Türkiye’deki sol liboşların, sözde Kürt aydınlanma hareketinin bir örneği olarak gösterdikleri Paris Kürt Enstitüsü 24 Şubat 1983 tarihinde kurulmuştur. 1993 yılında vakıf hâline dönen enstitünün kurucusu Türkiye doğumlu Kendal Nezan’dır. Enstitünün kuruluş fikri 1974 yılında kurulan Fransız – Kürdistan Derneği adlı oluşuma aittir.

Fransız – Kürdistan Derneği’nin Kürt olmayan kurucuları ilginçtir: Jean Paul Sartre, sevgilisi Simone de Beavoir, Edgar Morin… Listede daha pek çok yabancı isim bulunmaktadır. Sartre ve de Beavoir bunların en ünlüleri olup Stratejik Hizmetler Dairesi’nde (CIA’dan önceki Amerikan istihbaratı) çalıştığı dönemde Ernest Hemingway’in Ritz Oteli’ndeki konukları olmuşlardı. Sounders, “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” kitabında bunları yazmaktadır. Aynı kitap, ABD’nin dünya egemenliği için basını ve medyayı nasıl kullandığını, sorgulanmaksızın öne çıkarılan yazarların ilişkilerini kanıtlarıya yazıyor.

Aslında her gün sosyal medyada, televizyonda, gazetelerde, günlük hayatta karşılaştığınız birtakım gülünç palavralardan bu enstitüye aşinasınız diyebiliriz. Yalnız Ahsen Batur’un “Kürdoloji Yalanları” kitabını okursanız akademik gibi görünen çalışmaların ne kadar ahlâksızca çarpıtıldığını görecek; bazen gülecek, bazen sinirlenecek, bazen hayret edeceksiniz. O yüzden daha çok Fransızlarla ilgili bir iki şey söylemek istiyorum.

Fransız dediysem, yalnız Fransa’da olanlar değil…

Güzel ülkeme yakışmayan çirkin insanların sayısı az değildir. Birtakım yayınevlerinin şu ikiyüzlülüğüne bakın: Fransız edebiyatı, Arap edebiyatı, İngiliz edebiyatı, İspanyol edebiyatı, Türkiye edebiyatı…

Herifler hem solcu geçiniyorlar hem de emperyalist dünyanın kendi içindeki birlik düzenini korumaya kalkıyorlar! Fransa’da herkes Fransız, İtalya’da herkes İtalyan, Almanya’da herkes Alman, İspanya’da herkes İspanyol ama Türkiye’de herkes Türk değil. ABD fonları da solcu liboşlar da aynı noktaya saldırıyorlar: Anayasanın ilk dört maddesi.

Böylesi ancak Türkiye’de olur…

Fransa’nın durumu ise içler acısıdır. Fransızların Afrika’da yaptıkları bile Türkiye’nin iç meseleleriyle ilgili ne denli yüzsüzlük yaptığını gösteriyor. İçerideki Fransızlar ise Fransa’daki çakal uludu mu evdeki it misali havlıyorlar.

Yıllardır bu ikiyüzlülükleri yazıyorum. Hümanist geçinenlerin kanlarına ihanet ederek güya karşı olduklarını söyledikleri hatta biz milliyetçilerin uşaklık ettiğimizi iddia ettikleri emperyalistlere yaranma çabalarını asla anlayamıyorum. Öfkem her geçen gün büyüyor çünkü ortada muazzam bir adaletsizlik var.

Size çok önemli bir gerçek söz edeyim.

Türk milliyetçiliğine şiddetle karşı çıkan Türkler vardır. Bunlar her fırsatta “Kürtlerin hakları” veya “Türklerin Kürtlere yaptıkları” gibi söylemlerle karşınıza çıkarlar. Ne var ki fark edemedikleri bir şey vardır, o da “Haklarımız yeniliyor, dilimizi konuşamıyoruz” vs diyen Kürtlerin hepsinin milliyetçi oldukları gerçeğidir. Bunu ya fark edemiyorlar ya da bilmezden geliyorlar. Herkes Kürt ilan edilebilir, Kürt kültürü, Kürt dili, Kürt bayramı vs her şeyin Kürt olduğu ya da Kürtlüğü vurgulanabilir ama Türk dediğiniz anda hemen karşınıza dikiliverirler.

En saçma şey ise şudur: “Sen Türk’üm” dersen o da “Ben Kürt’üm” der. Ee? “Sen ne mutlu Türk’üm diyene, dersen o da ne mutlu Kürt’üm diyene, der”.

Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir kimlik tanımlaması da milliyetçilik de yoktur. Türkiye’de sol liboşlar da, İslamcı liboşlar da hatta içinde liboşluk yatan sözde milliyetçiler de bu safsataları savunmaktadırlar.

Türkçülük kan ve şuur işidir. Türkçülerin sinirlerini bozanları nicelik ve nitelik yönünden incelerseniz daha iyi anlayacaksınız.