Türk ve Türkçülük bitmez. Türklük, öyle tek bir coğrafyayla veya tek bir tanımla sınırlandırılacak bir kavram değildir. Tarihin bilinen en eski dönemlerinden bu zamana her anda kendinden açık veya gizli izler bırakmış / bırakmakta olan bir kavramdır, Türklük. Dar bir tanıma, dar bir alana hapsedilemez.
Türk’ü Türkiye’de ve Türkistan’da bitirdin, diyelim. Türk gider, Rusya’da ortaya çıkar. Orada bitirdin, gider Mısır’da ortaya çıkar. Orada bitirdin, Avrupa’da ortaya çıkar. Laf olsun diye söylemiyorum, Türklüğü eski dünyada bitirirsin, Türk gider Güney Amerika’da ortaya çıkar. Tarihin her satırı bize bunu söylüyor. İşin gerçeği, Türklüğün bu özelliğini – onu asla biraz bile çözememekle birlikte – Avrupalılar iyi biliyorlar. Türk, kendi özündeki cevherin farkında değildir ama o cevhere maruz kalan, o cehver karşısında daima ustalıkla taşıdığı gizli bir aşağılık kompleksi taşıyan farkındadır.
Türkçülük biter mi? Asla!
Bu milletin dar zamanında – öyle yalnız Millî Mücadele devrinde de değil – tarihin ilk zamanlarından beri kurtuluş reçetesi Türkçülük olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, bu reçeteyi taşıyan harika doktorların sonuncusuydu. Daha önce hiçbir doktorun yapmadığını yaparak asırlar boyu yetecek bir reçete bıraktığını hatırlatalım.
Türk’e “Türkçülük yapma” demek, ne demektir?
Kendini sevme, demektir. Haklarını koruma, demektir. Aileni sat, demektir. Kardeşlerine sahip çıkma, demektir. Özgürlüğünü bırakıp köle ol, demektir.
Türk olup da Türkçülük yapma, diyen bir kimse en başta bunların farkında değildir. Elbette kendimizi seveceğiz. Elbette kendimizi koruyacağız. Elbette bizden olana sahip çıkacağız. Elbette hakkımız olanı alacağız.
Elbette bunların karşısında duran liboş, neoliboş, gerici, bölücü, foncu, yalama kim varsa sonuna kadar savaşacağız.
Düşman ne kadar güçlü olursa olsun, özellikle nispeten daha genç Türkçü kardeşlerimin unutmaması gereken bir şey var.
Türkçüler, düşmanın şiddetine karşılık Türk’ün öz cevherinden doğmuş, yerine göre saldırı ve yerine göre savunma yapmakla görevli; mekân, sınır, zaman tanımayan muhafızlardır.
Zaferin mutlak olduğunu bilin. Hep öyle oldu.
II. Türk Kağanlığı devri, Türklük şuurunun yükseldiği bir dönemde kurulmuştur. Bengü taşlardaki ifadeler bunun ispatıdır. Selçuklu, imparatorluk olduğunda hissettiği bir gereklilik olarak Farsça yazışan bir devletti. Nihayet sınırları küçülüp yıkım noktasına geldiğinde kendi cevheriyle baş başa kaldı. Türkmen beylerinin katkısıyla Türkçenin zorunluluk olduğu hatırlatıldı. Öz, harekete geçti ve Türkler önce beylikler hâlinde, sonra da o beyliklerden birinin sağladığı siyasî birlik hâlinde varlığını sürdürdü. Osmanlı da Arapça – Farsça ve sonra da Fransızca etkisi altına girdi. Küçüldüğü zaman yine kendi içiyle, kendi özüyle baş başa kaldı. Mustafa Kemal gibi bir lider, o zamanki emperyalistlerin ifadesiyle “milliyetçilerin lideri”, bir Türklük abidesi gibi iç ve dış mihrakların karşısına dikilip Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
Türkçülük bu milletin daimî kurtuluş reçetesidir. Türklükten vazgeçtiğimiz anda insanlığımızdan vazgeçmiş olacağımızı bilin.
Ve…
Size hamaset yapıp bugünkü yozlukları bahane ederek “Türk bu mu?” diye soranlara, bütün o yozlukların Türklükten uzaklaşmaya bağlı olduğunu hatırlatın. Hatırlatın, diyorum çünkü onlar bilerek bu gerçeği unutmaya çalışıyorlar.
