“Bütün hakikatleri keşfettikten sonra anlamak kolaydır; mesele keşfetmektir.”

Galileo Galilei

“İşe kesinliklerle başlayan, şüphelerle bitirir. Şüphelerle başlamaya razı olan, kesinliklerle bitirir.”

Francis Bacon

Seçim ve Bilişsel Savaş

Seçimlere az bir zaman kaldı. Bu seçimler Türkiye ve dünya için muhtemelen gelecek yıllarda bilişsel savaşın en önemli örneklerinden biri olarak gösterilecektir. Bilişsel savaşı uygulayanlar ise siyasetçilerin kendileri değildir. Büyük bir ihtimalle siyaset sahnesindeki pek çok aktörün bu kavramdan haberi de yoktur. Buna karşın, sosyal medya başta olmak üzere her unsuru bir enstrüman olarak kullanan bilişsel savaşçılar, seçimin gerçek kazanan ve kaybedenleri arasında yerlerini alacaklardır.

Genç nüfusun siyasetçilerden beklentilerini bir yana bırakalım -çünkü siyasetçiler de hatalı bir şekilde öyle yapıyorlar- sosyal medyayı analiz eden danışmanlar, siyasetin aktörlerine sempati kazandıracak senaryolarla meşgul oluyorlar. Siyasetçiler de sosyal medyada kullanılan dili benimsiyorlar, çok gülünen şakaları yapıyorlar ve tepki gösterilen konuları gündemlerine aldıklarını göstermeye çalışıyorlar. Oysa bu sempati yaratmaya çalışan yaklaşımın gençler üzerindeki etkisi zayıftır ve gençler bu tür yaklaşımları samimi bulmamaktadırlar.

AKP’nin Dar Alanda Başarısız Paslaşmaları

İktidar partisi en kötü seçim öncesi dönemini yaşıyor. Açık bir çaresizlik ve bunun getirdiği panik hâli mevcut. Sürekli savunma sanayisi gündeme getiriliyor. Her seçimde yapıldığı gibi ülkenin stratejik önemi büyük savunma sanayi kuruluşları siyasî malzeme hâline getiriliyor. AKP giderse ülkenin bölüneceği, Haçlıların kazanacağı propagandası yapılıyor.

Paniğin getirdiği bir tutarsızlık: HDP ile yan yana gelmek için yapılan ufak tefek yoklamalar umutsuzluğu artırınca AKP çaresiz HÜDAPAR’a sarıldı.

Demokratik (!) Türkiye’de devlet televizyonu TRT, dolaylı veya dolaysız olarak sürekli bir biçimde iktidar propagandası yapıyor. Partilere adil süre ayırmıyor.

AKP’nin samimi olduğu tek nokta, Erdoğan’ın muhaliflere yönelik “dinsiz, imansız” ithamları oldu. Kendisinin başdanışmanlığını yapan Şükrü Karatepe, 10 Kasım’da ne demişti: “…Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola, Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmesin.”

Dindar, kindar nesil isteyen bir cumhurbaşkanına böyle bir başdanışmanın atanmasına nasıl şaşırmıyorsak, “Artık doktor dövebiliyoruz” diye sevinen kinci dindar kitlelere “cihat” algısı aşılanmasına da şaşıramayız.

Akıl ve Duygu

Siyaset öyle bir şeydir ki duygular ön plana çıktığında kişinin ulaşacağı son nokta derin bir uçurumun kenarıdır. Temel amaç iktidara gelmekse söz konusu olan matematiktir. Bu noktadan itibaren matematik hesabını yapacak kişiler her türlü unsuru sayı değeri karşılığı vererek hesaba katar, stratejisini buna göre oluşturur. Matematikte sonuca duygularla değil akılla gidilir.

İdeallerimi, hayalimdeki Türkiye’yi siyaset değerlendirmesine bulaştırırsam hem onları yozlaştırmış olacağım hem de gerçekçi bir sonuca varmam mümkün olmayacaktır. Bilhassa günümüz siyasetinde ideal ülkeleri yaratacak kimseler iktidara gelmez. Cehalet, kültür ve ahlâk yozlaşması tüm dünyada yaygınlaşırken siyasî aktörlerin söylemleri iyice gerçek dışına çıkacak, sahtelikle dolu propagandalar artacak ve en popülist kimseler en yüksek oyları alacaklardır.

Benim açık görüşüm şudur: Açıkça kendinden olmayanı Müslüman saymayan, başka partilerin seçmenlerini rahatlıkla kâfir, imansız kimseler olmakla itham eden, sürekli aba altından sopa gösteren, kadrolaşmanın dibine vuran, kumpas davaları, açılım projesinin bitmesi sonrasında ülkeyi neredeyse iç savaşın eşiğine getiren terör olayları ve darbe girişimi öncesindeki ihmalleri nedeniyle yargılanması gereken, devletin temellerine muhalif olmasına karşın devlet içinde kemikleşmeye çalışan AKP’nin iktidardan mutlaka gitmesidir.

Seçimde vereceğim oyu işte uzun zamandır taşıdığım bu düşüncelerle vereceğim.

Sinan Oğan ve Muharrem İnce Oyları Bölüyor mu?

Ezberden bakarsak evet ama düşünüp karar verirsek cevabımız başka olacaktır. Muharrem İnce, CHP’li geçmişinden ötürü az veya çok -ki muhtemelen çok az- oyu CHP’ye kızgın olan seçmenden alacaktır. Sandığa dönecek seçmenle kararsız oyların da yine çok azını alacak gibi duruyor.

Bir diğer aday Sinan Oğan’ın durumu ise başkadır. Oğan, sandığa dönecek milliyetçi seçmenden, kararsızlardan en fazla oyu alan aday olacaktır ve adaylığı Cumhur İttifakı partileri için daha ciddi bir sorundur. Millet İttifakı seçmenlerinden alacağı oy, muhtemelen İnce ile aynı oranda olacaktır.

Millet İttifakı ise bu iki adayı oyları bölmekle suçlamamalıdır. Oğan’ın siyasette güçlenmesi iktidardaki ittifakın aleyhinedir. Yine demokrasinin geri geleceği söylemiyle oyların bölüneceği ithamı birbiriyle çelişmektedir.

İradeni Sorgula

Francis Stonor Saunders’in “Parayı Verdiği Düdüğü Çaldı” kitabında şöyle bir alıntı vardır:

Öyle bir zaman geldi ki… hayat kendi kendini düzenleme yeteneğini açıkça kaybetti. Dışarıdan düzenlenmesi gerekiyordu. Aydınlar bunu kendilerine iş edindiler. Söz gelimi Machiavelli’nin zamanından günümüze kadar bu düzenleme işi; hayalleri boşa çıkaran, felaketlere yol açan, göz kamaştırıcı, aldatıcı ve büyük bir projeydi. Humboldt gibi kabına sığamayan, keskin zekâlı, çatlak bir adam, insanlığın o devasa ve sonsuz çeşitlilikteki işlerinin artık ender bulunur kişiler tarafından yönlendirilmesi gerektiğini keşfetmenin sevinciyle doluydu. Kendisi ender rastlanır bir insandı ve bu nedenle de güç sahibi olmaya uygun bir adaydı. Evet, neden olmasın?”

Yine aynı kitaptan en etkili propaganda tarzına ait bir alıntı da şudur: “(Etkili propaganda) söz konusu kişinin kendisinin inandığını sandığı nedenler yüzünden, sizin arzu ettiğiniz yönde hareket etmesidir.

Göz ve kulak insanı çoğu kez aldatır.

Kimlik Siyaseti ve Sonuç

Siyasetteki en can sıkıcı söylem, “Kürt oyu”, “Kürt seçmen” gibi ifadelerdir. Esasında bu ifadelerin benimsenmesi doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine bir saldırıdır. Türkiye’de paralel bir devlet olamayacağı gibi paralel bir millet de olamaz. Ne var ki siyasetçiler ve seçmenler bu konuda sorumlu davranmıyor çünkü bilinç ve devletin temel ilkelerine bağlılık konusunda samimiyet yok.

Yok Alevi seçmen, yok Kürt seçmen, yok Laz seçmen vs… Dinamo Zagreb-Kızılyıldız arasında 13 Mayıs 1990’da yapılan bir maç, Yugoslavya’nın bölünmesini tetikledi. Günümüz siyaseti futbolu bile ayrışma unsuru hâline getirmedi mi?

Bu seçim bütün unsurlarıyla tek bir milletin seçimidir. Kaldı ki bu söylemler matematik hesabını zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Diğer yandan, HDP ve HÜDAPAR gibi partiler koparabildiklerini koparmaya çalışıyorlar.

Ve millî devletin altını oymaya, seçim zamanında tam gaz devam eden emperyalistler, bilişsel ve psikolojik savaşı şiddetli şekilde uygulamaya devam ediyorlar. Neoliberallerin Türkiye’ye dayattığı modern Sevr’i hayata geçirmek için umut besliyorlar.

Bu da onların fakir dünyalarının ekmeği olsun…

Savaşın her türlüsünü yine Mustafa Kemal’in askerleri kazanacaktır.