Dünyayı yönetmeye talip olanların basın ve medya aracılığıyla yarattıkları solucan delikleri vardır. Örneğin, Filistin’de atılan bir kurşun solucan deliklerine rast geldi mi Türkiye’ye düşebilir. Dünyanın herhangi bir yerinde sıkılan kurşunun hangi ülkeye düşeceği, atılan bir bombanın nerede patlayacağı artık kolay kestirilemez.
Filistin-İsrail arasındaki son mücadelenin Orta Doğu’daki etkisi de böyle oldu.
Daha önceki yazılarımda, Irak işgal edildiği zaman Filistin’deki radikal İslam’ın güçlendiğini yazmıştım. Irak, İslam’dan önceki dönemlerde bile İran’a karşı kale görevi gören kabilelerden oluştuğu için bu ülkeyi işgal etmenin, İran’ın bölgedeki işlerini kolaylaştırdığını da yazmıştım.
Bu yazdıklarıma dair küçük bir örnek, Henry Kissinger’ın “Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı?” başlıklı kitabında yer alıyor: “Bir Kürt devleti, Türkiye’deki Kürt azınlığı ve bir Şii devleti, Suudi Arabistan’ın Dhahran bölgesini alevlendirebilir ve Körfez bölgesini kontrol etmek için İran’a yeni bir üs sağlayabilir.”
Bugün Filistin’de apaçık bir şekilde soykırım yapılıyor. Bu soykırımın durdurulmasından ziyade yarattığı duygusal etkiden yararlanmaya çalışan iç ve dış unsurlar vardır. İçeride İslamcılığın etkisini artırmaya çalışanlar varken dışarıda da Türkiye’yi tecrit etmek isteyenler hazırda beklemektedir.
Mesela şu nokta ilginçtir: İran, OPEC’i ve Türkiye’yi İsrail’e ambargo uygulamaya çağırmıştır. Cevap olarak OPEC, “Biz siyasi kuruluş değiliz.” derken Türkiye de henüz bir ambargo uygulamış değildir. Buna karşın İsrail’deki süpermarket zincirleri Türkiye’nin HAMAS’ı terör örgütü olarak tanımadığını açıklamasıyla birlikte Türk mallarına boykot kararı aldılar.
İlginçtir, diyorum çünkü İsrail’deki bu hareket, İran’ın tutumuyla çelişmeyip aksine destekleyeceği bir harekettir. Daha da genişlerse ve devletin resmi politikası durumuna gelirse İsrail ambargo istiyor demektir.
Kendi devlet yapısına dair ABD’li dostlarını (!) dinlememekte ısrar eden ve dış politikada -özellikle Kürt devleti konusunda- dostlarının (!) aksine hareket eden Türkiye, tecrit edilmek ve başka bir dünyaya itilmek mi isteniyor?
Yine ilginçtir, Türkiye’den duygusal tepki ve radikal politikalar beklenirken İran sahadaki etkisini artırıyor. Sanki gizli bir el Türkiye’yi tecrit ederken İran ve İsrail üzerinden dinciliği, din ve mezhep üzerinden çatışmaları tetikliyor.
ABD’li dostları (!) Türkiye’ye bir rol biçmişti. O rolü Kissinger’ın aynı kitabında şu ifadelerle görmekteyiz:
“Son otuz yıl içinde, İsrail’le Müslüman dünyası arasında yaşanandan daha fazla ve daha kanlı savaşlar, Müslüman ülkeleri arasında gerçekleşmiştir. Bu, İslam içi çatışmaların kendi iç sapmaları ve gerilimleri olmuştur. Zaman zaman muhafazakâr İran, Körfez devletlerine ve Suudi Arabistan’ın başına bela olmuştur (Körfez devletlerinin korkuları açıkça söyleyemeyecekleri kadar büyük olsa da). Öte yandan, İran’ın güvenliğine hem kuzeyden hem de giderek daha çok doğudan Pakistan yoluyla tecavüz eden Afganistan’daki Taliban muhafazakârlığının tehdidi altındadır. Batı için kritik ülke, bölgedeki en büyük askeri güce sahip, Batı’nın müttefiki, İsrail’e dost ve coğrafyasının kaçınılmazlığı nedeniyle çekişen bütün güçler için önemli olan Türkiye’dir.”
Kissenger’ın bu kitabı ABD’de 2001, Türkiye’de 2002 yılında yayımlandı. Bu tarihler, Türkiye’de siyasal İslam iktidarının hazırlandığı tarihlerdir. Hemen sonrasında ABD’li stratejistlerin Türkiye’yi yangının ortasına atan fikirlerine karşı kendi stratejisini uygulayan Türk ordusuna kumpas kurulmuş, Kürt açılımı başlamış, Kemalizm’e ve Türklüğe karşı saldırılar en tepeden desteklenmiştir.
Burada şunu belirtmek gerekir: ABD’li diplomat, asker ve istihbaratçıların Türkiye ve Orta Doğu hakkındaki görüşleri aynı değildir. Bir kısım Amerikan devlet görevlisi Orta Doğu’da İngiltere’nin yaptığı gibi dengelerini kurarak çekilmek taraftarıdır. Bunlar, bir büyük devlet olarak Amerika’nın Orta Doğu’da çok fazla oyalandığı; çok fazla adam, para ve zaman kaybettiğini düşünür. Onlara göre Amerika devleti Çin ve Rusya gibi devletlerle kapışmalı, müttefik olarak da AB’yi yanına çekmelidir.
Bir kısım ABD’li de İsrail’le birlikte Moşiah / Mesih için çalışmakta, fanatik dinciliği ABD’de temsil etmektedir. 3 Orta Doğu dininden birinin fanatiği olan gruplar, bu coğrafyadaki sembollerden vazgeçer mi? Onlar da hâlâ Çin’i hafife almakta veya Amerika’nın gücünü Orta Doğu’dan alacağını düşünmektedir.
Asıl olan şudur: Her iki taraf da mevcut düşünceleri için Türkiye’nin yapısını değiştirmeye muhtaçtır.
Çünkü dincilerin çıkardığı yangına atılacak bir Türkiye de ancak dinci bir Türkiye olacaktır.
Yukarıda saydıklarımdan ilk grup, Türkiye’nin “Yeni Osmanlı” siyasetiyle Orta Doğu’da bekçilik yapmasını ister. İkinci grup ise Haçlı seferlerini unutmuş değildir. Karşılarına her yanda çıkan Türk ordusu -üstelik bu kesintisiz olarak sürmüştür- bir bataklığa sürüklenmeli, fetih hülyalarıyla komşu ülkelere saldırmalıdır. Bunun sonucunun ne olacağını yazmaya gerek yok herhalde.
Türkiye’yi dönüştürmek isteyenlerin olduğuna dair yine Kissinger’ın ifadelerine başvurmak gerekiyor. Jeopolitik konumu nedeniyle önemli bir müttefik olduğuna inandığı Türkiye için Kissinger; Türkiye’nin ulusal onurunun ve menfaatlerinin geri plana atılmasına yönelik bir eğilim olduğunu ifade ederek “Türkiye’nin iç yapısını ilgilendiren tercihlerinin bu şartlara karşı dengelenmesi gereklidir.” demektedir.
Gerçi Türkiye’nin yapısının değiştirilmek istendiğine kanıt olarak yüzlerce, binlerce yazılı ve sözlü beyan olmasına rağmen bunları görmezden gelenler çoktur. Öte yandan ABD’deki sözde demokrasi derneklerinde Türkiye’nin aleyhine çalışan “maalesef Türk” dediğimiz kimseler de çoktur.
Mesela Marine Corps University’den Sinan Ciddi, Türkiye’nin ABD’den F-16 alımında bile durumun gözden geçirilmesini; Türkiye’nin, ABD’nin dayattığı politikaları kabul etmesi durumunda bu satışın gerçekleşmesi gerektiğini yazmıştı. Ciddi, son gerilimlerden sonra da daima Türkiye’yi hedefe koymuştur.
Bu Georgetown Üniversitesi’nde ayağı olanların Türkiye uzmanlıkları çok şahane oluyor.
Türkiye’de solucan deliğine girip soluğu ABD’de alan tipler yaşadıkları ani şoktan olsa gerek, kendi çevrelerine bakmadan Türkiye’de bir şeyleri değiştirmeyi severler. Türkiye’nin yeterince sivilleşmediğini iddia edenler hep ABD ordusu ve CIA çevresinden çıkıyor. Bağlı oldukları Amerika’nın başka ülkelere askeri müdahalesini sonuna kadar desteklerler. Türk ordusunun emekli generalleri “Doğu Akdeniz tehlikededir.” dese darbe, demokrasi, sivilleşme diye inlerler.
Sakın Türk ordusunun gıkı çıkmasın!
Yasemin Çongar gibiler Türkiye’ye sivilleşme dersi verip asker ve sivili yan yana görünce kudururlardı. Ardından Türk subayları tutuklanıverirdi. Ne var ki Çongar’ın eşi Chris Mason da bir Afganistan ve Irak uzmanı olarak ABD dergilerinde yazıyordu.
İçeriden ve dışarıdan kuşatılırken girdiğimiz son evrede dünyadan tecrit edilmek, müttefiksiz bırakılmak isteniyoruz.
NATO’nun dayatmalarını kabul edemeyiz. Diğer yandan Rusya, Çin gibi ülkelerle girilecek iş birlikleri -özellikle Çin’le- pamuk ipliğine bağlıdır.
Birkaç örnek senaryoya bakalım.
Devletler dış politikada büyük oynadıkları zaman tarihi dayanaklarına dönebilirler. Türkiye’nin dış politikadaki etkinliğini “Osmanlıcılık” çizgisinde yürütmek isteyenler vardır. Rusya için de aynı şey geçerlidir. Orada da Çarlık ve Sovyet mirası söylemleri vardır.
Kazakistan’daki olaylar sırasında -aslında felaket senaryolarının hiçbiri gerçekleşmemesine rağmen- Türkiye ve Rusya’da birçok kitle kışkırtılmaya çalışılmış hatta Rus devletine yakın olan Sputnik’ten bile birtakım gazeteciler milliyetçilil ve intikam kokan beyanlarda bulunmuşlardı.
Sonuç olarak baktığımız zaman Kazakistan’da Latin alfabesine geçiş süreci durdurulmadı. Bir zamanlar “Türkçe Konuşan Devletler Topluluğu” gibi tuhaf adlarla bir araya gelen siyasetçiler, artık “Türk Devletleri Teşkilatı” adıyla bir araya geliyorlar.
Çin’le ilgili senaryoya bakalım.
Doğu Türkistan hem bizim hem de Çin’in yumuşak karnıdır. Kimin karnına dokunurlarsa onun canı yanar.
Çin’in yapısı ise açıktır. Sovyetler döneminde Afganistan’da Rusları rahatlıkla sattılar çünkğ Amerika’nın gücüne ihtiyaçları vardı. Amerika’nın gözünün önünde büyüyüp “İpek Yolu” projesiyle Amerikan devletinin yarısını hayrete düşürdüler. Yarının ne getireceği belli olmaz.
Genel sonuca bakarsak her devletin kendi menfaatleri, kendi iç dinamikleri vardır. Devletin görevlerinden biri, solucan deliklerini kapatıp kendi kaderini çizmektir. Bunun yolu da içeride ve dışarıda akılcı siyaset izlemekten geçer. En büyük akılcılık da önce milli güvenliğini sonra milli menfaatlerini temele yerleştirmektir.
Sağlam duran bir devletin taşıyıcı kolonları da sağlam demektir. Pekiyi… Bizde adalet ve liyakat ne durumdadır?