Milli Mücadele yıllarında dünyanın mazlum milletlerinden gelen maddi ve manevi desteğin yoğunlaştığı sıralardı. Mesela Hindistan’da yaşayan Müslümanlar arasında para toplayanlar yalnızca zengin insanlar değildi. Kayıtlara düşmüş olaylardan birinde, bir kişinin kendi bebeğini satmak istediğini görürüz. Durumu görüp duygulanan bir kişinin de bebeği almayıp bağışta bulunduğunu öğreniriz. Ayrıca özellikle Londra’ya giden Hint Müslümanlarından oluşan heyetlerin Türkiye için görüşmeler yaptığı da bilinir.

İşte böyle dönemler en duygusal dönemlerdir, dolayısıyla vatansever kimselerin gözünü açık tutması gereken dönemler de bu dönemlerdir. Duygunun en yoğun olduğu an, insan aklının kör olduğu andır.

Ancak Mustafa Kemal aklı uyumaz.

Milli Mücadele için samimiyetle çalışan Hint Müslümanlarının arasına karışmış bir adam, Mustafa Kemal’le tanıştırıldı. Ebedi Başkomutan ona sıcak yaklaşmadı. Soğuk davrandı ve kendisini uğurladıktan sonra kendisine bu tavrın nedeni hayretle soruldu. Ancak cevap ve cevabın haklılığı daha hayret vericiydi. Mustafa Kemal, Mustafa Sagir için şunu söylüyordu:

“Casustur, casus!”

Gerçekten de Sagir, Afganistan’dan Avrupa’ya kadar pek çok ülkede bağımsızlık yanlısı öğrencileri fişleyen, liderlerin arkasından iş çeviren ve suikast düzenleyen bir haindi. Henüz yedi yaşında keşfedilip yetiştirilmiş biriydi.

Mustafa Kemal adaleti asla ayrım yapmadı çünkü sorumluluk büyüktü. İngiliz emperyalizmine hizmet etmeye çocuk yaşta gönüllü olup özel yetiştirilen Sagir, mahkemede yargılanıp idam edildi.

Ancak sosyal medyada karşılaştığım bir haber bana bir kez daha gösterdi ki yeni Mustafa Sagirler, vatanseverlerin arasında dolanmaktadır.

Twitter tarafından önüme düşürülen “5G Virüs News-Platformu”nun bir paylaşımı ve sonrasında sayfalarında yaptığım inceleme ve sonrasında yaptığım araştırma, beni Türkiye’den başlayıp Avustralya’ya ve oradan Amerika’ya uzanan bir yolculuğa çıkardı.

Yolculuğumun adını da “Noel Baba Gezisi” koymaya karar verdim. Sonraki yazılarımda neden bu ifadeyi kullandığımı daha iyi anlayacaksınız.

Beni araştırmaya iten şey, büyük harflerle yazdıkları “Devlet Simon’dan Korkuyor mu?” paylaşımı oldu.

Kafası çalışan bir adam bu paylaşımın niye yapıldığını bilir. Anlatacağız.

Başka bir paylaşımda “Tek dünya sapkınlığının önündeki en büyük engel ulus devletleridir.” vurgulu bir paylaşım var. Var mı aramızda buna itirazı olan?

Var ama bizim aramızda değil. İtirazı olanın adı kendi sitelerinin künyesinde yazıyor. Anlatacağız.

Ulusalcı geçinip Kıbrıs’a kurmaya çalıştıkları (veya kuruyormuş gibi yaptıkları) her zerresiyle diyalogçuluk köyü olan Noel Baba köyünü anlatacağız.

Ergenekon’da bir görünüp bir kaybolan sözde mağdurların, kendi kendine efsane komutan damgası vuran ahlaksızların, her partiye girip çıkan sözde iş insanlarının ne olduğunu anlatacağız.

Bu yazıların sonunda Türk çocukları şunu anlayacaktır: Vatana hizmet edip karşılığını beklemeyenler ve yapılan hizmeti unutanlar Mustafa Kemal’in askeridir. Parmağı kanasa vatana hizmet sayıp karşılığını bekleyenler paralı askerdir.

Hepsini anlatacağız.

Ama daha önce anlattığım ve hatırlatmak istediğim bir hikayeyle “giriş”i yapalım.

“Orta Çağ Avrupa’sında, büyük şehirlerden birinde terk edilmiş bir bina varmış. Bir rahip bu şehre geldiği zaman terk edilmiş binayı görmüş. Eskiden birçok rahibin kaldığı binaya korkudan kimse yaklaşmıyormuş. Meğer iblis vaktiyle bu binaya yerleşmiş. Her gün din adamlarının dairesine gider, domuz ve tavuk sesleri çıkararak zavallıları korkuturmuş. Yeni rahip kendisini uyaranlara aldırmaksızın bu binaya yerleşmiş. Derken akşam olmuş; iblis, tavuk ve domuz sesleri çıkarmaya başlamış. Ne yaparsa yapsın ne tuhaf hâllere girerse girsin rahip korkmuyormuş. Çaresizlik içinde rahibin karşısına çıkmış. Rahip, iblise “Tanrı’ya olan düşmanlığın yüzünden ne hâllere düştün. Domuz gibi viyaklıyorsun, tavuk gibi gıdaklıyorsun.” demiş.

Tanrı’yla savaşmayın. Kazanamayacağınız gibi hâlden hâle düşersiniz.”

Devleti Yahudi bir müteahhitle yarıştıracak kadar paçoz zihniyetinizi ortaya koymuşsunuz.

Demek devlet korkuyor, öyle mi?

Öyleyse arkanıza yaslanın, “Jingle Bells” şarkısı eşliğinde şarabınızdan bir yudum alın, aynada kendinize bakmaya hazırlanın.

Yolculuğa çıkma sırası sizde. Hazır mısınız?

(Devamı geliyor.)