Hrant Dink cinayetinde adı geçen Yasin Hayal, 90’lı yıllara müthiş bir hızla girmişti. 1998’de Edebiyat Öğretmeni Zekeriya Bıyık’ı darp etmiş. Aynı yıl içerisinde iki kişiyi daha darp etmiş. 2000 yılına kadar sağa sola zarar vermeye devam etmiş.
“Orhan Pamuk akıllı olsun akıllı!” diye bağıran bu yüce (!) kahraman, 2001’de askerlik görevini yaparken kendisine zarar vermek için kafasını camlara vurmuş. Askerde kendini elverişsiz hâle getirmek ne demektir, bilen bilir.
2006 yılında sözüm ona Danimarka’daki karikatür krizinden etkilenen biri tarafından katledilen Rahip Andrea Santoro da 2002 yılında Yasin Hayal tarafından keser sapıyla darp edilmiş.
Bu arada Santoro’yu öldüren gencin kullandığı 9 mm’lik silahın, ABD tarafından Irak ordusuna verildikten sonra kaybolan silahlardan biri olduğu anlaşılmış. Bu da ayrı bir mesele.
Hem Hrant Dink hem de Andrea Santoro arkadan vurularak öldürüldü.
Hayal, Ogün Samast’ın sorguda anlattığına göre, 2006 yılında Trabzon’a gelen Erdoğan’ın uçağına bomba ihbarında bulunmuş. Havaalanında bomba olduğu ihbarını alan uçak pilotu da havaalanının üstünde dönmüş durmuş.
Hayal, bilinen ilk darp suçunu 1998 yılında işlemiş. 1996 yılında ise 2 ay kadar bir süre Menzilcilerin toplantılarına katılmış. 3 yılın sonra yani 1999’da BBP’ye bağlı o zamanki adıyla Nizam-ı Alem Ocaklarına katılmış.
24 Ekim 2004’te gerçekleştirilen Trabzon’daki Mc Donald’s restoranının bombalanması olayı, Hayal ve Erhan Tuncel’in icraatlarından. Yani bir bakıma Dink cinayeti göre göre geliyorum, demiş.
Şimdi bir diğer “abi” Erhan Tuncel’e bakalım.
Tuncel, Dink cinayetiyle ilgili davada 5 yıl hapis cezası aldıktan sonra 2016 yılında “Hrant Dink Cinayetinin Perde Arkası” isimli bir kitap yazdı.
Tuncel, hem kendisinin hem de Hayal’in bir dönem FETÖ’nün Işık Evleri denilen oluşumuna gittiklerini anlattı. Aynı zamanda Hayal’in ifadesinde bunu kabul ettiğini belirtti.
Bir diğer önemli iddiası ise Mc Donald’s bombalamasından sonra Hayal’in sorgusuna Aksu’nun da girdiği, “Adama helal olsun. Tek başına bombalamış. Bunu polis yapmak lazım.” dediği iddiası oldu.
Aslında tüm bu ezber bozan noktaları saymakla bitiremeyiz. Konumuzun aslı pek de cinayetler ve bombalama olmadığından ayrıntıya girmeye gerek yok. Buraya kadar sorulacak en can alıcı soru da böyle sabıkalı, bombalama eğitimi almış, şiddete meyilli ve askerliğini yapmaktan bile gocunan tipleri devlete sızmış birilerinin nasıl arkaladığıdır.
Erhan Tuncel’in “Yeni bir sistem kurdu.” dediği ve milletin Ergenekon’a zihinsel olarak hazırlanmasını sağladığını söylediği Ali Fuat Yılmazer gibi FETÖ vb. yapılanma mensupları oldukça bu soruları cevaplamak zor değildir.
Ama özellikle Dink cinayetiyle yapılmak istenen şeyi bugün “false flag” denilen operasyon tarzıyla özdeşleştirmek de gayet mümkündür.
Çünkü Dink cinayeti işlendiği zaman kimse şu FETÖ evlerine gitmiş, bunun geçmişinde Menzil varmış demiyordu.
Türk Silahlı Kuvvetleri bir numaralı faildi!
Bütün katiller ve olası azmettiriciler her fırsatta Türk subaylarıyla ilişkilendiriliyordu. Bunlar arasından kimileri gidip bir generalle, bir yüzbaşıyla aynı kareye girmeye gayret göstererek daha sonra suç işliyor ve kendisi yargılamalar sonunda serbest kalabilirken aynı karede yer alan askerlerin başı yakılıyordu.
Sonra türlü efsaneler doğuyor, devlet güya bağırsaklarını temizliyordu. Gel gelelim, Arınç gibilerin başını çektiği operasyonlarla Kozmik Oda’ya giriliyor ve aslında devletin üst düzey sırları ele geçirilmek isteniyordu.
Agarta efsanesi bile sıklıkla konuşuldu. Adına “Ergenekon” denilen örgüt aynı anda Mason, Agarta, faşist vs. her şey olabiliyordu. Memlekette her türlü olay Mustafa Kemal’in askerlerini dolayısıyla Mustafa Kemal’in kendisini hedef hâline getiriyordu.
İnsanlar ölüyor, akıl sağlıklarını kaybediyor, intihar ediyor, aileleri dağılıyor ama Zekeriya Öz gibi alçaklar “Daha karpuz kesecektik.” diye alay ediyordu. Bugün güya içinde yetiştiği adalet dünyasına güveni olmayan bu şahıs kaçaktır. Yalan olsa bile gelip de masum olduğunu iddia edebilecek bir durumu yoktur.
İftira, kumpas, ihaleye fesat karıştırma, mobbing, torpil vs…
Darülharpte her şey mübah yani.
Ama aslında “darülharp” denilen şey, harp ilan edilmiş bir ülkede Allah adına her şeyi yapmaktan ibaret değildir. Darülharp sadece günahkâr yaratır.
Bu kavramla kastedilenin savaş sırasında ve sonrasında düşmanların canının, kanının, karısının, kızının, malının, mülkünün helal olduğu anlatılır. Her türlü bozgunculuk serbest çünkü nasılsa Allah adına yapılıyor.
Ne var ki aslında hiçbir savaş meydanda kazanılmaz. Meydanda gerçekleşen savaş aslında bir sonuçtur, son aşamadır.
Savaş daha büyük ölçüde değerlendirildiğinde darülpharpçilerin iftira, kumpas, hak yeme gibi her türlü yola başvurdukları görülüyor. Kanunsuzluğun dayanılmaz hafifliği, kısa zamanda bir suç imparatorluğu yaratıyor.
Asıl imparatorluğun gölgeler arasında kurulabildiği görüldüğünde ise darülharp adına yapıldığı söylenen her şey artık şahsi menfaate dönüşüyor. Tetikçi kafasındaki kafasızlar harcanırken onları yönlendiren kurnazlar güçlendikçe güçleniyor.
Böylece Lut kavmini aratacak bir dünya doğuyor ve sadece tiksindiriyor.
FETÖ’nün bugüne kadarki icraatları ise şunu göstermiştir: Uzaylıları anlatan filmlerde birtakım zararlı yaratıkların insanların içine girip onları zombileştirdiğini, kendi türüne zarar verir hâle getirdiğini görürüz. Bu da hemen olmaz. Zararlı yaratıklar, zamanı geldiğinde harekete geçerler ve ele geçirdikleri insanları her türlü suça teşvik ederler. Ta ki yok olana kadar… Bir beden bulmayan ya da bulamayan yaratıklar ise daima hedeftedir ve kolay av olurlar.
İşte 1950’lerde CIA’nın aldığı kararda olduğu gibi FETÖ de bu şekilde her yere sızma eğilimindedir. Bir suç işlenecekse bu suç düşman ya da rakip görülen kitlelerin üzerine bırakılır. Böylece bir “günahla” binlerce “günahkâr” vurulur.
Sizin bir yakınınızı öldürürler, sizi tutuklarlar. Bu da CIA’nın taktiklerine benziyor, değil mi? Benzemesi normaldir ve tesadüf değildir. FETÖ elebaşı kimin kucağında yatıyor?
Yazıda anlattığım zihniyeti daha iyi anlayabilmek için Fethi Yılmaz’ın “Katli Vacip” kitabını okuyabilirsiniz.
Türk devletinin gücünü kıramayan ve darülharp adına insanlıktan çıkan herkes, insanlıktan çıktığıyla, günah bataklığıyla yaşamaya mecburdur. Bu, onları tutuklamaktan da beter bir cezadır.
Tüm bunlara ve daha fazlasına rağmen Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin insanlara kafa tutuyor, “Çocuklarınızı dağa çıkarmayan tarikat ve cemaatlerle protokol yapıyoruz, çatlayın” diyebiliyor.
Bir kişi de çıkıp demiyor ki “Sayın Bakan, MEB’in görevi nedir? MEB neden öğretmen atar?”
90’lı yıllarda gönüllü imamlık uygulaması en çok Hizbullah’ın işine yaramıştı.
Hizbullah demişken… Yine MEB’in izniyle Hizbullah’a yakın bir dernek yarışma adı altında 10 milyon öğrenciye erişebilecek.
Aman ha…
Dikkat edin, çocuklarınız darülharpçi olmazsa dağa çıkar.