Khaled Hosseini’nin “Bin Muhteşem Güneş” romanını çok beğendim. Afgan toplumunun yıllar içinde nasıl değiştiğini, Afganistan’ın bugünlere nasıl geldiğini çok güzel bir şekilde işleyen bir eser yazmış. Eserin kadın karakterlerinin yaşadıkları da bu değişimleri çok güzel ifade ediyor. Eşlerinden kıymet görmeyen anneler, çok eşli sorumsuz babalar, kimi el bebek gül bebek kimi de zorluklar içinde ama hayal kurmaktan vazgeçmeyen kız çocukları… Okunmasını şiddetle tavsiye ettiğim için çok ayrıntıya girmeyeceğim.

Biliyorum ki bizim ülkemizde de güneşin batmasını, bir daha doğmamasını isteyenler var. Şahıs ve zümre egemenliğini kurup Allah’ın egemenliğini kurduğunu iddia edenlerin insanlığa büyük zararları oldu. Kendilerine dünyada cenneti yarattılar. Tanrı rolüne büründüler. Dünyadaki bütün günahlar onlara sevap oldu. Dünyadaki bütün mülkler onlara bağışlandı. Dünyadaki bütün kadınlar onlara ait oldu.

Çok eşliliğe “nefis” bahane edildi. Bazı toplumlar buna çare bulurken gecelik nikâhları öne çıkardılar. Kadın ve erkek arasındaki ilişkiye imamları dahil ettiler. Bazı toplumlar erkeklere eş kotası getirdiler. Gerekçe olarak zinanın engellenmesi gösterildi.

Milletin çoluğunu çocuğunu ölüme gönderdiğinde veya malın mülkün büyük bölümünü kendine aldığında “imtihan” diyenler bir imtihandan daha kaçmış oldular. Madem zina günah, o zaman kadın kotası getirelim!

Hâlbuki bir kuyumcudan zerre altın çalmanız günahtır. Bunun bir kotası yoktur. “Nefsini tatmin et diye hırsızlığın şu kadarı serbesttir” diye bir kota getirilmemiştir. Ne var ki nefsin mal mülk hevesine kota getirmeyen insan tanrı, nasıl olmuşsa kadınlara kota getirmiştir.

Gerekçe, “Hırsızlığın var, zinanın affı yok.”

Yani Tanrı ile güzel oyun oynuyorlar (!). Onun yasaklarını çok güzel deliyorlar…

Oysa olay, şahıs veya zümre egemenliğinin zevk ve sefasını güvenceye almaktan ibarettir. Divana oturup dağ gibi şişmiş göbeğinin üstünden nargile çekerken kadınların birine meyve getirtip diğerini şehvetin hizmetine sokmak dünyada cenneti kurmaktan ama bu arada kadınlar için cehennemin kapılarını aralamaktan başka bir şey değildir.

Özgürlük herkes için özgürlüktür.

Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletine çok net bir biçimde şu uyarıyı yapmıştır: “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki bir kütlenin parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?”

Bir toplumun ilerlemesinin gerekleri ve gerilemesinin nedenleri birkaç cümlede ancak Mustafa Kemal aklı tarafından özetlenebilirdi.

HÜDA-PAR gibi oluşumlar onun kurduğu düzene kafa tutma hadsizliğine girerken “devlet aklı” olduğunu unutanların Mustafa Kemal aklını çalışmaları gerekiyor. Korkarım ki bu çalışmaya en temel bilgilerden başlamaları gerekiyor. “Devlet Ana” nedir? Devletin çocukları bunu hatırlamak ve anlamı üzerine kafa yormak zorundadır.

***

HÜDA-PAR GİK üyesi Ayşe Sülün, kadınların sahiplendirilmesiyle ilgili açıklamasından ötürü çok tepki çekti. Sonra yapılan açıklamada “Kastımız fon kurmak ve yalnız kadınları desteklemektir” denildi.

Benim şüphem yok ki kurulan her fonun tek şartı bir kadının yalnız olması olamaz. Zaten fon mantığına aykırı bir durumdur bu.

Akılları sıra hayallerindeki yapı şudur: Yalnız bir kadının başı açıksa kapanıp çarşafa girmesi, belirlenen mümin bir kardeşimizle evlenmesi, okula gidilmesine müsaade ediliyorsa da belirli şartlarda gidilmesi vs vs…

Tembel bir öğrenciye kimse burs vermek istemez. Şüphe yok ki hiçbir din tüccarı da parasını kendi inançlarına hizmet etmeyen bir insana hele ki bir kadına harcamaz.

Mühim olan dincinin dünyasındaki düzeni keşfedip anlayabilmektir. Onların hakikatleri de bunlardır çünkü ve dünyada bu türlü hadsiz müdahalelerin örneği çoktur.

Mesela…

Hürriyet’in İran’la ilgili 21 Nisan 1989 tarihli haberine bakalım (özetle):

“1- Halka açık yerlerde çarşafsız gezmek suçtur. Bu suçun cezası 74 kırbaçtır.

2- Çarşafsız dolaşan, giyimi hicaba uymayan veya makyajlı yakalananlar derhal mahkemeye çıkarılır ve cezalandırılır. (Bu arada makyaj malzemesi vs satan dükkanlara yönelik yaptırımlar da var.)

3- Umuma açık yerlerde uygunsuz veya kültürümüze aykırı biçimde hareketler için ihtar cezası verilir.”

Devam edelim:

“İran Başsavcılığı, tesettüre uymayan kadınların idam cezasına çarptırılacağını bildirdi.” (Cumhuriyet, 17 Ağustos 1991)

Cezayir’de hepi topu üç sene (1989-1992) faaliyet gösterdiği dönemde İslamî Selamet Cephesi (FIS) neler yapmıştır?

Neler yapmamıştır ki!

Giyimini beğenmedikleri bir kızcağızın ailesini uyarıyorlar, durum devam ederse kızın ailesine “gelinlik” gönderiyorlardı. Bu ise artık onun ölüm fermanının verildiği anlamına geliyordu.

Türkiye’deki kadın sporculara yönelik ahlâk zabıtalığı yapan din tüccarları ve onların daimi müşterilerini hatırlatan bir haber:

“Hasibe Boulmerka, Tokyo’da yapılan Dünya Atletizm Şampiyonasında 1500 metrede dünya kadınlar şampiyonu oldu. Ancak yurduna dönünce kıyametler koptu. FIS’e bağlı imamlar ve din adamları, bir Cuma tüm camilerde onu reddettiklerini belirten açıklamalar yaptılar. Bu afarozun nedeni Boulmerka’nın dünyanın gözleri önünde şortu ve atleti ile yarı çıplak koşmasıydı.” (Cumhuriyet, 23 Aralık 1992)

FIS’in kanlı eylemlerinden ve ülkeyi kaosa sürüklediğini, pek çok insanın Cezayir’i terk etmeye başladığını anlatan bir başka haber de yine Cumhuriyet’te (8 Ağustos 1994) yayımlanıyordu!

Bu da bugün ülkemize kısmen benzeyen bir başka noktadır… Din tüccarlığının olduğu yerde kan, gözyaşı ve vatansızlık vardır.

Bakınız, “demokrasi durağına gelince inenler”den bir başka örnek:

“Cezayir’de FIS taraftarları, asla demokrasiden ayrılmayacakları yönünde söz vermişlerdi ama 1990’da yapılan seçimlerde önemli bir zafer kazanınca verilen tüm o sözler unutuldu. ‘Kanun yok, anayasa yok, bundan sonra artık sadece Kur’an’ın ve Allah’ın kanunları geçerlidir’ dediler.” (The New York Times Magazine, 31 Aralık 1992)

Ve yüzlerce kan dondurucu haberden sadece biri:

“Şeriatçılar, İslamî örtünme adlı kıyafetlere göre giyinmeyen kadınları hedef seçiyor ve gözdağı vermek için öldürüyorlar. Dün, 15 yaşındaki bir kız öğrenciyi okuldan kaçırdılar ve okuldan birkaç metre ötede genç kızın boğazını keserek öldürdüler.” (The İndependent, 15 Mart 1995)

Bu tarz haberleri, tarihteki önemli örnekleri toplum da devlet görevlileri iyi incelemek zorundadırlar. Batılı istihbarat servisleri, Rus istihbaratı, Çin istihbaratı bu konular üzerine akademik istihbarat yapıyor. Özellikle ABD, din özgürlüğü politikası kapsamında bu konulara çok önem veriyor ve “ılımlı İslam” gibi kavramları üreterek Türkiye gibi ülkelere yön vermeye çalışıyor.

Ortada basit bir durum yok. O yüzden her türlü terör örgütüyle bir araya gelen ve nihayet Hizbullah’la birlikteliğini resmiyete döken AKP’nin yerli ve millî söylemlerine kanmamak, “ehven-i şer” anlayışına düşmemek gerekir. Hele hele Hizbullah’ın bir terör örgütü olmadığını ya da HÜDA-PAR’ın bu örgütle ilişkisi olmadığını iddia eden propagandalara kanmak çok büyük bir gaflet olacaktır.

Bir kere HÜDA-PAR ve Hizbullah aynı anlama gelir: Allah’ın partisi. Bunu unutmayalım.

Şeytanın klasik taktiğini anlatarak bitireyim.

Şeytan, insanlara yaratıcıyı inkâr et, demez. Ona yaklaşırken ağlar, gözyaşı döker. En büyük masum odur. En büyük mağdur da odur. Aslında yanlış anlaşılmıştır. İnsanlık düşmanı değildir. Birileri onun yaratıcıyla arasını açmıştır.

Ve şeytan, duygusal zaaflar içine düşenleri kendi rızalarıyla inkâr yoluna sürükler. İnkâra düşenler bunu bilmezler bile. Doğru yolda olduklarını düşünürler.

İşte devlete ve millete hizmet ettiğini zannedenlerin durumu da aynen böyledir. Hain, hiç değilse haindir. Ya düştüğü gafletin ve ihanetin farkında olmayanların durumu?

***

Türk kadınları özgürlüğün kıymetini bilmelidir. Bunun için daha çok çalışmalı, daha çok toplum hayatında yer almalıdır. AKP, Yeniden Refah, HÜDA-PAR veya tarikatlar, cemaatler en önce kadınları kandırırlar.

İran’da, Afganistan’da aynen böyle olmuştur. Kadınlar, kendilerini köleliğe götürecek sistemin gelmesi için eylemlerde en öne sürüldüler. Gerçeğin farkında değillerdi. Nihayet zamanı gelince en önde gidenler İslam devrimlerinin ilk kurbanları oldular. Pek çoğu idam edildi.

Yukarıda da yazdığım gibi…

Yaşamış ve yaşayan her şey, yaşanmış ve yaşanan her olay birer derstir. Bunları iyi çalışmak ve gaflete düşmemek gerekir.

Özgürlük; fikri hür, aklı hür, vicdanı hür nesilleri hakkıdır.

NOT: Yukarıdaki haber alıntılarını Aysel Ekşi’nin “Din Devletleri” kitabından aldım.