Birtakım suçluların, güvenlik kameralarının görmediği kör noktalarda suç işlemesi gibi tarihin karanlık ve kör noktalarında suç işleyenler vardır. İnsan, tabiatı gereği göremediği şeyi merak eder. Hiç göremiyorsa veya zayıf görüyorsa tedirgin olur. Tarihin karanlık noktalarına giren eğitimli suçlular da burada gördüklerine dair bolca yalan söylerler. Kimisi hiç görmez ama görmüş gibi davranır. Böylece toplumda yıllarca aldatılmış olma hissi uyandırılır.
Türk toplumunda yaratılan his de budur. Evet, bizim tarihimiz çok yanlış bir bakış açısıyla ve yüzeysel olarak anlatılır. Evet, kendi tarihimize dair pek çok şey Hint-Avrupa efsanelerine dolayısıyla emperyalizmin Hitler yaratan kibirli bakışına dayandırılarak anlatılır. Buna bir de insanlık veya din sosu eklendiği zaman hezeyana, hamasete muhatap olan kişi kendinden geçmeye başlar. Sahte bir aydınlanma hissi gelir. Oysa güneşin aydınlatmasıyla mumun ya da ampulun aydınlatması bir değildir.
Mevcut siyasal iktidarın işlediği suçlardan biri işte bu sahte aydınlanmadır. Cumhuriyetin ya da Atatürk’ün yanlışlarını tartışmaya açmak bahanesiyle millete birçok yalanlar söylendi. Elbette akıl, mantık, samimiyet, saygı sınırlarında eleştiri yapılabilir ama siz topluma fikir diye safsata sunar ve onu bununla oyalarsanız kısa zamanda zekâ seviyesini düşürürsünüz. En önemlisi de insanların mevcut devlete karşı aidiyetini zayıflatırsınız.
Son yılların en nankörce iftiralarından biri, harf inkılabıyla toplumumuzun cahil bırakıldığıdır. Bu safsatayı savunan sıradan bir vatandaşa kızmak yerine anlatmak gerekir. Dinlemiyor veya anlamıyorsa ya da böyle olacağını baştan anlıyorsanız susarsınız. Asıl kızılması gerekenler sözde profesörlerle pabucumun aydınlarıdır. Bakımlı bir sakal, hayli pahalı şık bir takım elbise, konforlu bir çalışma odası ve o malûm fes… Ilımlı Müslüman olacağız diye ılık süslümanlara dönen pabucumun aydınlarının tarifi budur. Dillerindeki safsatalar ise yeteneksiz, bilgisiz, kendine güveni olmayan kimselerin farklı olabilmek için başvurabilecekleri tek şeydir.
Şimdi gelelim harf inkılabına…
Çok geriye gitmeden önce Fuad Köprülü’nün, harf inkılabının ilk zamanlarında Milli Mecmua’da kaleme aldığı görüşlerini hatırlayalım. Köprülü, Batı medeniyetine girmenin Latin alfabesini kabul etmekle olacağını zannedenlerin yanıldığını öne sürer. Ülkü dergisinde, inkılabın 10. yılına özel yazdığı yazıda ise “Bu kadar azametli, bu kadar geniş bir dönüm noktası var mıdır? Bilemeyiz. Bir milletin alfabesini bırakıp yeni alfabe kabul etmesi, eski kültür dairesinden çıkıp yeni bir kültür çevresine girmesi demektir. Arap alfabesinden çıkmakla Orta Çağ Doğu kültüründen silkinip çağdaş Batı kültürüne girmek iradesini göstermiş oluyorduk” der.
Köprülü’nün kaleme aldığı ilk yazıyı görüp ikinci yazıdan haberi olmayan içi geçmiş sazanlarla ikinci yazıyı okuyup tarihi kırpmaya kalkan işgüzarlar arasında hiçbir fark yoktur. Bu ülkeye kötülük etmek için programlanmış cehalet klonları arasında ayrılık gözetemiyoruz.
İşin tarihi seyrine gelelim.
Bu sefer çok geriye gidersek Kâtip Çelebi’nin şöyle dert yandığını görürüz: “Herkes onaylar ki müddet-i ömründe doğru yazılmış bir kitap öğrenememiştir.”
Kâtip Çelebi’nin serzenişinin ne anlama geldiğini kendisinden iki asır sonra Münif Paşa sayesinde daha iyi anlıyoruz. Paşa, 1862’de Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye’de Arap harflerine yeni bir şekil vermek, harfleri ıslah etmek, yazılışı ve okunuşu kolaylaştırmak gerektiğini anlatmıştı. Yine Latin harflerine dair görüşlerinde ise en çok dikkat çektiği şey, Avrupalıların Latin harfleri sayesinde doğru yazmaları, meramlarını eksiksiz anlatmalarıydı. Kâtip Çelebi’nin serzenişi işte böylece Münif Paşa’da yankı bulmuş.

Azerbaycan Türkleri arasında ise Arap harflerinin ıslahatına ve Latin harflerine dair çalışma yapanların öncüsü Mirza Fetheli Ahundzade olmuştur. Bu değerli Türk aydını, Arap harflerinin ıslahıyla ilgili çalışmalarına dönemin sadrazamı Keçecizade Fuad Paşa’ya sundu. Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye’de Arap harflerinin ıslahı makul bulunup kabul edilse de işin hem müşkilatının ağır olacağı hem de “…eski asar-ı İslamiyenin nisyanını da müeddi olacağından” reddedilmiştir. Ahundzade bu tarihten sonra Latin alfabesinin kabulünü savunmuş ama yine netice alamamıştır.

19. yy. sonlarından başlayıp 20. yy. başlarına kadar tartışmalar genellikle Arap harflerinin ıslahı üzerinedir. Enver Paşa da Harbiye’de nazır olduğu zamanlar bu çalışmalara katılmış, “Enveriye”, “Hatt-ı Enverî”, “Hatt-ı Cedid” gibi isimlerle adlandırılan huruf-ı munfasıla ise yaygınlık kazanmadı. Arap harflerinin ayrı yazılmalarına dayanan bu şeklin yaygınlık kazanmayışını Şakir Ülkütaşır şöyle anlatıyor: “Bu reform da olumlu bir sonuç vermedi. Veremezdi, çünkü bu önerilerde ne mantıki bir esas ne ayrışık bir vasıf vardı. Kısacası, eskilerin bu işe biraz yenilik vermek isteği idi.”
Ne Latin harflerinin kabul edilmesi ne de Arap harflerinin, Türkçenin yazımında yetersiz kalması konusundaki görüşleri yeni değildir. Açıkça görüldüğü üzere de “İslami” açıdan sakıncalar göz önüne alınarak ıslahata yanaşılmıyor. Hâlbuki aslolan, milletin hızlı bir şekilde eğitilmesiydi.
Harf inkılabıyla birlikte hayatımıza giren Millet Mektepleri, Latin alfabesinin kabulünden sonra 4 ay süreyle eğitim veriyordu. Milletimizin yeni harfleri benimsemesi bu sayede daha hızlı ve daha kolay oldu. 1 yılda 65 bine yakın insanımız okuma yazma öğrendi.
Son iki noktaya gelip yazıyı noktalayacağım. Faydalanılabilecek kaynakların bir kısmını yazımın son bölümüne ekleyeceğim.
Bir süre önce hayatını kaybeden Teoman Duralı’nın, harf inkılabına dair söyledikleri sosyal medyada yeniden dolaşıma girdi. Duralı, harflerin değişmesini “hafıza soykırımı” olarak nitelendiriyor ki bu vahim hezeyanı nedeniyle kendisi hayatta olmadığı için olumsuz bir ifade kullanmayacağım. Ne var ki bu da apayrı bir yanlıştır, gözünün önündeki gerçekleri görememektir.
Çok eskilere gidersek Frankların kendi tarihlerine dair kroniklerine rastlarız. Macarların, Kıpçak bozkırlarına gelip köklerini aradıklarını görürüz. İsveçlilerin ta İskandinav topraklarından kalkıp Doğu Türkistan’a giderek ilk vatanlarının izini sürdüklerini öğreniriz. Buna karşın toplum açısından bakarsak bizim bilgimiz ekseriyetle Oğuz Han’la, Afrasiyab’la sınırlıdır ki bunlardan da geriye artık efsaneler kalmıştır. Eski köklerine dair bilimsel çabalarla efsaneleri yorumlayan Batılı çağdaşlarına karşın Osmanlı devletindeki birçok aydın geride kalmıştır. Ancak son devirlerde bu durumun değişmeye başladığını ama yine de geride kaldığımızı görüyoruz. Orkun Yazıtlarını çözme konusunda ilk yarışa girenlere, heyecananlara bakalım. Bir de aynı süreçteki ağır tavrımızın nedenlerini gözden geçirelim.
Orkun Yazıtlarında ise ilginç ama pek üzerinde durmadığımız bir noktaya rastlıyoruz. İfade özetle şudur: “Kişioğlu kılındığı zaman onların üstüne atalarım kağan kılınmış.”
Biz bugün hafızasını sıfırlamış bir toplum olarak (!) Orkun Yazıtlarından hareketle hem Türk Kağanlığı devri hem de daha eski devirlere dair çıkarımlarda bulunmaya çalışıyoruz. Bu çıkarımlardan hareketle Türk kültürüne dair bir şeyler öğrenmeyi umuyoruz. Yazıtların birçok yönden muhteşemliği ayrı bir mesele olmakla beraber -siyasi nedenleri bir kenara koyarsak- hafızamızda gelenek görüyoruz, kültür görüyoruz, inanç görüyoruz, edebiyat görüyoruz ama eski devirlerin olaylarına dair pek bir şey göremiyoruz. Ancak yabancı kaynaklar hariç…
Biz eski tarihimizi yeni yeni keşfederken bırakalım bugün bildiğimiz Hunları, İskitleri; daha eskilere gidip Etrüsk-Türk ilişkilerini araştıran yabancılar vardı: Isaac Taylor gibi.
Evet, tarih yapan milletiz. Gel gelelim, “Hafıza soykırımına uğradık” şeklindeki düşünceyi ancak ve ancak nankörlük olarak görebiliriz. Çünkü bugün bile memleketin 10 yıl önceki gündemini adamakıllı hatırlıyor olsaydık belki çok şey daha başka olurdu. Fakat hatırlamıyoruz. Ergenekon ve Balyoz kumpasları büyük tarihi olaylardır. Bakın bakalım, toplumun ne kadarı bu fenalıkları hatırlıyor.
Bugünkü Türkiye’nin tarih bilgisini tarihteki herhangi bir dönemle kıyaslayın. İşin hafıza soykırımı değil, hafızayı diriltmek olduğunu rahatlıkla görürsünüz. Tabii kimileri hafızayı Türklerin kitleler hâlinde İslam’ı benimsediği dönemlerden itibaren başlatıyor. Yani asıl sıfırlamayı yapıyor. Tarihi sıfırlamak, Latin harflerinin kabulüyle değil de İslam öncesi Türk tarihini sıfırlamakla mümkün olabilir. Nitekim cumhuriyetimizin ilanı ve harf inkılabıyla birlikte eğitim daha da yaygınlaşmış ve her şeyden önce hızlanmıştır.
Aslolan da budur.
Hiçbir alfabede büyülü güç yoktur. Arap harfleriyle yazan bir kimse daha Müslüman olmaz; Latin harfleriyle yazıyoruz diye muasır medeniyetlere seviyesine çıkmış olmayız. Söz konusu olan şey eğitimdir. Bu nedenledir ki Osmanlı devrindeki aydınlar, belli bir dönemden -özellikle Osmanlı Türkçesinin daha çok yabancı kelimelerin etkisinde kaldığı dönemden- itibaren doğru yazma ve doğru okuma üzerine kafa yormuşlardır. Yine dönemin şartlarından ötürü Latin harflerinin sessiz bir şekilde de olsa öne sürüldüğünü görmekteyiz.
Bu milletin hafızasının harf inkılabıyla sıfırlandığını iddia edenlere aldanmayın. Onların derdi milletin tarih bilmemesi değil, tarih bilmesidir. Onlara göre Türk Kağanlığına, Hunlara, İskitlere ne gerek vardır ki? Nihayetinde bir noktaya kadar onlar da azılı Türk düşmanlarının savunduğunu savunuyorlar. Diyorlar ki: “Türkler eskiden medeniyetsizdi.”
Aralarında yalnız bir fark vardır.
Bir taraf hâlâ medeniyetsiz olduğumuzu iddia eden azınlık faşistlerinden oluşuyor.
Diğer taraf ise İslam sayesinde medeniyetle tanıştığımızı iddia ediyor ve önceki dönemleri aşağılamayı, yaftalamayı seçiyor.
Oysa hafızanın başlangıç noktasını ideoloji belirleyince kişilerden aydın, bilge profesör olmaz; olsa olsa palyaço olur.
Çevrilmiş onca kitabı, onca risaleyi tek satır bile okumayan kimseler hafızanın sıfırlanmasından söz edemezler. Okuyamıyoruz değil, okumuyorsunuz.
Yararlanılan Kaynaklar:
Şakir Ülkütaşır, “Atatürk ve Harf Devrimi”, TDK Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 2009.
Theodor Menzel, “1926 Bakü 1. Türkoloji Kongresi”, Palet Yayınları, Konya, Nisan 2017.
Mehmed Mazlum Çelik, “Osmanlılar Arap Alfabesinden Rahatsız mıydı?”, Independent Türkçe, https://www.indyturk.com/node/568211/haber/osmanl%C4%B1lar-arap-alfabesinden-rahats%C4%B1z-m%C4%B1yd%C4%B1, erişim: 06.08.2023
Metin Kale, “Harf Devrimi”, Erdem, Yıl: 1999, Cilt: 11, Sayı: 13, ss. 811-831.