Osman Sınav’ın son dizisi “Yalnız Kurt”, mülteci karşıtlığını başka yönlere çekmek için millete “terörist” göndermesi yaptı. Hâliyle ağır tepki aldı çünkü millet mültecilerin sınırlarımızı delik deşik ederek ülkemize gelmesine karşıdır. Türkiye’deki mültecilerin sayısı olağanüstü bir boyuta ulaşmıştır. Bölücüler bundan dolayı memnundur, muhtemelen ileride daha fazla uydurma tezlerle karşılaşacağız ve mültecilerle yakınlık kurmaya çalışacaklar. Mürteciler de mültecilerin gelişinden memnundur. Onlar da düzeni değiştirmek istiyorlar. Bugüne kadar kendi yeteneksizliklerinden, alık olmalarından ötürü onca dış desteğe rağmen ülkeyi bölemeyen, Mustafa Kemal’in devletini yıkamayan kim varsa şimdi mültecilerden medet umuyor.
Türkiye’de milleti bir yalana inandırmak için dizi veya film çekmeniz, roman yazdırmanız yeterlidir. Daha önce Ötüken’in internet sitesinde bu konuyla ilgili görüşlerimi yazmıştım. Bugün biraz daha genişleterek ele almakta fayda var.
En son Kurtlar Vadisi Pusu dizisinin senaryo ekibinde yer alan Selman Kayabaşı’yı Türklerin Tolkien’i olarak nitelendiririm. Tabi ki edebî yeteneğinden, hayal dünyasından hele Tolkien gibi bilge bir kişi olmasından ötürü değil ama Kayabaşı’nın da Tolkien gibi hayalî bir dünyası var. Tolkien’in Orta Dünya’sı, Kayabaşı’nın derin dünyası meşhurdur. Yalnız iki yazar arasındaki farklar yetenek ve bilgelikle sınırlı değildir. Orta Dünya’da gerçeklik iddiası yoktur ama derin dünyada vardır!
Kayabaşı’nın Kafkas Ruleti – 1 romanını okuyalı çok uzun yıllar oldu. Kitap 2005’te yayımlandı, benim okuduğum yıl sanırım 2006’ydı. Kitapta “Ergenekon” yapılanmasından söz ediliyordu. Gladio’nun, İkinci Dünya Savaşı sonrası nasıl ve ne nedenle kurulduğu, hangi ülkelerde hangi adı aldığı yönündeki ezber olacak bilgiler yer alıyordu. Sonradan bu kitaptaki Gladio metni neredeyse olduğu gibi Kurtlar Vadisi Gladio gibi fimlerde ve ciddiyetsiz köşe yazılarında kullanılmaya başladı. Aynı romanda, yurt dışındaki Türk cemaatlerinin cumhuriyet düşmanı olmadığı, onlara ön yargı ile yaklaşıldığı, onlarla beraber hareket edilmesi yönünde fikir belirten karakterlerin olduğunu da hatırlıyorum.
Böyle romanlar tarihi de evirip çevirerek farklı bir şekil içine sokar. Moğolların yükselişine Tapınak Şövalyeleri’ni ekler, Yavuz’un ölümüne ezoterik bir tarikatı karıştırır veya Mustafa Kemal’in dehasını gizli teşkilatlara bağlayarak küçültmeye çalışabilir. Dahası, Kayabaşı’nın romanlarındaki hayalî gizli teşkilat tarafından yüzü kızartılan Enver Paşa, “Seni seçtik ama sen de az değilsin” şeklinde yaklaşılan Mustafa Kemal Paşa görmek mümkündür. İşte böyle bir dünyadır, derin dünya.
Gizli teşkilatlar konusunda çok efsaneler uydurulmuştur ama asıl tuhaf olan şey, bu efsaneleri kurgulayanların okuyanlardan önce inanmış olmasıdır. Yani ortada şizofrenik bir durum vardır. Yine Kayabaşı’nın – Teşkilat romanında olması lazım – Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı da Köşk’e gelen kim olduğu bilinmeyen bir adamla görüşmesine bağlaması ilginçtir. Gül, bugün siyasetin neresindedir? İktidarla arası nasıldır? İngiltere ile ilişkileri, Kraliçe’nin Gül’ü lakabı nereden gelmiştir? Bu soruları sorunca şunu da diyebiliriz: Tapınak Şövalyesi Köşk’e geldi, “Seni seçtim Pikaçu” dedi ve Gül, cumhurbaşkanı oldu. Kim yalanlayabilir? İşte size roman.
Roman yazarken kurgu yapmak elbette doğaldır. Yalnız kurguyu mutlak bir gerçekmiş gibi sunmamak gerekir. Bugün Kayabaşı’nın okurları vardır ama okurları arasında farkında olmadan mürit hâline gelmiş, bugünü ve tarihi onun hayal dünyasına göre yorumlayanlar vardır.
Zannederim Türkiye’de hiçbir yayın, Kurtlar Vadisi projesinin bilhassa Kurtlar Vadisi Pusu konseptinin yaptığı etkiyi yapamaz. Bugünden sonra da tutması çok mümkün görünmemektedir. Çok sevildiği için ilk Kurtlar Vadisi’ne çok fazla eleştiri yöneltilmez ama ilk proje çok masum değildir. Yayımlandığı dönemden başlayarak Pusu konseptinin 266. bölümüne kadar pür dikkat izlemişimdir. Özellikle Pusu’da ne anlatılıyorsa çoğu zaman tam tersini anlamak gerekir.
Açılım sürecinde “Muro” karakteri üzerinden neler anlatıldığını neredeyse tüm ülke biliyor. Aynı dizide sürekli şu mesajlar veriliyordu: Sizin zamanınız bitti. Sizin devriniz bitti. Artık sizin hükmünüz bitti.
Dizide bu tarz söylemlerin olduğu bölümlerle aşağı yukarı eş zamanlı Zaman gazetesi yayınlara bakın. Benzer ifadeleri oralarda da göreceksiniz.
Yine “Kaşifoğlu” adıyla anlatılan hain vasıflı bir karakterle güya Kaşif Kozinoğlu’nun anlatıldığını unutmamak gerekir. Kaşifoğlu karakterinin ölüm emrinin verildiği 136. bölümden üç gün sonra Kaşif Kozinoğlu hayatını kaybetti. O dönem bu olayın tam tersi olsa, mesela bir FETÖ’cü çukura düşüp ölse bunu bir Türk generaline bağlayıp içeri atarlardı. Bu dizinin yapımcıları hâlâ rahatlıkla gezebiliyorlar, büyük yatırımlara imza atabiliyorlar. Dokunan var mı? Yok. Aksine FETÖ ile mücadele konusunda o kadar bilinçsiziz ki hâlâ bu dizinin geri dönmesini bekleyen ciddi bir kesim vardır.
Yanlış politikaları doğru kabul ettirmenin çok basit yolları vardır.
“İhtiyarlar Heyeti” diye bir şey uydur, “Börü Budun” diye bir şey kurgula, yanlış politikaları bu hayalî örgütlere bağla ve milleti kandır. Politikaların yanlış olduğunu söyleyenlere de hain de, terörist de… Ne kadar kolay ama ne kadar tehlikeli, değil mi?
Bu dizilerin bir olumsuz yönü daha vardır. Toplumun dikkati devletin mahremine yönelmektedir. Devlet sırlarını merak eden ve kendini devletçi ilan eden kimseler, bir bakıyorsunuz, devletin sırları ifşa olsa da öğrensek derdine düşüyorlar. Bu nasıl devletçilik? Diğer yandan, devletin gizli sırlarını anlatma iddiasındaki demogoglara “Devlet sırrı madem, niye ifşa ediyorsun?” diye sormak gerekir. Muhtemelen onlar şöyle cevap vereceklerdir: “Millet bunları öğrensin, morali yerine gelsin diye yapıyoruz.” Gerçekten böyle düşünenler var. Kozmik Oda’ya girilmesine ses çıkarmayan insanlar, işte bu demogogların etkisindeki kimselerdi.
Afganları, Pakistanlıları, Arapları, bütün dünyayı bağrına basan azınlık ama yetkili bir kitlenin bizim milletimize karşı bu tahammülsüzlüğü neye dayanıyor acaba?
Cevabını siz biliyorsunuz.
