Montesquieu ta 18. yy.’da kuvvetler ayrılığı ilkesini savunuyor, gücün tek elde toplanmasının zamanla zorbalık doğuracağını vurguluyordu. Montesquieu’nün amacı soyluları biraz daha ön plana çıkarmak; yürütmeyi krala, yasamayı halka ve soylulara bırakmaktı. Esas amaç ise yargının bağımsızlığının sağlanmasıydı.

20. yy.’a yaklaşırken Ahmet Cem Ersever diye bir adam çıktı. Kitaplarında Güneydoğu’da yapılan hataları sıralarken yargının ne kadar ağır ilerlediğini, siyasetçilerin bölgedeki özellikle aşiret reislerinden taraf olmaları nedeniyle yargıda bir sürü dosyanın beklediğini de ekledi. Ona göre yargı hızlanmalı, terör örgütüyle mücadele ediyor bahanesiyle aşiret reislerinden oy devşirmek için halkın hakkı yenmemeliydi.

Ersever’i şehit ettiler. Adli tıp tarihimizde ilk defa onun kanında bazı ilaçlar arandı. Onun kanında aradıkları maddeler, Amerikan istihbaratının talimnamelerinde yer alan maddelerdi. Konumuz bu değil, bunu belki daha sonra yazacağız. Yazmasak bile her vatan evladına yapılanın hesabı mutlaka sorulacaktır. Şimdilik geçelim.

20. yy.’da güya sivil vesayetin havarileri geldi, iktidar oldu. Oysa AKP’nin iktidara gelişiyle olan tek şey, geçmişten beri Türkiye’de at koşturan güç odaklarının elbise değiştirmesiydi. Neoliberalizme takke giydirdiler. Takkelilere kravat taktılar. Birçok adi suçu, o suçla mücadele edenlerin üzerine attılar. Başkalarının hatasını, o hatayı dile getirenlere mâl ettiler.

Ersever’e de birçok hakaret ve iftirada bulunanların karakteristik özelliğiydi bu. Katille maktülün yerini değiştirmeyi, dolayısıyla at ile it izini birbirine karıştırıp zihinleri bulandırmayı severler.

Bir gün çıkıp dediler ki “Demokrasimiz çok ilerledi, ultra demokrasi oldu. Artık yargının bağımsızlığını taçlandıralım.”

Ne yapmalı o zaman?

Bütün kuvvetleri tek elde toplamalı!

Güya yargı hızlanacaktı. Hızlanan tek şey suç oldu. Karanlık dünyanın kolpa adamları hızlıca yükseldiler. Kimileri ifşa olunca gerçek yüzleri ortaya çıktı ama birçoğuna kahraman dendi. Her biri Müslüman, namuslu, vatansever, milliyetçi kimselerdi (!).

Maşallah, yargı o kadar hızlandı ki iktidardan ya da iktidara yakın kimselerden birinin başı sıkıştı mı yargı önüne çıkmak bir yana dursun, dosyalar açıldığı anda kapanıyor.

Ne zaman bir gazeteci çıkıp gerçekleri haykırsa sözde bir gazeteci çıkıp “Başaramayacaksınız, kuvvetlerimizi bölemeyeceksiniz!” diye nutuk atarak reis’ül-azamı taklit etti.

Yargı adaletin kendisinden ultra bağımsız olmaya başlayınca çeteler karanlıklardan sıyrılmaya başladı. Keyif için adam öldürmeye başladılar. Memlekette herkes nüfuzlu insan oluverdi. FETÖ borsasıydı, rüşvetçi yargı mensuplarıydı derken uçuşa geçtik. O kadar yükseğe çıktık ki gerçeklikten koptuk.

Elhamdülillah, camilerde olabildiğince yüksek sesle ezan okunuyor. Diyanet ise canla başla çalışıyor.

Tarikatlar, cemaatler de yargının hızlanmasından payını almış durumdadır.

Selalar susmaz, bayrak inmez, kuvvetler ayrılmaz!

Vahdettin Köşkü’nden dünyaya meydan okuyan dünya liderimizin sayesinde fen liseleri bile imam hatiplere çevrildi.

Tabii tüm bunlar olurken yerli ve milli çetelerimizin, katillerimizin, sapıklarımızın, hainlerimizin icraatları da artarak devam ediyor.

16 yaşında bir çocuk, gencecik bir adamı hayattan koparıyor. Güvenlik güçlerimizin ve yargımızın hızından daha hızlı bir anne (!) tarafından yurt dışına kaçırılıyor. Mümin gazetecilerimizin üstünü örttüğü şeylerden biri ise 2013 öncesinin çakma akillerinden olan bu çakma annenin Süleymancılarla bağlantısı.

Derken…

İzmir’de gerçekleşen bir cinayet haberi geliyor. Bir otomobilden hakaretler savurarak ateş açan bir grup namussuz çapulcu, Yusuf Demir adında bir genci katlediyor. Sonra şöyle diyor namussuzlar: “Bir kişiyle telefonda tartışıyorduk. Çocuğu tanımıyoruz. Silah kazayla ateş aldı.”

Eşi tarafında kandırılmış bir cani, zavallı bir kediyi vahşice katlediyor. “Eşimle tartışmıştım, o sinirle yaptım.” diyor. Bugüne kadarki ifadelerinin alt metni “Ben çok sinirliydim, altı üstü bir kedi.” düşüncesini barındırıyor. Ultra hızlı yargımızın karşısına tekrar çıktı, bu kez iyi hâlden indirim aldı cani keratamız.

“Bir kedi”, “bir kuş”, “bir köpek”, “bir balık” diye bir şey yoktur.

Eğer bir timsah kendi doğal ortamında yaşıyorsa ve bir dangalak gidip bu zavallı hayvanı vuruyorsa bu da bir cinayettir. Bu kişi, “öldürme” dürtüsüyle yönleniyordur, toplum için zararlıdır. Esas itlaf edilmesi gereken de bu kişidir.

Vatanseverlik sadece insanlar için değildir. Vatanınızda yaşayan her canlıyı sevmek ve korumak, çevreyi temiz tutmak vatanseverliğin gereğidir. Buna havayı temiz tutmak da dahildir.

Biz ne yapıyoruz?

Ultra hızlı yargımızla Allah’a emanet gidiyoruz.

Hamdolsun!