12 Haziran 1919’da Amasya şehri Mustafa Kemal’i ağırlıyordu. Onu karşılayanlar arasında Abdurrahman Kamil Efendi de vardı. Efendi hazretleri hemen Paşa’nın ilgisini çekti. Onu Hükümet Konağı’nda bizzat ağırlayarak ülkenin içinde bulunduğu durumu anlattı. Abdurrahman Kamil Efendi, Paşa’nın görüşlerini hemen benimsedi. Abdurrahman Kamil Efendi, o günün sonunu şöyle anlatıyor:

“…o gece, yani perşembeyi cumaya bağlayan gece, Mustafa Kemal Paşa’yı karanlık odada ziyaret ettim. Konuşmalar bittikten sonra müsaade istedim. Yarınki cuma günü vaaz edeceğimi, onun için erken gitmem gerektiğini söyledim. Paşa ayağa kalkarak elimi öptükten sonra,

-Baba yanınıza adam katayım mı? Karanlıktır, dedi.

-Gözlerimin ışığı beni götürür, dedim.

Paşa tekrar elimi öperek,

-Baba bu işte muvaffak olmak da var, olmamak da var. Eğer olamazsak bizi asarlar, kelle gider. Ne dersin, dedi.

-Hey oğul sen ki genç yaşında başını vatan ve millet uğruna feda etmişsin. Koy benim bu ihtiyar kelle de senin uğruna feda olsun, dedim.

Tekrar elimi öperek, yanıma Komiser Osman Efendi’yi katarak uğurladı.”

Abdurrahman Kamil Efendi, 13 Haziran 1919 Cuma günü, Mustafa Kemal’in ricası üzerine camide şu vaazı verdi:

“Muhterem evlatlarım!

Paşa Hazretlerinin açıkça izahatta bulundukları Türk milletinin, Türk hakimiyetinin artık hikmet-i mevcudiyeti kalmadığı tahakkuk edince ve milletimizin mukadderatı endişeli bir duruma düşünce artık bu devletin mevcudiyetine hürmet etmek bence doğru bir yol değildir. Mademki milletimizin şerefi, haysiyeti, hürriyeti, istklali tehlikeye düşmüştür; artık başımızdaki bu hükümetten bir iyilik ummak bence abestir. Şu andan itibaren padişah olsun, halife olsun, isim ve ünvanı ne olursa olsun hiçbir şahsın ve makamın hikmet-i mevcudiyeti kalmamıştır. Yegane çare-i halas, halkımızın doğrudan doğruya hakimiyetini eline alması ve iradesini kullanmasıdır.

Binaenaleyh işte size Hz. Ömer gibi bir başbuğ!..”

Konuşmasının sonunda Mustafa Kemal Paşa’ya dönen Abdurrahman Kamil Efendi, şu sözleri söyledi:

“Muhterem Paşa Hazretleri,

Şu görmüş olduğunuz Türk evlatlarının heyet-i umumiyesi başta ben olmak şartıyla şu andan itibaren size biat etmiş bulunmaktayız. Vatan ve milletimizin refah yolunu buluncaya kadar sizlere el birliği yapacağına söz veriyoruz.”

Mustafa Kemal 24 Eylül 1924’te Amasya’yı ziyaret etti. Bu ziyareti sırasında Amasya Müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi’yle de görüştü. Kendisiyle tanışıklığı 1919 yılına dayanıyordu. Mustafa Kemal, Abdurrahman Kamil Efendi’den övgüyle söz ettikten sonra onun halka yaptığı etkili konuşmayı hatırlattı:

“…Efendi hazretleri dedi ki: Milletin şerefi, haysiyeti, hürriyeti, istiklali hakikaten tehlikeye düşmüştür. Bu felaketten kurtulmak, icap ederse vatanın son ferdine kadar ölmeyi göze almak lazımdır. Padişah olsun, halife olsun, ismi ve ünvanı ne olursa olsun, hiçbir şahıs ve makamın mevcudiyetinin hikmeti kalmamıştır. Tek kurtuluş çaresi, halkın doğrudan doğruya hakimiyeti ele alması ve iradesini kullanmasıdır.”

Mustafa Kemal devam etti:

“İşte Efendi hazretlerinin bu yol gösteren vaaz ve nasihatinden sonra herkes çalışmaya başladı. Bu münasebetle Müftü Kamil Efendi Hazretlerini takdirle yad ediyorum ve genç cumhuriyetimiz, bu gibi ulema ile iftihar eder.”

Mustafa Kemal 1928’de Amasya’ya geldiğinde de Abdurrahman Kamil Efendi’yi görmeyi ihmal etmedi. Hatta gözleri ilk onu aradı. Torunu Nafiz Yetkin, Paşa’nın trenden iner inmez Kamil Efendi’yi aradığını, bunun üzerine dedesinin koluna girerek onu Paşa’nın yanına götüdüğünü ve sonrasını anlatır. Paşa, Kamil Efendi’nin köstekli saatini görerek anahtarını yavaşça eline aldığını, bu sırada aralarında şu diyaloğun geçtiğini aktarır:

-Bu nedir? Bu, cennetin anahtarı mı yoksa? Ver de cennete girelim.

-Asıl cennetin anahtarı sendedir Paşam!

Mustafa Kemal gülerek devam eder,

-Cennetin anahtarı nasıl bende olur?

-Nasıl olur da anahtar sende olmaz? Sen ki cahil halka okumak üzere kitap getirdin, bundan âlâ cennet anahtarı olur mu?”

Nafiz Yetkin’in anlattığına göre Mustafa Kemal, Müftü Efendi’ye yeni yazıyı öğrenip öğrenmediğini sorar. Müftü, “İmzamı atabiliyorum.” diye yanıt verir.

Ve Mustafa Kemal 22 Kasım 1930’da Amasya’ya geldiğinde de Abdurrahman Kamil Efendi’yi ziyaret etmeyi unutmadı. O anlar videoya alındı, fotoğrafları çekildi. Bu yazının fotoğrafı da işte o tarihtendir.

Devam edelim.

 26 Haziran 1919’da Mustafa Kemal tarafından II. Ordu Müfettişliği’ne bir telgraf gönderildi:

“Tokat ve çevresinin İslam nüfusunun %80’i, Amasya çevresinin de önemli bir bölümü Alevi mezhepli ve Kırşehir’de Baba Efendi Hazretlerine çok bağlıdırlar. Baba Efendi, ülkenin ve ulusal bağımsızlığın bugünkü güçlüklerini görmekte ve yargılamakta gerçekten yeteneklidir. Bu nedenle, güvenli kimseleri görüştürerek kendilerinin uygun gördüğü ‘milli hakları koruma’ ve ‘başka ülkeye bağlanmama” derneklerini destekleyecek birkaç mektup yazdırılarak buralardaki etkili Alevilerin Sivas’a gönderilmesini pek yararlı görüyorum. Bu konuda içten yardımlarınızı dilerim.

3. Ordu Müfettişi Fahri Yaver

Mustafa Kemal”

4 Eylül 1919’da gerçekleşen Sivas Kongresi’nde Heyet-i Temsiliye kuruldu. Başkan Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye’nin diğer üyeleri 22 Aralık 1919’da Hacı Bektaş’a geldiler. Burada ilk ziyaret ettikleri kişi Cemalettin Çelebi oldu. Cemalettin Çelebi, 1916 yılında gönüllü Bektaşilerden oluşan alayıyla Rus işgaline karşı savaşmış bir adamdı.

Akşam yemeğinde Mustafa Kemal’e “Cumhuriyeti kurmayı düşünüp düşünmediğini” sordu. Mustafa Kemal, Nutuk’ta ifade ettiği gibi milletin kurtuluş çarelerini vicdanında milli bir sır olarak saklayan bir adamdı. Heyet-i Temsiliye başkanından aldığı emirle Bektaş ziyaretini günü gününe not eden Mazhar Müfit Kansu, Mustafa Kemal’in lafı ustalıkla değiştirdiğini söyler.

Cemalettin Çelebi pes etmez. Akşam baş başa görüşmeyi ister. Mustafa Kemal bunu kabul eder. Cemalettin Çelebi’nin küçük kardeşi Veliyettin Çelebi, son görüşmeyi şu şekilde anlatır:

“Baş başa konuşmalarının bir yerinde Cemalettin Çelebi, Mustafa Kemal Paşa’ya şöyle diyor: ‘Paşa Hazretleri, cesaretli ve basiretli idarenizle Türk milletinin düşmanı kahredeceğine inancım sonsuz. Yüce Allah’ın milletimize müyesser edeceği zaferden sonra cumhuriyet ilanını düşünüyor musunu?’

Çelebi’nin cumhuriyet kelimesini böylesine açık yürekle söylemesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa heyecan ve dikkatle Cemalettin Çelebi’nin gözlerine bakıyor, biraz daha yaklaşıyor, onun elini avucunun içine alıyor, kulağına fısıldar gibi yavaş fakat kararlı bir sesle, ‘O mutlu günün ilanına kadar aramızda kalmak kaydiyle, evet, Çelebi Hazretleri’ diyor.”

Veliyettin Çelebi de ayrıca Mustafa Kemal’i ve milli mücadelemizi var gücüyle destekledi.

Mustafa Kemal’in Hacı Bektaş’ta kaldığı ev, 2001 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yeniden inşa edilip müzeye çevrildi.

Şüphe yok ki genç cumhuriyetimize yakışır daha nice ulemalar vardır. Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin kurucusu Papa Eftim de bunlardan biridir. Türkiye Türkleri üstündeki misyonerlik ve asimilasyon politikalarına karşı mücadele eden Papa Eftim, Mustafa Kemal’in yanında yer alan din bilginlerinden biriydi.

Bu din bilginlerinden söz edilince kimilerinin saçları dikeliveriyor. Her şeyi Mustafa Kemal’den daha iyi bildiğini zanneden bu kitlenin de arkasında dinciler var. Birkaç müptezele bayraklı şapka giydirip Kemalistlerin arasına göndererek bu din bilginlerini unutturmaya çalışıyorlarsa da bu mümkün değildir.

Bir diğer nokta ise bilge din adamlarının dini maske olarak kullanarak halkı cahil bırakanlara karşı daima uyanık olmalarıdır. Bu bilge kişiler daima milli şuuru uyanık, haysiyetli, onurlu kimselerdir. Milli Mücadele’ye destek veren din bilginlerini bir kenara bırakarak İskilipli Atıf gibileri kahramanlaştırmaya kalkanların amacı bellidir.

Hele Şalcı Bacı efsanelerini uydurmaları -ki bu kişinin adının Fatma Ana olduğu TBMM arşivinde kayıtlıdır- bu aciz ve sinsi kimselerin ahlaksızlığını gösteren örneklerden biridir.

NOT: Her işte olduğu gibi mizahta da zeka ve bilgi gerekir. Kimi dangalakların, Atatürk ve Abdurrahman Kamil (Yetkin) Efendi’nin fotoğrafını alıp caps yapmaları, Abdurrahman Kamil Efendi’nin hatırasına saygısızlık etmeleri kabul edilir bir şey değildir. Bu yazıyı okuyan kimselerin etrafındaki gençleri uyarmalarını, sorumsuzluk gösterirlerse tersleyip utandırmalarını önemle rica ediyorum.

Dincileri tiye alacağım derken dincilere hizmet etmek, derse iyi çalışılmadığını gösteriyor.