30 Erkânıharbiyeli İçinde Bir Erkânıharbiyeli

Teşkilat-ı Mahsusa’nın son reisi Hüsamettin Ertürk Bey, Mustafa Kemal’i ilk defa 1909 yılındaki bir tatbikat sırasında tanımıştı. Hüsamettin Bey, Mustafa Kemal’i anlatırken “Otuz erkânıharp subayı içinde bir Erkânıharp Kolağası (yüzbaşı)…” diye söze girer ve ekler: “En çok konuşan, dikkat ve lezzetle dinlenen bir kimse idi. Parmaklarını harita üzerinde gezdirerek isabetli fikirler ortaya atıyor ve mühim tenkitler yapıyordu.”

Hüsamettin Bey, Mustafa Kemal’in anlattıklarından, tavırlarından, giyimine kadar yansıyan temizlik ve düzeninden etkilenmiş, kendi ifadesiyle o günden sonra bu genç subayın kaderiyle yakından ilgilenmeyi kendine iş edinmişti.

Erkânıharp Kolağası Mustafa Kemal’in isabetli fikirleri nelerdi?

Otuz erkânıharp subayının tatbikat için toplanma nedeni, Balkanlarda çıkacak olası bir harp hesap edilerek strateji geliştirmek ve ordunun durumunu konuşmaktır. Mustafa Kemal’in bu tatbikat sırasındaki konuşmasını özetleyelim:

“…Cesurdu kuşkusuz. Şikâyet ettiği bazı önemli sorunlar da vardı. Orduda partizanlık gördüğünü ve bunun ülke için büyük tehlikeler doğuracağını söylüyordu.

‘Yüksek rütbeli subaylar Hürriyet ve İtilaf, küçük rütbeliler de İttihat ve Terakki üyeliğiyle övünüyor. Ordu, siyasetten daima uzak kalmalıdır. Hepimiz özgürlük ve güvenlik, adalet ve eşitlik ilkelerinin bu ülkede egemen olması için savaştık. Hareket Ordusu ile İstanbul üzerine yürüyerek meşrutiyeti elde ettik. Sonuçta bunlar rejim sorunuydu. Ordu, kendisine düşen görevi yaptı. Gericiliği bozguna uğrattı. Fakat artık yeter, şimdi işimize bakalım. Yarın savaşlar olur da orada Osmanlı subayları particiliğe düşerse zavallı Mehmetçik’in hâli ne olur? Sorarım sizlere.”

Genç erkânıharp subayının ne kadar haklı olduğu Balkan Harbi’nde yaşadığımız acı tecrübe ile anlaşılmıştır. Balkan Harbi her şeyden önce, partizanlığa kapılmış bir ordunun düşeceği durumun en önemli örneklerinden biridir. Çarlık Rusya’sının biraraya getirdiği Sırbistan, Karadağ, Yunanistan, Bulgaristan devletleri Osmanlı’ya saldırdığı zaman ne yazık ki Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile İttihat ve Terakki Fırkasına mensup olan Türk subayları birbirleriyle mücadele ediyorlar, birlikte hareket etmekten kaçınıyorlardı.

Nereye girerse girsin partizanlığın girdiği yerden alıp götüreceği çok şey vardır ama acı tecrübeden başka verdiği hiçbir şey yoktur.

Sorarım size, Mehmetçik’in hâli o savaşlarda ne olmuştur?

Devam edelim.

Bahsettiğimiz tatbikat veya kongrede genel sekreterlik görevini üstlenen kişi Tevfik Rüştü Aras’tır. Onun hatıralarından da Ziya Gökalp’ın ve Mustafa Kemal’in kongrede çok dikkat çektiklerini anlıyoruz. Aras’ın hatıratına göre, Mustafa Kemal şu önemli hususlara dikkat çekmiştir:

“Huzurunuzda, şimdi ifade edeceğim kanaatime göre, ben, bugün burada bulunmamalıydım fakat aziz vatanımızın maruz bulunduğu büyük tehlikeyi düşünerek ordu içindeki teşkilatı ile ordumuzu, mebuslar meclisindeki azaları ile meclisi, hükümeti elinde tutan Cemiyetin en salahiyetli makamı olup en büyük mesuliyeti taşıması lazım gelen bu kongreye, gerçeği anlatmak için geldim. İnkılabı, ordumuzun yardımıyla yaptık. Ondan sonrasını getiremedik. Cemiyetimiz, hâlâ orduya dayanıyor. Bu sebeple, ordumuzda disiplin sakatlanmış, talim terbiye aksamıştır. Hâlbuki etrafımızı çeviren düşmanlarımız, durmadan ordularını kuvvetlendirmektedirler. Tehlike, büyüktür.”

Yine Mustafa Kemal, çok açık ve net bir biçimde “…Cemiyet arkadaşlarımız, politikada devam etmek istiyorlarsa ordudan çıkmalı ve Cemiyetimizin halk içndeki teşkilatı arasına girmelidirler. Bu suretle, gün kaybına bile meydan vermeyerek, ordumuz politikadan uzaklaşmalıdır.”

Günümüze gelelim.

Asıl meseleye geçmeden önce şu noktaya dikkat çekmek gerekir: Bilhassa sosyal medyada yapılan paylaşımlarla Türk gençlerinin zihinleri bulandırılıyor. İttihat ve Terakki üzerine yoğunlaşan bu paylaşımlar, mesela kalpak ve revolver edebiyatı, Türk gencinin zihnini romantik bir sanallığın içine sürüklüyor. Muhafazakâr kesimde yükseltilen Abdülhamid hayranlığı, Türk gençlerinde bir İttihatçı tepkiye dönüştürülüyor. Bir anda kendimizi 1923 öncesinde buluyoruz.

Türk gençlerinin pek çoğunun subay olmak istediği şüphe götürmez bir gerçektir. Hangi alanda olursa olsun çok çalışıp donanımını geliştirmekle yükümlü olan Türk genci, zihnini komitacılık veya partizanlık özentiliğinden uzak tutmalıdır.

Tarihi gerçekler gösteriyor ki Mustafa Kemal’i birtakım sosyal medya paylaşımlarında, kafası atınca belindeki silahı çekip ihtilal yapmaya kalkanlarla karıştırmak, herhalde tüm dincilerin iftira ve hakaretlerinden çok daha ağır saygısızlıktır. O, kaç yaşında olursa olsun her yaşında birçoklarıyla kıyas edilemeyecek kadar zeki ve erdemliydi.

Okumaya, araştırmaya, gerçek tehlikeleri görmeye ve çözümler üretmeye değil de çeşitli televizyon dizileri, filmler, romanlar ve romanlardan daha hayali olan sözde inceleme kitaplarıyla beline silah takıp önüne geleni hainlikle suçlayarak katil tetikçiler yapılmak istenen Türk genci, damarlarında taşıdığı asil kanın gereğini yaparak bu iğrenç ve sinsi saldırıyı bertaraf edecektir.

Her ihtilalin aslında ihtilal olmayacağını bilmek gerekir. O zaman revolver romantizmi yerini gerçekçiliğe bırakacaktır. Bunun için de okumak ve analiz etmek gerekir.   

Türkiye’de darbe veya ihtilaller, genellikle haklı ya da gerekli olup olmadığı üzerine tartışılır. Bunlardan daha önemli olanı, ABD gibi devletlerin Türk ordusundaki birtakım subayları yönlendirerek Türkiye’nin kaderini yönlendirme stratejisidir. Siyaset ve toplum tarafındaki birtakım sıkıntılar veya oyunlar, TSK’nin subaylarını kaygılandırmak ve nihayet darbeler tertipleyerek aslında her şeyden önce ordunun komuta kademesini ele geçirmek için kullanılmıştır.

Darbelerin dışarıdan göründüğü gibi olmayabileceğine dair bir örnek vereyim.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra ABD’nin Türkiye’ye yönelik dayatmaları artmıştır. Turgut Özal’ın siyaset sahnesindeki yükselişi de bu dönemde başlar. Darbeden 6 yıl sonra Türkiye’ye gelen Amerikalı William Taft, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyini işgal etmesini istiyordu. Özal’ın yürekten desteklediği ve Kemalist Türk subaylarının karşı çıktığı planın amacı Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmek filan değil, Kürt planını gerçekleştirmekti. ABD’nin Kürt planı ise Türkiye’nin bölünmesinden geçiyor. Federasyon filan hikâyedir.

İşte bu plana karşı çıkan Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, ABD Savunma Bakanı Yardımcısı William Taft’ın görüşme talebini reddetti. 80 darbesini gerçekleştirenlerin arasında yer almayan Üruğ, Orgeneral Necdet Öztorun’la hareket ediyordu. Necdet Üruğ her ne kadar Öztorun’un önünü açmak için istifa etmiş olsa da Turgut Özal ve Kenan Evren iş birliğiyle Öztorun da başka komutanlarla beraber emekli edildi.

Özal bugün hayatta olsa ve ona bu durum sorulsa muhtemelen “TSK içindeki otoritemi sağlamlaştırmak için yaptım.” derdi. Bu dediğinde samimi de olabilirdi ama bizim buradan çıkaracağımız ders çok başkadır.

1- Her yerde herkesten çok konuşan, her yerde herkesten çok yazan papağanların “Asker, siyasete bulaşıyor.” diye tekrar edip durmalarının aksine, Adnan Menderes gibi, Turgut Özal gibi ve son olarak Erdoğan gibi politikacılar daima orduya hâkim olmaya çalışmışlardır. Bu da siyasetin orduya bulaştırılmasının en sinsi hâlidir. Askerlikle hiçbir alakası olmayan siyasetçilerin orduya karışması, Türk karakteristiğine aykırıdır. Yozlaşma getirir.

2- Özal’ın orduya hâkim olma isteği, ABD’nin orduyu yönlendirme isteğiyle birebir uyuşuyor. Görünene bakarsak Özal-TSK çatışması diye yıllarca okuduk ya da duyduk. Gerçekte olan ise benim için çok nettir: Kemalist subayların, siyasetçiler eliyle orduya hâkim olmaya kalkan ABD’ye karşı direnişi.

3- Mustafa Kemal gibi cesurca ifade etmek gerekirse de yaygın kanının aksine Genelkurmay her dönemde Kemalist ağırlıklı olmamıştır. İmam Hatiplere ve din adamlarına özel bir ilgi gösteren, laikliği ve laik okulları küçümseyen hatta düşman gibi gösteren Cevdet Sunay’la Kenan Evren birer örnektir.

Özetleyecek olursak açık görüşüm şudur: Yakın tarihimizde gerçekleşmiş darbelerin neredeyse tamamı aslında en önce Türk ordusunun komuta kademesine karşı gerçekleşmiştir. 1960’taki ihtilal bile ne kadar haklı olursa olsun kısa zaman içinde ihtilalcilerin kendi içindeki tasfiyeler yani mücadeleler baş göstermiştir.

Asıl anlatmak istediğime dönüp noktalayayım.

Türk ordusunu bugün de siyasileştirmek için her şeyi yapıyorlar.

Türk ordusu, Türk milletinin bağrından kopar. Türk çocuklarının zihninde tohumlanan her neyse subay, polis, yargı mensubu olduklarında filizlenecek olan da odur. Milletimiz müthiş bir partizanlığa yönlendirilirken diğer yandan da çok yoğun bir biçimde devletin mahremi hedef alınıyor. Her dizide, her romanda, her araştırma kitabında devlete ait olduğu iddia edilen sırlar ortaya saçılıyor. Buna da “Toplumu bilinçlendirmek” veya “ümitlendirmek” deniliyor.

Devletin mahremi hedef alınmışsa amaç onu yıkmaktır. Hiçbir devlet, sırları ortaya saçılarak veya sırları anlatıldığı iddia edilerek korunamaz. Partizanlığa sürüklenmiş ve kendi gerçeklerinin fanatiği olmuş kimseler de kendi varlıklarını bile koruyamazlar.

İşte böyle bir nesil yetiştirilmek isteniyor.

Hürriyet ve İtilaf Fırkasıyla İttihat ve Terakki’nin çekişmeleri sonucunda meydana gelen faciayı tekrar yaşatmak isteyenler, çok tehlikeli bir oyun oynayarak özellikle gençleri Abdülhamitçi-İttihatçı temelindeki sanal bir kavgaya sürüklemeyi amaçlıyorlar.

Yanlışıyla doğrusuyla Abdülhamid devrildi. Yanlışıyla doğrusuyla İttihatçıların bir kısmı ülkeyi terk etmek zorunda kalırken bir kısmı da zaman içinde tasfiye edildi.

Acaba daha hayattayken tarihin haklı çıkardığı adamı, Türk devletinin kurucusunu, Mustafa Kemal Atatürk’ü mü çalışsak?

Çünkü tarihin her noktasını bilmenin şart olmasıyla yeri geldiğinde devleti kuracak yeri geldiğinde devleti kurtaracak fikirlerin çalışılması çok başka şeylerdir.