Tanrı çok uzun zaman önce dünyaya armağanlar yağdırmaya başladı. Uzun süreler birçok insan toplulukları bu armağanların ne olduğunu anlayamadı. Gün geldi, Altay’da adı sanı bugün unutulmuş bir bilge dünyaya yağan armağanın ne olduğunu anladı. Oydu taşı, armağanı çıkardı içinden. Önce kendi öğrendi işlemeyi, sonra kavmine öğretti.
Demir yolcuların demir yolculuğu böyle başladı.
Dünya onları hayret ve hayranlıkla izledi. Demirden bıçaklar, aletler, eşyalar, zırhlar yapıyorlardı. Çinli bir bilge “Taiping Huanyu Ji” adında bir coğrafya kitabı yazdı. Altay’dan gelen bir adama yer vermeyi ihmal etmedi. Bu Altaylı adam, kavminin demircilik sırrını vermiyordu. “Yalnız” diyordu, “Ölüm de yaşam da bundadır”.
Demiri toplayan Altaylıların bir kısmı hastalanır ve bir kısmı da ölürdü.
Tanrı’nın budunu yolculuğa çıktığı zaman bugün dünyanın medeniyet timsali saydığı milletlerin pek çoğu için demir, işlenmesi çok zor, elde edilmesi çok pahalı bir şeydi. Demir yolcular Roma’ya geldiklerinde, Romalı askerlerin bakır kalkanları vardı.
Altay’ın demir yolcuları dünyaya medeniyet tohumlarını ektiler. Tanrı’nın işi odur ki demiri elde ederken ölüm ve yaşam arasında gidip gelen budun, tohumlar ektiği yerlerde mallarını gasp edenlerin yüzünden, kendi budununa düşman olanların gafleti yüzünden, kuyruk acısıyla yanıp tutuşanların yüzünden birçok yerde hayalete dönüyordu.
Ondan geriye kalan izleri yalnız demir yolcular bilirler.
“Demir Yolculuk”, o yolculardan birinin hikâyeyi anlattığı yer olacaktır. Hikâye ise okyanus gibidir. Yolcu bir damla ve onun hikâyesi damlanın zerresidir.
Tanrı kalemimize güç versin. Adsız unutulup giderken izlerimiz kalsın nesillere.