Türkiye’nin yakın tarihi tarafsız bir şekilde iyice incelenirse sorulacak ilk soru şu olur: Bir ülke hiç mi değişmez?
Bu soruyu sorduğum için zaman zaman “hafıza” üzerinde duruyorum. Hafızanız zayıfsa bir döngü içine girersiniz. Her şey her defasında başa sarıp durur. Her yaşadığınız olayı yeni zannedersiniz. İşin kötüsü, geçmişi hasıraltı etmek isteyenlerin tuzağına düşer; yaptığınız yanlış değerlendirmeler ve aldığınız yanlış kararlarla “sistem”in bir parçası olursunuz.
Büyük devletleri içten saran çetenin küreselleşmesi için birçok devletin de aynı hastalığa, yani devlet içinde çeteleşmeye tutulması gerekiyordu. Son yazdığım yazıda bunu kısaca anlatmaya çalıştım.
Türkiye, “Ben hukuk devletiyim.” diyor. Kimileri de böyle diyen bir devletin yasalarının çiğnenmeden devlete hizmet edilemeyeceğini öne sürüyor. Bu, bir akıl tutulmasıdır. Akıl tutulunca ahlâk yanıp tutuşarak kül olur. Akıl ve ahlâkın olmadığı yerde ise devlete hizmet etme iddiası laftan ibarettir. Asıl mesele hukukun dışında kalarak kendi saltanatını kurmaktır.
Bunu yapmak için de tüm parazitler bir araya geldiğinde “çeteleşme” başlar.
Birçok çete gibi bunlar da adeta bir taşeron şirket kurarlar. Her devrin iktidarının ya da muhafeletinin yapılanmasında küresel güçlerin menfaatlerinin sözcülüğünü yaparlar. İktidar ya da muhalefetten tek bir kişi bile Batı emperyalizminin güdümüne karşı çıkacak olsa onu hemen yok ederler.
Türk subayları tutuklandığında “Eski Türkiye’nin çeteleriyle mücadele ediyoruz.” diye konuşanlar, çetelerden biri olan FETÖ güçten düşünce mecburen eski Türkiye’nin çete liderlerine sarılmışlardı.
90’ların hesabını sormak için 90’ları karanlığa gömenlerle bir araya gelmek ve karanlığa karşı mücadele edenleri hapse atmak… Bu da bir ahlâk tutulmasıydı. Bunun etkilerini hâlâ görmekteyiz.
Devlet görevine ihanet ederek bir kere suç işleyen artık hep suç işlemek zorundadır. Hukuk yaptırımından kaçmak da bir suç olduğuna göre bunu başarabilmek için her yolu seçerler. Bu parazitlerden biri, elindeki gücü mevcut iktidarların hizmetine sunmak zorunda kalır. Böyle bir parazit her zaman köle olarak kalacaktır.
Tüm çeteler toplamda karanlık bir gücü meydana getirir.
Bu karanlık güç sadece ve sadece zorbalık doğurur. Kuvvetler ayrılığı ilkesi dosdoğru uygulandığında, kanundan üstün güç olmadığında, adaletin kılıcı herkese eşit doğrulduğunda ülkede asayiş ve huzur olur.
Kanunların dışında kalan gruplara ancak ve ancak çete denir.
Çeteler her köşeyi tutmak zorundadır.
Mesela hava limanları kritik noktalardır. Buradaki siviller ve güvenlik görevlileri arasına sızmış bir çete, suçluları içeri almakta da kaçırmakta da rahat olacaktır. Memlekete rahatlıkla uyuşturucu sokulabilecektir.
Hiçbir çete mensubu namusluca para kazanmaz.
Ülkenin temeli adalet ve eğitimdir. Bunlar olmazsa liyakat olmaz. Liyakat olmazsa ve ülkenin kaderini teslim ettiğiniz kimseler başka ülkelere uşaklık ederlerse o ülkede her şey karanlık olur. Gençler ölür, yeteneksiz ve bilgisiz kimseler her köşeyi tutar, çeteler kol gezer, namuslular hapse girerken namussuzlar da insan hakları satar.
Gerçekte satılansa insanlığın geleceği ve milli değerlerden başka bir şey değildir.