Devletlerin ve insanların zaman algısı aynı olmaz. Hafızası olan bir devlet için 90’lı yıllarda meydana gelmiş bir olay, dile getirilmiş veya kaleme alınmış bir yazı, daha birkaç saat önce gerçekleşmiş gibidir. Belli bir plana göre, kabul edilmiş bir stratejiye göre hareket etmek böyle bir şeydir. Akıl, çok ağırbaşlı ve çok soğukkanlıdır.
Ülkesini düşünen herkesin hafızası sağlam olmalıdır. Bazen hatırlamak için bazen de gözden kaçanları fark etmek için arşivleri açıp karıştırarak analiz yapmak önemlidir. Bu analizler olaylar arasındaki bağın, devletlerin zaman algısını anlamak için bir anahtardır.
Ülkemizdeki sözde mülteci meselesinin, hafız kızların fotoğraflarını sansürleyen müftülüklerin, Türkiye ekonomisinin bugünkü durumunun daha iyi anlaşılması için de 90’lı yıllara dönüp bakmak faydalı olacaktır.
Öncesinde ne demek istediğime dair sadece küçük bir örnek vereceğim.
Cengiz Çandar, 1995 yılında şöyle yazmıştı: “(Türkiye) ya büyüyecek ya küçülecek.”
Çandar’ın bu akil (!) yaklaşımını “Mezopotamya Ekspresi Bir Tarih Yolculuğu” isimli kitabında da yer alan aynı minvaldeki şu ifadelerle görmekteyiz: “Yaklaşık yüz yıl önce, Orta Doğu bölgesinde, ulus-devlet formatında kurulmuş bir ülkenin, kuruluş dogmalarına göre varlığını devam ettirmesi mümkün görülmüyor. Ya küçülecek ya büyüyecek ama aynı kalamayacak.”
Tabii Çandar’ın bu türlü ifadelerini Orta Doğu’nun barış meleği (!) olan ABD’li kurum ve kuruluşlar yakından biliyorlardı. O kadar yakından biliyorlardı ki belki de Çandar’ın kendisinden bile önce biliyorlardı! Özellikle Birleşik Devletler Barış Enstitüsü (USIP)…
Tuncay Güney’in 2012 yılında Vatan gazetesinden Mustafa Mutlu’ya yazdığı mektupta şunları söylüyordu:
“Özal’a Amerika, ‘Türkiye’yi ya büyüt ya da küçültelim’ dedi. Türkiye büyüyemedi, küçülecek. Özal’a ‘Büyük Orta Doğu devleti olsun’ demişlerdi; olmadı. BOP dayandı kapımıza…”
Tuncay Güney kimdi?
Biraz becerikli bir sahte belge uzmanıdır. Örneğin 90’lı yıllarda Özal Harp Dairesi adına belge düzenleyip belediye başkanlarının kapısına giderek rüşvet istemiştir. Yine Abdullah Çatlı ve Abdullah Öcalan’ı aynı kare içerisinde gösteren fotoğrafı montajlayan yine odur. Neyse ki Çiller ve ekibi fotoğrafı inceletmeyi akıl etmiş de üç beş kuruşla kurtulmuşlar.
Ama galiba Türkiye ve siyasetçilerin kaderi çok yerde ayrıştığından ülkemiz o kadar şanslı olmamıştı. Güney’in sahte belge ve montaj fotoğraflarıyla başlayan ve askeri casusluk operasyonu da olan bir “tasfiye” hareketi başlamıştı. Ergenekon ve Balyoz kumpaslarıyla Türkiye, ABD’nin çizdiği kadere sürüklenmeye başlamıştı.
“Ilımlı İslamcı” Müslümanlar bu işin neresindeydi? FETÖ’nün teşeronluğunu biliyoruz. Bir de olaya pragmatist yaklaşmakla övünenler var ki her şeyin bir plan olduğunu iddia ediyorlar. Hâlbuki yine 90’lı yılların hareketliliği içinde Türkiye’ye biçilen rolün ve bugünlerin açıklamasının yapıldığı bir kaynak hiçbir şeyin pragmatizmle filan ilgisi olmadığını gösteriyor.
Obrad Kesic, 1995 yılında “Mediterranean Quarterly” dergisinde özetle şunları yazmıştı:
“…Amerikalılar, ABD’nin bu üç bölgeyle ilgili olarak Türkiye’den beklediklerinin hiçbirinin gerçekleşmemesi sonucu iki ülke arasındaki özel ilişkilerin sürdürülmesine Türkiye’nin bağlılığını sorgulamaya başladılar. Bu, Türkiye’nin jeostratejik rolünün, ülke ekonomisinin ve ülkedeki siyasal durumun çok daha eleştirici bir bakış açısıyla incelenmesine yol açtı.”
Kesic özetle şunları söylüyor: “ABD’nin nüfuzundan çıkıp tam bağımsız olmak isteyen bir Türkiye, her yönden saldırıya maruz kalacaktır.”
1995 yılına kadar saldırı altında değil miydik? Elbette ama unutmayalım: 90’ların özellikle ikinci yarısından itibaren saldırılar aşikâr bir hâl almıştır. O yıllar, gizlenmesi mümkün olmayan saldırıları ifşa edenlerin öldürüldüğü yıllardır. 2000’li yıllara gelindiğinde ise demokratikleşen (!) saldırılar, hukuksuzluk eliyle gerçekleştirilmeye başlanmıştır.
Kesic devam ediyor:
“Amerikan istihbarat çevreleri, resmi olmayan değerlendirmelerinde, Kürtlerle uzlaşmaması hâlinde, yeniden canlanan ve birleşen bir Kürt hareketi, ekonomik durgunluk nedeniyle kitlelerin huzursuzluğunun artması ve İslamcı köktendinci tepki sonucu Türkiye’nin parçalanacağını öngördüler. Kürt sorunu nedeniyle ortaya çıkan bölünmeler açık hâle gelmiş ve sorunlar yaratmaya başlamıştır.”
Zannederim 2000’li yılların başlarında o zamanın gündemine göre yazılan birçok yazı ve birçok kitap, 1995 yılında yazılmış olan bu yazı kadar isabetli değildir. İşte burada hafıza ve olaylar arasındaki bağ devreye giriyor. Devletler için zaman işte böyledir.
TSK’ye operasyon yapılırken pragmatist yaklaşan bir kimse isterse operasyon yapanların yanında olmasın. Kendi ordusunun, kendi devletinin yanında olmayan bir kimse ancak gizli birtakım amaçların peşinde koşuyordur.
Ilımlı İslam maskesi de burada yok oluyor ve “köktendinci” anlayış ifşalanıyor.
Allah için cihat ettiklerini düşünenlerin saldırmayacağı kimse yoktur. Kutsal bir amaca hizmet ettiğini düşünen herkes, her şeyi yapabilir. Allah için cihat edenlerin iş birliği yapmayacağı kimse de yoktur. Türkiye’de belli bir kesim tarafından yüceltilen Taliban, Brzezinski helikopterden inip “God is on your side!” diye haykırınca asıl cihadına başlamıştı.
Sığınmacı meselesi tüm bunlardan bağımsız değerlendirilemez. Türkiye, özellikle Afganistan ve Pakistan’dan köktendinci ihraç ediyor. Önceki yazımda da yazdığım gibi, ülkeye gelenlerin Türkiye-İran ilişkilerindeki küçük de olsa arızalar çıkarabileceğini unutmayalım. Bunlar, içeride de rejime ve topluma karşı sıkıntı oluşturacaklardır.
Ve darülharpte her şey mübahsa Türkiye’yi küçültmek için kimlerin yan yana geldiğini ve gelebileceğini siz düşünün.
Son olarak…
2013 öncesinde kurulan “Genç Siviller” gibi oluşumların sözde kanaat önderleri yeniden piyasaya çıktılar. Sığınmacıları ölümüne savunan bu kişilerin rahatlığı, son zamanlarda gerçekleştirilen tutuklamaları X uygulaması üzerinden önceden haber vermeleri, yine bu dönemde Batı’ya doğru kaymayla birlikte birtakım FETÖ’cülerin hükümette görev alması, kayıkçı kavgası mantığıyla yürütülen operasyonlarla yıllar önce olduğu gibi toplumun reflekslerinin köreltilmesi veya kontrol alınması gibi durumlar, darülharpte eskiye dönmenin de pek mümkün olduğunu gösteriyor.
Hafızası güçlü olan kolay kolay yanılmaz. Dünü ne kadar anladık? Bugünü nasıl görüyoruz? Yarına dair ne düşünüyoruz? Zaman gösterecektir.