Oded Yinon’un planına dair yazdığım iki yazının ardından Filistin ve İsrail arasında yeni olaylar meydana geldi. Netanyahu’nun “görülmemiş saldırılar” olarak nitelediği saldırılarda birçok İsrailli ya öldü ya da kayboldu. Ayrıca kimi İsrailli generaller Filistinliler tarafından esir alındı. ABD, İsrail’e desteğini açıklayıp uçak gemisi filosu gönderme kararı alırken İran da Filistin’e desteğini açıkladı.
Oded Yinon’un milli strateji olarak önerdiği planını tekrar özetleyeyim.
1982 yılında öne sürülen bu plana göre, Suriye ve Irak’ta ulus yoktur. Bu iki ülkede çok sayıda ırka, dine, mezhebe mensup insanlar vardır. Dolayısıyla bu iki devlet İsrail için tam bir “fitne” sahasıdır.
İsrail’in genel stratejisi ise şudur: Mose Sharett’in daha önce yazdığım itiraflarından da anlaşılacağı üzere bazı “yumuşak” noktalar üzerinden aslında hedef ülkelerin birleşmesine neden olabilecek konuları birer ayrılık meselesi hâline getirmek. Bu noktalardan birisi Filistin’di.
Her zehrin bir panzehiri vardır.
İsrail’in stratejisine karşı Filistin tarafında da farklı bir cephe gelişti. Bu cephe ilk zamanlar İslamcılık düşüncesine değil; Arap birliği, Sosyalizm, laiklik düşüncelerine dayanıyordu. İsrail’in zaferiyle sonuçlanan Altı Gün Savaşları sonrasında bu düşünceler yani Nasırcılık da mağlup olmuştu.
Yine de bu düşünceler tamamen bitmedi.
Altı Gün Savaşları, Haziran 1967’de yaşanmıştı. Yukarıda saydığım düşüncelere dayanan Marksist-Leninist Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ise Aralık 1967’de George Habaş tarafından kurulmuştu.
Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi ise Habaş’ın yanından ayrılan Naif Havatme tarafından 1969’da kurulmuştur.
Habaş ve Havatme’nin ortak yanlarından biri, her ikisinin de Ortodoks Rum olmalarıdır (Mahmut Abbas’ın Rum ve Ermenilerle ilişkilerine çok da şaşırılmamalıdır). İki ismin kurduğu örgütlerin düşünce dünyasındaki fark ise şudur: Habaş’ın örgütünde ulusçuluk düşünceleri hâkimken Havatme’nin örgütü tamamen Marksist-Leninist’tir. Deniz Gezmiş de birkaç ay kadar bu örgütün kamplarında silahlı eğitim almıştı.
Havatme’nin dünyasında ulusçuluk yoktu. Başlarda aslında Arap kökenli olmayanların da katıldığı bir cephede oluşmuş ulus bilinci, tam da Oded Yinon’un istediği gibi, Havatme’nin dünyasında yoktu. Diğer yandan, Habaş’ın 1950’de kurduğu örgütün adı ise Milliyetçi Arap Hareketi idi.
Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır’ın asıl desteklediği örgüt ise başkanlığını uzun yıllar Yaser Arafat’ın yaptığı Filistin Kurtuluş Örgütü’ydü. Bu örgüt de içindeki farklı düşüncelere rağmen esasen Sosyalist eğilimlidir.
Arafat demişken bir not düşeyim: 1991’de Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi tepeden tırnağa bir ABD planıdır. ABD, Saddam’ın sırtını sıvazlayarak Kuveyt’e sokmuş, sonra onu cezalandırmıştır. Saddam’ın sırtını “Hadi koçum!” diye sıvazlayanlardan biri de Arafat’tır. Onun bu hamlesinden sonra Kuveyt’teki Filistinliler kapı dışarı edilmişlerdir.
Meşhur “Hanzala” karikatürünün çizeri Naci el-Ali de Arafat’tan çok çekmiştir.
Raşide Mehran adında bir kadının Arafat’ın özel jetini kullanmasını, yurt dışına gidip gelmesini, lüks içinde yaşamasını eleştiren bir karikatür çizen Naci el-Ali, Arafat ve çevresindekilerin düşmanlığını üzerine çekmişti.
Üstelik bu olaydan önce Yaser Arafat, gittiği bir lisedeki öğrencilere aynen şu sözleri söylemişti: “Naci Ali de kim? Ona söyleyin, karikatür çizmeye devam ederse parmaklarını aside sokacağım.”
Ve 1989’da Naci Ali öldürüldüğü zaman herkesi şaşırtabilecek bir tuhaflık ortaya çıkmıştı. Naci Ali’yi öldüren Filistinli infaz timi aynı zamanda MOSSAD’a çalışıyordu![1]
Naci Ali’nin öldürülmesi ya da laik görüşte olması, Orta Doğu’nun daha sonraki kaderi açısından asla tesadüf değildir; çok simgesel bir noktadır. Ayrıca tesadüf diye bir şey yoktur.
Filistin’deki sol hareketlerin “cihatçı” anlayışa evrilmesi devam ederken önce İran’da bir İslam devrimi gerçekleşti. Devrimin kahraman (!) lideri Humeyni, olaylar olup bittikten sonra Fransa’dan kalkıp İran’a geldi.
Humeyni İran’a döndüğünde tarih Şubat 1979’du. Aralık 1979’da ise SSCB, Afganistan’ı işgal etti.
SSCB’ye inen son darbe yine budur. Zaten sona doğru ilerleyen Komünist rejim, ABD’nin tuzağına düşmüş ve ABD bir taşla birkaç kuş vurmuştur. Afgan mücahitlerine milyarlarca dolarlık yatırım yapan Amerikalılar, Sovyetleri bir bataklığın içine sokmuş olmak için doğal olarak Afganistan’ı bir bataklığa çevirdiler.
Böylece eski düşmanlarını yeni düşmanlarına vurdurdular.
Irak’ın işgali, Filistin’deki radikal İslamcı düşünceyi güçlendirirken Orta Doğu da farklı bir sürece girmiştir.
Burada üç soruyu sorarak başka bir konuya geçmek istiyorum:
1- Neden ABD ve İsrail’in attığı her adım Müslüman, Hristiyan ve Yahudiler arasındaki radikalleri güçlendirir? Düşmana karşı radikalliğin gelişmesi doğal bir süreçse ABD ve İsrail bunu hesap edemiyor mu? (Tabii ki ediyor!)
2- Ilımlı İslam nedir?
3- Arap Baharı’nda kimler kimlerle beraberdi?
Şimdi gelelim kafa karıştıran bir başka noktaya…
İran, Filistin’e desteğini açıklıyor. Görünürde bu normal bir süreçtir: İsrail, Filistin’e saldırır. İsrail’in asıl hedefindeki ülke ise İran’dır. Bunu bilen İran da Filistin’e destek verir. İsrail’in son saldırılarında olduğu gibi, Hizbullah çıkıp İsrail’e saldırarak Müslümanları ümitlendirir.
Gazeteler yazdığı, TV’ler gösterdiği sürece bu hep böyledir.
Sonra birinin parasıyla, birinin diniyle, birinin de donuyla kamuoyunu meşgul edip süreci sonlandırırlar. Ölen çocukların acısı, hakaret edilen kutsalların öfkesi, cihatçıların sloganları kesiliverir. Geriye insanın içinde ve binaların dışındaki yangınlar kalır. Ahlâk da enkaza döner.
Suyu bile zor bulan ve halkının önemli bir bölümü rejime muhalif olan İran nasıl ayakta kalabilir? Petrolüyle.
Ambargo varken petrolü nasıl satacak?
Satması kolay… Parası ne olacak?
Ne olursa olsun ambargoyu delmesine yardımcı olacak güçlü bankalara ihtiyacı var.
Bugün Rusya’nın milyarlarca dolarını cebe indiren Batı’nın sistemi, İran’ın parasını el altından da olsa korumasına müsaade eder mi?
Deutsche Bank’a verilen cezalara bakılırsa ediyor!
ABD’nin en güçlü istihbarat ağlarından biri, Mali Suçları Araştırma Ağı yani FinCen’dir. Bu ağın kolaylıkla HSBC, JP Morgan Chase, Barclays ve nihayet Deutsche Bank’ın gerçekleştirdiği tüm işlemlere en ayrıntılı ve sınırsız şekilde erişimi vardır.
Deutsche Bank’ın ABD’deki iştiraki olan DB-TCA, Reza Sarrab’ın şirketlerine ait işlemleri gerçekleştirdiği için ceza yemiştir. Sarrab üzerinden Türkiye’yi topyekûn kurban etmek isteyenler, her zamanki gibi cambaza bak oyununu oymamışlardır. Maalesef cambaz da cambazın yürüdüğü ipi hazırlayanlar da içimizdedir.
Bankanın sözcüsü bu cezadan sonra “Zaaflarımızı ve kesilen cezayı kabul ettik” demişti ama banka hayli sabıkalıdır.
Mesela Jeffrey Epstein denen CIA bağlantılı sapıklık şebekesinin lideri, Deutsche Bank tarafından gayet iyi tanınıyordu. Buna rağmen Epstein de bu banka üzerinden işlemler yapabilmiştir ki DB, Epstein’in ağına düşen kadınlar adına açılan davada 75 milyon dolar tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Ayrıca yine aynı meseleden 150 milyon dolarlık mahkûmiyeti de mevcuttur.
Deutsche Bank, 1999’da da Hitler’in politikalarını finanse ettiğini kabul etmişti.
FinCen’e sunulan raporlara göre de şüpheli işlemler listesinde yer alan dünyanın en saygın bankaları, 2021’de 2 trilyon dolardan daha fazla şüpheli işlem gerçekleştirmiştir.
Niye yazıyorum bunları?
İran’ın ne kadar rahat olduğunu sorgulayalım diye!
Daima hedefte olduğu söylenen ve Filistin’e desteğini açıklayan İran; Mısır, Libya, Cezayir bir bir düşerken ve Suriye iç savaşla harap olurken dokunulmaksızın yoluna devam etmiştir.
Oysa çok nettir ki İran’daki rejimin muhalifleri -en başta da Güney Azerbaycan Türkleri- rahatlıkla rejimin ipini kesebilirler. Oysa İran onca karışıklığa rağmen ayaktadır.
İran bu bankayı satın almıştır!
Asıl kafa karıştırıcı nokta ise başkadır.
Hitler’in eylemlerini finanse eden kuruluşların başında gelen ve trilyonlarca dolar varlığı olan Deutsche Bank’ın birçok kurucu ve yöneticisi Alman Yahudisidir.
Mesela Lüdwig Bamberger, Aşkenaz Yahudilerden Bamberger ailesine mensuptur. Kurucu Herman Zwicker, Adolf Salomonshon, Arthur Salomonshon da Yahudi’dir. Bir diğer önemli isim Max von Schinckel ise Evanjeliktir.
Hitler, Yahudiler, İran rejimi…
Tesadüf diye bir şey yoktur.
Tarihten Daha Başka Örnekler
İran konusunda yazdıklarıma imkânsız gözüyle bakacaklar olabilir. Normaldir. Ne var ki dünyada “olmaz” diye bir şey olmaz.
Milli Mücadele sırasında Hindistan’daki Müslüman ve Hinduların yardımları gerçekten çoktur. Bunlar içinde çocuklarını satanlar vardır. Hindistan’ın İngiliz sömürgesi olması ise bir yandan bu yardımların hem samimi olmasına hem de at izinin it izine karışmasına neden oluyordu.
Yani casusluk faaliyetleri almış başını gidiyordu.
Abbas Han’ın, Azamettin Han’ın yazdığı İngiliz karşıtı yazıları okuyanların onlara kuşkuyla bakması imkânsızdı. Ortada bir İngiliz zulmü vardı ve onlar bunu tüm gerçekliğiyle yazıyorlardı. Hele Mustafa Sagir, yurt dışında bile Türkiye için faaliyet gösteriyordu.
Ama hepsi ajandı. Sagir, henüz 10 yaşlarında keşfedilmişti. İngiliz istihbaratı için çok özel olduğundan Türk devleti de ona özel muamele yapıp idam etti.
Cesaret ve samimiyet, mikrofon arkasından atıp tutmaya benzemez.
İran da devletler dünyasındaki Mustafa Sagir’dir ve onun suikast hedefleri de Türkiye ve Suriye’dir!
Tarihe dalıp gitmek eski bir adetim olduğu için bir örnek daha verip yazıyı noktalayayım.
Son yazılarımda ifade ettiğim gibi, Filistin meselesi üzerinden Türk kamuoyu bölündü. Bu bölünmeden üç belirgin grup ortaya çıktı. Bu grupların bir kısmı “Yiyin birbirinizi” diyor. Başka bir grup İsrail’e başarılar dilerken Ergenekon kumpaslarına alkış tutan ileri demokrat cihatçılarımız da Mehmetçik’i Kudüs’e göndermek istiyor.
Görüşümü çok net ifade edeyim: Üçü de yanlıştır.
Teşkilat-ı Mahsusa, Faslıların kara kaşına kara gözüne hayran olduğu için Fas’ta değildi. Orada görev yapan Türk subaylarının davası da Fas davası değildi. Birkaç subayla kök söktürdüğümüz Fransa, on binlerce askerini Çanakkale Cephesi yerine Fas’a göndermek zorunda kalmıştır.
Hâlbuki daha yakın zamanda kaybettiğimiz topraklardan biriydi Fas!
“Sen Filistin’e uzanırsan İsrail de teröre destek olur” diye bir şey de yoktur. Hele ki İsrail’in rahat durduğunu, Türkiye aleyhine çalışmadığını zannetmek neresinden bakarsanız bakın yanlıştır.
Bugün İsrail, bir yandan bölücü terör örgütünü desteklemeye devam ederken diğer yandan Barzaniler üstünden Kürt devleti kurma çalışmalarına devam ediyor.
“Biz tarihte İsrail’le hiç savaşmadık” diyenler vardı. Hâlâ varlar.
Doğru… 14 Mayıs 1948’e kadar İsrail yoktur.
O yüzden tarihte değil, bugün savaşıyoruz. MOSSAD ve yurt dışı İsrail timleri bugün askerlerimizi şehit ediyor. Siyonist örgütleri bugün vızır vızır aleyhimize çalışıyor. Bizi destekledikleri noktalar bile uzun vadede aleyhimize olduğu için destekliyorlar.
Arap ihanet etti de İsrail kimden alınan topraklarda kuruldu?
Arap’ı bile ihanete sürükleyen Siyonist sermaye güdümünde çalışan ordular ve istihbarat servisleridir!
Bütün milletlerin gizli düşmanı olan Siyonist, sen ona dokunmasan bile vadedilmiş topraklar için yanıp tutuşan sinsi bir yılandır.
Ve Türkiye’nin toprak bütünlüğü için, yılan henüz büyüyüp sınırlarımıza gelmeden başı kesilmelidir.
NOT: “Ba’ale Milhame”, Osmanlı’da Sabetayların kendi verdikleri isimlerden biridir ve “mücahitler” demektir.
[1] “Hanzala gibi yaşayıp ölen adam”, http://www.mucerret.com/portre/hanzala-gibi-yasayip-olen-adam/