansıyla ilgili olarak Ankara’ya dönerek izahatta bulunan Trabzon mebusu Hasan Bey’in anlattıkları açıktır. Buna göre, mübadele fikri olarak Yunan tarafından geliyor. Türk heyeti teklifi kabul ediyor ve görüşmeler bu yönde gidiyor. Ancak talimat aldığı düşünülen Venizelos fikrini değiştiriyor ve mübadeleyle ilgili “Çok kötü oldu, herkes mahvoldu. Ev bark yıkıldı.” kabilinden zırlamaların temeli olan görüşleri öne sürüyor. Ancak Türk tarafının kararının kati olduğunu, mübadele fikrinden dönmediği anlatılıyor.
Elbette böyle olacaktır. Ankara’nın bu konudaki tavrı nettir.
Papa Eftim’le ilgili çalışmalarda da Türk ve Yunan araştırmacılarının atıfta bulunduğu ve Fener Kilisesi’nin fahri büyükelçisi olan Alexis Alexandris de Muammer Karabulut’la aynı dili konuşuyor:
“Yunanistan’ın Küçük Asya Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından savunmasız Doğu Helenizm’i Türk etno-dinsel fanatizminin insafına bırakılmıştı. Eylül 1922’den itibaren, İzmir ve Küçük Asya sahillerindeki katliamları, İyonya’nın 18-45 yaşlarındaki yerli Rum ve Ermeni erkeklerinin ölüm yürüyüşleri ve çalışma kamplarında hapsedilmeleri takip ederken Hristiyan unsuru toplu olarak yok etmeye yönelik bir Türk planı uygulamaya kondu.”[5]
Tıpkı FETÖ paçozları ve Karabulut gibi toplamda 1.300.000 mübadilin Yunanistan’a geldiğini iddia eden Alexandris, kendi ülkesinin meclisinden bihaber Karabulut’un aksine Lozan’a doğru şekilde atıf yapıyor:
“Türk tarafının, Yunanistan ile Türkiye arasında azınlık nüfuslarının mübadelesinin zorunlu ve kapsamlı mahiyetine ilişkin tutumu kabul edildiği sürece, mülteci konusunun acilen görüşülmesine herhangi bir itirazı yoktu.”
Alexis Alexandris’in yazısının bağlantısıyla birlikte Yunan milliyetçilerinin mübadeleye nasıl baktıklarını gösteren birkaç örnek daha ekledim. Şimdi son söz sahibinin, Mustafa Kemal’in, Hakimiyet-i Milliye’ye (2 Ocak 1923) Fener Kilisesi hakkında yaptığı açıklamaya bakalım:
“…Azınlıklara gelince… Bu konuda mübadele meselesini göz önünde bulundurmuştuk. Diğer devletlerin temsilcileri de bu zeminde fikrimizi takip ve kabul etmişlerdir. Ancak bir fesat ve hıyanet içjnde bulunan ve memlekette nifak ve bozgunculuk tohumu saçan, Hristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için felakete ve uğursuzluğa sebep olan Rum patrikhanesini artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi sebepler gösterilebilir? (…) Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan değil midir?”
Mustafa Kemal’in Fener Kilisesi hakkındaki görüşleri açık şekilde göstermektedir ki Fener papazlarının kapı dışarı edilmesine büyük devletlerin direnmesi hatta tehditvari hareketler içine girmesi, mübadeleyi çok daha zorunlu kılmıştır. Fener papazları gibi fesatçıların daha kalabalık bir nüfus üzerinde çalışması günümüz Türkiye’sindeki ihanetler göz önüne alındığında çok daha tehlikeli olacaktı. İşte Mustafa Kemal bu yüzden son söz sahibidir. Yine dehasını gösterip hem Fener papazlarını bir köy papazı konumuna getirerek faaliyetlerini kısıtlamış hem de Karabulut gibi gizli misyonerlik faaliyetleri yürüten diyalogçu kriptoları bir asır öncesinden umutsuz vaka hâline getirmiştir.
Fener papazının Gökçeada’daki (İmroz) ayinlerine ve burada Yunan basınına verdiği demeçlere bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Kemalist gibi davranan sızıntıların renkleri farklı gibi görünse de kimlerle aynı ağızdan konuşarak Mustafa Kemal’e düşmanlık ettiklerini görün diye yazıyorum.
Şimdi bir de Yunan basınından bir haberi aktaracağım. O zamanlar İyi Parti milletvekili olan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın beyanlarına da yer veren haberde şunlar yazıyor:
“Türk Milletinden Patrikhane’ye Karşı Saldırı
İyi Parti milletvekili Ümit Özdağ, Ekümenik Patrikhane’ye, Rumların yaşamadığı üçüncü ülkelerde metropolit atadığı için ve ayrıca Türk hükümetine, kutsal sinoda katılabilmeleri için rahiplere Türk vatandaşlığı verdiği için saldırdı. Ayrıca, nüfus mübadelesi sırasında Türkiye’den ayrılan Rumların geri dönmesi çağrısında bulunanlara (yani AKP’ye) hitaben, “kendileri Yunanistan’da yaşasınlar” diyerek tepki gösterdi.”[6]
Mübadele konusunda Mustafa Kemal’i suçlamak için kendi kendine tarih uyduran, asılsız sözler uydurup Mustafa Kemal’e mâl etmeye kalkanların anlattıklarıyla Batılıların Anadolu’da Türkleri Rumlar karşısında haksız çıkartan söylemleri paralellik gösterir. Çünkü bu sinsilere kalsa Anadolu’da işgal yıllarında Rumların hiçbir şey yapmadıklarını düşüneceğiz. Az buz değil, 80 bin mübadil olduğunu ve bunların ezici çoğunluğunun Türk olduğu iddiası var ortada. Önce Ercan Yavuz’un, Sevgi Erenerol’un babası ARİS Selçuk Erenerol’a dayandırdığı görüşe ve ardından da TBMM tutanaklarından bir örneğe bakalım:
“…Tıpkı Lozan’da olduğu gibi 1964 yılında da insanların kökenine bakılmaksızın din unsuru dikkate alınıp yaklaşık 70 bin kişi sınırdışı edildi. Aris Selçuk Erenerol’a göre bu rakam 86 bin olup 15-20 bini hariç hepsi Türk’tü.”
İlgili yazının aynı bölümünde Papa Eftim’in İsmet İnönü’yle görüştüğü ve “İkinci bir Lozan faciası yaşanmaması” istediği yazıyor. Hatta aralarında sert münakaşaların olduğu söyleniyor. Bize göre Papa Eftim’in İnönü’yle sert münakaşaya girdiği iddiası, Said Nursi’nin Atatürk’e atar yaptığı iddiası gibi komik bir hikâyeden ibarettir ancak mübadele yıllarında Papa Eftim’in mübadilleri kalmaya ikna etme çabası olduğunu biliyoruz. Bunu da önümüzdeki yazılarda yazacağız.
Şimdi TBMM tutanaklarına dönelim:



Gümüşhane mebusu Hasan Fehmi Bey’in verdiği beyan çok önemlidir. TBMM’de o tarihte konuşulan konu, hazinenin bütün borçlarının ödenmesiyle ilgilidir. Hasan Fehmi Bey, Ermenilerin ve Rumların Türkiye’nin hem doğusunu hem de batısını mahvettiklerini anlatarak bunlara ödeme yapılmasını istemiyor. Kanun, Meclis’te bu şekliyle kabul ediliyor.
Şimdi önemli bir noktaya dikkat çekelim ve mesele daha iyi anlaşılsın.
Agos’ta yayımlanan bir yazıda[7] bu kanun inceleniyor ve ulus devlet vurgusu yapılarak dönemin yönetimi eleştiriliyor. Rum ve Ermeni meselesinde Karabulut ne diyordu? Tehcirin ve özellikle mübadelenin ulus devlet olmamızı engellediğini iddia ediyordu.
Şimdi size bir mübadilden örnek vereceğiz. Bu kişi Kayserili bir papa olan Neofitos’tur. Daha 1924 yılında Selanik’te “Milli Felaket” adını verdiği bir kitap yazıyor. Kitabın girişinde bir şiire yer veriyor. Şiirin son kıtası şu şekilde:
“Kilisayı, mektepleri terk ettik,
Eşyaları, paraları sarf ettik.
Andalayi yapanlara kahrettik,
Her birimiz bir tarafa atıldık.”
Biz de Mustafa Kemal’e kahredenlere kahrettik.
Neofitos, “Milli Felaket” kitabında Yunan milliyetçi düşünürlerinden Rigas Fereos’u anmayı ihmal etmez. Onu, vatanı zalim tiranlardan kurtaran bir kişi olarak anar. Bir gün sürüldükleri ata toprağına dönerek felaketlere sebep olanlardan hesap soracaklarını yazar.
Ercan Yavuz’un yazısındaki “Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Maceraları” başlıklı kısım da Ömür Çelikdönmez’in yazısına kaynak oluyor. Önce Ercan Yavuz’un yazısındaki ifadelere bakalım:
“…Hamdullah Suphi’nin bundan sonraki uğraşı, büyükelçilik yaptığı Romanya’daki Hristiyan Türkleri Marmara Bölgesi’ne yerleştirmek oluyor.
(…) Buna rağmen Hamdullah Suphi, büyük düşlerini gerçekleştiremese de 1935 yılında Romanya’dan 10’u kız 70 Hristiyan Türk gencini getirip Türkiye’deki çeşitli okullara yerleştiriyor.”
Ekümenik açılımcısı Çelikdönmez de aynı satırları tekrarlıyor:
“1930’lu yıllarda Türkiye’nin Romanya Büyükelçisi Hamdullah Suphi Tanrıöver, Romanya’dan Türkçe konuşan Hristiyanları, Marmara Bölgesi’ne yerleştirmeye çalıştı.
(…) Ardından gelen savaş nedeniyle planlarını tam olarak gerçekleştiremedi ancak 1935’te 70 Gagauz gencini Türkiye’ye getirmeyi başardı.”
Buradaki ilginç bir noktayı da belirtmeliyiz. Çelikdönmez’in yazısında “seçilmiş kaynakça” bölümü var. Neredeyse birebir alıntı yaptığı Ercan Yavuz’un yazısını ise eklememiş. Cazim Gürbüz gibi…
Ercan Yavuz’un yazısını analiz ettiğiniz zaman merkezinde FETÖ’nün olduğu ve propaganda metni olarak yazılıp “görevliler”e dağıtıldığı anlaşılıyor.
Karabulut, Erenerol, Yavuz, Gürbüz, Çelikdönmez ve niceleri ne kadar farklı bir tablo yaratmaya çalışsa da Ermenilerin ve Rumların Anadolu’da yaptıklarını küçük bir gruba mâl etmeye çalışmak çok büyük bir sinsiliktir.
15 Mayıs’ta kiliselerde sakladıkları silahları alıp rıhtıma koşarak Türk katliamı yapanlarla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da akla hayale gelmeyen vahşete imza atanları yok sayarsanız tabii ki binlerce Türk Ortodoks’unun yaşadığı pespembe bir Anadolu’ya inanmanız normaldir.
Yıllardan beri yok mübadeleyle gidenler, yok evi yurdu mahvolanlar bilmem ne edebiyatı yapıp duran sahte milliyetçilerin -Cazim Gürbüz örneğinde olduğu gibi- maskelerini düşürmeye devam edeceğiz.
Kendinize Kemalist, milliyetçi vs. demeyi bırakıp işgal yıllarında hiçbir sorun yokmuş da Türkler kendi kendilerine silahlanıp millete saldırmış gibi davranan İslamcılarla, sol liberallerle, Ermenici ve Rumcularla kol kola gezin.
Türk hükümetinin; önemli bir kısmı Helenizm propagandasına katılmış, kendi içinde Türklüğü ve Rumluğu konusunda bir bütünlük sağlayamamış, hangisinin hangi akıma destek verdiği belli olmadığı için cumhuriyet sonrası nasıl davranacağı bilinmeyen kitleleri Türkiye’den göndermesi kusursuz bir harekettir. Ulus olmanın, ulus devleti olmanın yolunu açan önemli safhalardan birisi mübadeledir.
“Atatürk’ün en büyük pişmanlığı” meselesini ve Hamdullah Suphi’nin anısını kaynak göstermelerini ayrıca ele alacağız.
Gelecek yazılarda Ercan Yavuz’un yazısını ele almaya devam edeceğiz, Papa Eftim’in Teoman Ergene müstearıyla yazdığı “İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları” isimli kitabını tarihi gerçeklerle karşılaştıracağız; ilk defa yayımlanan dilekçeleri, TBMM tutanaklarını yayımlamaya devam edeceğiz.
İsterseniz o tarihe kadar şunları yapabilirsiniz:
Mustafa Kemal’in Papa Eftim hakkında söylediği iddia edilen sözlerini belgeleyebilirsiniz.
Mustafa Kemal’in “bir ordu kadar hizmet ettiği”ni söylediği Papa Eftim’den Nutuk’ta, söylev ve demeçlerinde neden hiç bahsetmediğini sorabilirsiniz. Herkesten bahsedilmemesi normaldir ama bir ordu kadar hizmet etmiş birinden hiç mi söz edilmez?
Yine Nutuk’ta Rumların hainlikleri, Pontusçuluk vs. anlatılırken Papa Eftim’den ya da canla başla mücadele eden Türk Ortodokslarından neden bahsedilmediğini düşünebilirsiniz.
Biz bunun cevabını verene kadar tabii.
Ve son olarak…
Milli mücadele yıllarında alkol yasaklanmıştı ama ev yapımı rakının en iyisi Keskin’den yola çıkartılıp gizlice dağıtılıyor ve karaborsa olarak satılıyordu!
“Biz Romalıyız.” diye kavramlar üzerinden karmaşa yaratmaya çalışan siyasal İslamcı Dilipak’la aynı sitede “Mübadele ulus devleti engelledi.” gibi zırvalar yazacak kadar nasıl bir travma yaşadığınızı da sorgulayabilirsiniz.
Akli dengenizin yerinde olduğu epeyce şüpheli çünkü.
[1] https://forum.memurlar.net/konu/1389929/soydasinin-yaninda-duran-gagavuz-tegmen.html
[2] https://www.dikgazete.com/yazi/turk-ortodoks-kilisesi-ve-yeni-teopolitik-acilimlar-6900.html
[3] https://www.bayburtpostasi.com.tr/her-buyuk-adamin-bir-buyuk-hatasi-karamanli-hiristiyan-turkler-de-ataturkun
[4] https://www.5gvirusnews.com/yazarlar/abd-nin-sirri-ve-derin-turk-tarihi-h327.html
[5] https://www.kathimerini.gr/society/1061945/i-ypochreotiki-antallagi-plithysmon/
http://i-m-patron.gr/i-m-patron-old.gr/patriarxhs/hmera_001018.html
[6] https://news.rik.cy/el/article/2019/5/17/epithese-tourkou-bouleute-enantia-sto-patriarkheio-6349005/
[7] https://www.agos.com.tr/tr/yazi/23875/pandemi-ve-teklif-i-milliye-dayanismasi