Savaş meydanları olarak beyinlerin seçildiği bir savaşta, silah ve üniforma olmaz. Böyle bir savaşta görüntüler, bilgiler, mesajlar olur; gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda, sosyal medyadaki klasik propogandaların yerini illüzyonlar alır. Bu savaşın adı akademik çevrelerde ve NATO’da tanımlanmış şekliyle bilişsel savaştır. Bilişsel savaş, hepimizin bilerek veya bilmeyerek içinde olduğu savaştır. Bu savaşta hepimiz hedefiz ve ne yazık ki birçoğumuz düşmanın askeriyiz çünkü henüz içinde bulunduğumuz çağın getirdiklerini tam olarak anlamış değiliz.
NATO’nun internet sitesinde, “Bilişsel savaşla mücadele: farkındalık ve dirençlilik” başlıklı bir yazı yer alıyor. Yazı, Johns Hopkins Üniversitesi ve Imperial College London’dan birçok araştırmacı tarafından yayımlanmıştır ve önemli bir yazıdır. NATO’nun bu bilişsel savaş olayının neresinde olduğuna dair yazacaklarımı en son yazacağım. Şimdi bu önemli yazıdan bazı önemli bölümleri aktarayım.
“Bilişsel savaşta savaş alanı insan beynidir. Burada amaç sadece insanların ne düşündüğünü değil, aynı zamanda nasıl düşündüklerini ve davrandıklarını da değiştirmektir. Başarıyla uygulandığı zaman, bilişsel savaş, bireylerin ve grupların inançlarını ve davranışlarını saldırganın taktik ve stratejilerine yarayacak şekilde etkiler ve şekillendirir.”
Özellikle nasıl düşündüğümüz konusu ciddi öneme sahiptir. Bir makinenin içine hammaddeyi koyduğunuzu düşünün. Makine doğru çalışırsa hammaddeden verim alırsınız. Makine bozuksa veya komutun tam tersini komut olarak algılıyorsa hammaddeden verim alamazsınız. Zamanınız, emeğiniz ziyan olur; beklentileriniz boşa çıkar. İnsan beyni bozulduğu zaman doğru bilgiyle yanlış düşünce ortaya çıkar. Niyetiniz iyi olabilir ama neye hizmet ettiğiniz her zaman şüphelidir. Bilgiyi olduğu gibi kullanmak hamuru pişirmeden insanların önüne koymaktır.
En büyük yanlışlarımızdan biri bilgiyi olduğu gibi kullanmaktır. Tabiri caizse “ortamlarda” bilgi satmak ve bundan kişisel menfaat temin etmek kolaydır. “Bu böyle yapmış”, “Şu tarihte şöyle olmuş” demek başkadır, eldeki bilgileri değerlendirip özellikle orijinal sonuçlara varmak başkadır. Ne var ki bilgi satarak “ortamların entel çocuğu” olmak insan nefsine çok daha uygundur. Hakikate götürmeyen bilgi bilişsel uçuruma götürür. Hayatımız boyunca okumaya, öğrenmeye vakit ayırıp anlamanın önemini kavrayamadan ölürsek büyük ziyanda olmaz mıyız?
En önemlisi de bir balığın ağzını açıp her şeyi yuttuğu gibi bize sunulan her bilgiyi yutmak bilişsel olarak zehirlenmektir. Bilinci zehirlenen bir kimse intihar komandosu bile olabilir. Günümüz intihar komandoları, sosyal medyanın şuursuz ve sözde entel çakma fenomenleri olmasın?
“…Tek bir kampanya, planlanmış bir askerî manevranın gerçekleşmesini önlemek veya belirli bir kamu politikasının değiştirilmesini zorlamak gibi sınırlı bir amaç üzerinde odaklanabilir. Toplumların veya ittifakların yapısını bozmak gibi uzun vadeli hedefler için birbiri ardına kampanya başlatılabilir. Bunlar yönetişimle ilgili şüphe tohumları yerleştirmeye, demokratik süreçleri çökertmeye, halk arasında huzursuzluk yaratmaya veya ayrılıkçı gruplar oluşmasını sağlamaya yönelik kampanyalardır.”
Planlanmış bir askerî manevranın gerçekleşmesini önleme çalışmalarına Türkiye’den bolca örnek verebiliriz. Mesela Hendek Operasyonu üzerinden çok zaman geçmedi. Diyarbakır başta olmak üzere pek çok ilimizde şehir gerillası savaşı uygulamaya kalkan bölücü terör örgütü bilişsel savaş noktasında yalnız değildi. Bu konuda çok sayıda acındırma içeren yalan paylaşımlar sosyal medyada dönüyordu. Mesela AA’nın tespit ettiği bir manipülasyon:
Bir zamanlar HDP’li vekillerin meclise getirmeye cüret ettikleri Zergele yalanı da boşa çıkmıştı. Sözde, TSK uçakları sivilleri vurmuş, hamile bir kadın hayatını kaybetmişti. Bu yöndeki haberlerde enkazın altında kalmış bir hamile kadın fotoğrafı vardı. Küçük bir arşiv araştırmasıyla fotoğrafın çok önceden çekilip medyada yer bulduğu ispatlanmıştı. Bir tarafta FETÖ’cü Zaman, bir tarafta sol liboş Evrensel bu yalan haberi yayımlamıştı.
Bir askerî harekatı durdurmaya yönelik diğer örnek Barış Pınarı Harekatı olabilir. TSK’nin Suriye operasyonlarının amacı Suriye’yi fethetmek, toprak almak değildi. Suriye’de hem IŞİD hem de YPG tehdidi vardır. Bu tehditler Türkiye’nin rejimini ve bölünmez bütünlüğünü tehlikeye düşürmektedir. Buna karşın, ordumuzun Suriye operasyonlarına başlarken buna karşı olan başta ABD olmak üzere çeşitli güçlerin işini kolaylaştıracak bir şey yapıldı: Camilerde Fetih suresi okutuldu. Masum görünen bu hareket, Esad güçlerini ordumuzun karşısında konumlandıracak ve YPG’nin işini kolaylaştıracak bir hareket oldu. Bu, sosyal medyada ciddi şekilde yayıldı ve operasyon uzun sürmedi. Bana göre bu, bilişsel savaşın, psikolojik harekatın önemli bir örneğiydi.
“Bilişsel savaşlarda hedefe ulaşmak için sahte bilgiye ve haberlere ihtiyaç olmadığını hatırlatmakta yarar var. Bir kamu görevlisinin elektronik postasından utanç verici bir resmî belgenin çalınması ve isim verilmeden bir sosyal medya platformuna konması veya bir sosyal ağdaki seçilmiş muhalif gruplara sızdırılması anlaşmazlık yaratılmak için yeterli olur.
Çevrim içindeki ‘influencer’ların iştahını kabartan bir sosyal mesaj kampanyası, tartışmaların internete düşmesine neden olabilir (…).”
İnfluencer denen kişilerin her alanda görüldüğünü biliyoruz. Kimi her alanda boy gösteriyor kimi bir tek alanda karşımıza çıkıyor. Kiminin kültürel yozluğu, kiminin sözde hümanistliği, kiminin bilgiyle donatılmış cahilliği toplumları yönlendiriyor. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Bu nedenledir ki “bilgi çağı” denen safsatalarla uyutuluyor insanlar ama her saniye yeni bir kirli bilgi, yeni bir sosyal medya efsanesi zihinlere işleniyor. Bir tane heyecanlı influencer adamı, 17 yaşında bir çocuğun sevgilisini hamile bıraktığı yönündeki haberi anında kapıp paylaşım yapıyor; herkes çocuğa lanet okuyor. Kızın babası, 17 yaşındaki çocuğu öldürdüğü için namus kahramanı ilan ediliyor. Bir sene sonra çocuk masum çıkıyor ve çocukla beraber herkes masum oluyor: Herkes, “Ben demiştim, bu işte bir iş vardı” diyor. Bir önceki yıl o yorumları yapanlar cinler oluyor. İşte influencer etkisi böyle bir şeydir. Hangi olay olduğunu ise bilerek yazmadım çünkü birçoğunuz biliyorsunuz.
Yazının devamında saygın gazetelerin bile başlıklarla toplumu yönlendirdiğinden söz ediliyor. Bunun en bilinen örneklerine de vakıfsınız. Burada hemen birkaç başlığı ben atayım:
“Ünlü Şarkıcıdan Bomba İtiraf: Pidecide Seviştim.”
“O Oyuncudan Kara Haber…” (Haberin içeriği: Grip oldu.)
“Gökyüzüne Baktı ve Öyle Bir Şey Gördü ki…” (Haberin içeriği: Bir sürü bulut vardı.)
Bu başlıklar görünürde masumdur ama gerçekte etik değildir. Tık almak için atılan başlıkların birçoğu atılan başlık veya içerik dolayısıyla insanları karalayan, küçük düşüren içeriklerle doludur. En meşhuru, “Çaycı Hüseyin Öldü”dür.
Bir de siyasî maksatlarla atılan başlıklar vardır ki doğrudan bahsettiğim yazıda anlatılanlara iyi bir örnektir. Yazıda şöyle bir ifade vardır:
“Mesajlaşma ve haber bültenlerinin hızlı akışı ve de bunlara hızla reaksiyon gösterme gerektiği algısı ‘hızlı düşünme’yi (anlık ve duygusal) ‘sakince düşünme’nin (rasyonel ve öngörülü) önüne çeker. Tanınmış ve saygın haber kaynakları dahi artık haberin internete yayılmasını teşvik etmek için duygusal başlıklar kullanıyorlar.”
Bir özeleştiri: Mesajlaşma ve haber bültenlerinin hızlı akışı, bunlara hızla reaksiyon gösterme hatasını çok sık yapmışımdır. Bir süredir bunun önüne geçebiliyorum ama bu sefer görüyorum ki büyük kitlenin dışında kalıyorum. Soğukkanlı yaklaşımlar, hiçbir düşünce öne sürmediğim zamanlarda bile benim veya benim gibi düşünenlerin yaftalanmasına neden oluyor. Aslında artık sosyal medyada duygusal tepki vermekten ziyade yapılacak en duygusal ya da en aforizma sayılacak yorumu herkesten önce yapma yarışı vardır. Bu, birçok insanın psikolojik yönden haksız yere linç edilmesine yol açıyor. Bir örnek:
“Amasya Valisi: İş beğenilmediğinden işsizlik var, bayanlara bile iş verebiliriz.
(…) Mermer sektöründe çalışacak eleman arandığını ve dört bin TL maaş verdiklerini iddia eden Masatlı, ‘Bayanlara bile iş verebiliriz.’ dedi.”
Sendika.org isimli site, 13 Ekim 2021 tarihli haber.
Başka sitelerde de haber bu başlıklarla veriliyor. Oysa bütün haberlerin içeriğinde, sosyal medyadaki influencer dostlarımızın tepki verdiği ifadelerin Vali Masatlı’ya değil mermer sektöründeki fabrika yöneticilerine ait olduğu, “Kadınlara bile ağır iş verebiliriz, iş beğenilmiyor” ifadelerinin kullanıldığı anlaşılıyor.
On binlerce insanın takip ettiği etki ve bilgi sahibi insanlar, haber başlıklarına göre yorum yapıp kişileri linç ediyorlar. Şunu da eklemeliyim ki bu tarz haberlerin sonu her zaman “Bu ülkede artık yaşanmaz” yorumlarına gelir.
Yazının tamamına burada yer vermeyeceğim. Yazıyı mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Yazının, NATO’nun bilişsel bir savaşla dağılması tehlikesine karşı yazılmış olduğunu düşünebilirsiniz. Bu da yazıyı yazanların bilinçli çabasındandır. Şimdi NATO’nun nerede durduğuna bakalım.
Hüseyin Vodinalı’nın Veryansın TV’de yayımlanan “Yalanlar İmparatorluğu” isimli yazısında, NATO’nun bilişsel savaşla ilgili çalışmalarına dair bilgiler yer alıyor. Yazıda, NATO’nun bilişsel savaşla ilgili 2020 yılında hazırladığı rapordan şu ifadelere yer veriliyor:
“Teknolojinin nüfuz ettiği ve bilgiyle aşırı yüklü bir ortamda, yetenekleri geliştirirken askerî organizasyonlardaki bilişsel yetenekler anahtar olacaktır. Rakiplerin bilişsel yeteneklerine zarar vermek bir zorunluluk olacaktır. Başka bir deyişle, NATO, kendi karar verme sürecini korumak ve rakibininkini bozmak zorundadır. Bu nedenle bilişsel savaş en geniş hâliyle askeriye veya kurumlarla sınırlı değildir. 1990’ların başından beri bilişsel savaş, siyasî, ekonomik, kültürel ve toplumsal alanlarda sürmektedir. Modern bilgi teknolojilerinin herhangi bir kullanıcısı potansiyel hedeftir. Nihayetinde bilişsel savaş, bir ulusun bütününü, insan sermayesini hedefler.”
NATO’nun fonladığı araştırmalarda bilişsel savaşın NATO’ya yönelmiş bir tehlike gibi anlatıldığını ve sözde çözüm önerileri öne sürüldüğünü görüyoruz. Çözüm önerileri, “dirençlilik” kısımlarının çok zayıf kaldığı bu yazıyı tekrar okumanız gerektiğini vurguluyorum. Özellikle, Cem Yılmaz’ın meşhur “Muhittin Topalak” esprisinin ne kadar boşa çıktığını, sosyal medyanın nasıl bir örtülü savaş alanı olduğunu göreceksiniz. “Büyük veri” denilen bir büyük parçanın damla boyutunda parçasıyız ama parçanın bütünü için çok önemliyiz. Akıllı telefonlarımızın, akıllı herhangi bir cihazımızın hayatımıza nasıl etki ettiğini, nasıl bizi yönlendirecek şekilde geliştiğini ve gelişmeye devam ettiğini belki en yetkili kaynaktan okuyacaksınız.
Bilişsel savaşta güç, güçlü bilinçtir. Bilincinizi koruyun.
Görselin kaynağı: https://www.nato.int/docu/review/tr/articles/2021/05/20/bilissel-savasla-muecadele-farkindalik-ve-direnclilik/index.html