19. yy.da İngiliz işgali altındaki Hindistan’da tarihe “Sipahi Ayaklanması” olarak geçen ayaklanma çıkmış ama başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ayaklanmanın bedeli ağır olmuş, birçok Hindu, İngilizler tarafından ağır bir şekilde cezalandırılmıştı.
O sıralarda Sialkot’taki bölge mahkemesinde memur olarak çalışan bir adam vardı ve hem “mirza” hem de “gulam” ünvanlarını kullanıyordu. Bu kişi hem Hristiyanlarla hem Müslümanlarla hem de Hindularla arası iyi olan Ahmed’ti.
Mirza Gulam Ahmed, Hristiyanların beklediği Mesih’i, Müslümanların beklediği Mehdi’yi, Hinduların tapındığı hatta beklediği Krishna’yı iyi biliyordu.
Hepsi birden olmaya karar verdiğinde bir gazetede yazılar yazmaya başladı. 1877-1878’de yazdığı yazılarla, İngilizlerin zulmünden bunalıp kaçan Hindistanlıları etki altına almaya çalıştı.
Yazılarında aynen şunu söylüyordu: “Bu, kaderdir. Yenilgiyi ve zulmü kabullenin. Baş kaldırmayın.”
Birçok insan kaçıp Kadıyan’a gidiyor. Mesih, Mehdi ve Krishna’yı şahsında birleştiren (!) sinsi bir adam, zulümden kaçanların sığınağı oluyor.
“Eğer erkekleriniz ve kadınlarınız, gençleriniz ve yaşlılarınız, küçükleriniz ve büyükleriniz hep birlikte benim helak olmam için dua etseler, hatta secdeler etmekten burunları çürüse ve elleri sakat kalsa bile yine de Allah dualarınızı kabul etmeyecek ve işini tamamlamadan durmayacaktır.”
Bakın, Menzil’in şeyhlerinden incileri de karşılaştırma yapmanız için aynen alıntılıyorum: “Hiçbir zaman Gavs’ın çocuklarına, torunlarına, evlatlarına tefrikat yapmayın. Tefrikat yapma hakkınız yoktur. O hakka sahip değiliz. O hakka yetkimiz yoktur. Elimizden geldiği müddetçe, ruhumuzda, kalbimizde ruh olduğu müddetçe, canımızda can olduğu müddetçe, canımızda ruh olduğu müddetçe o aileye köle olacağız. O aile(ye) biz başımızı yere koyacağız, bütün Gavs hazretlerinin çocukları bizim başımızın üstüne basıp geçecekler.”
İlginçtir, Gavs öldükten sonra “Yaşasın yeni Gavs!” demeden önce ilk görülen şey, sözde peygamber torunlarının kendi aralarındaki tefrikat oldu!
Ama herhalde asıl ilginçlik Orta Doğu menşeli dinlerin hepsinde birçok Mirza Gulam Ahmed, birçok Gavs, birçok Said-i Nursi olmasıdır.
Bir zamanlar -anımsadığım kadarıyla MEB’de görevli- bir karaktersiz, “Filozof Atakan” olarak bilinen bir çocuğa ahlâksızca nefret kusmuştu. Çocuğun kitap okuması, gözlerinde sürme olması gibi durumlar “Deccal çocuk” gibi safsataların ortaya çıkmasına neden olmuştu.
Oysa Said-i Nursi’nin 18 yaşına gelmeden binlerce sayfalık sözlük ezberlediğini iddia edenler de devletin MEB başta olmak üzere birçok kurumuna sızan bu gibi hastalıklı kimselerdi.
Ne yazık ki aydın zannedilen pek çok kimse de bu tipleri ilahlaştırmıştır. Şerif Mardin bunlardan biridir. Bir diğeri ise Said-i Nursi’yle görüşmüş gibi “Adam şimendiferi biliyor!” diye hayrete düşen ama daha sonra öve öve bitiremediği Said’le aslında hiç görüşmediğini itiraf eden Cemal Kutay’dır.
Halifelik için yürüyenlerin de mutlaka bir halife adayları vardır ama ben yine de yukarıda ismini yazdığım adayların özelliklerinden aşağıda olmamasını tavsiye ederim.
Said-i Nursi, kendisine üç kurşun atıldığını ve üçünün de ölümcül yerlere geldiğini ama tesir etmediğini iddia ederek Matrix’e ilham kaynağı olmuştur. Şimendiferi bilmekten daha büyük maharet!
Mirza Gulam Ahmed üç olağanüstü şahsiyeti kendinde birleştirmiş; Mehdi, Mesih, Krishna olarak karşımıza çıkmıştı. Voltran!
Gavslar ise kâinatı çekip çeviriyorlarmış. Soyaağaçlarının kutsiyeti bakımından Sümer tabletlerindeki Annunakileri kıskandıracak kimseler olduklarını görüyoruz!
Ama ellerini de çabuk tutmalılar.
Mesela Mirza Gulam Ahmed’in torunu Mirza Mesrur Ahmed, 4 Aralık 2002’de AP’de “halife” sıfatıyla konuşmuştu.
Bence Necip Fazılcı romantiklerin Batı’nın hilafete karşı olduğu palavrasının yegâne nedeni halifenin kendilerinden seçilmemiş olmasından başka bir şey değildir.
Halife Ahmed değil de Mehmed olsa Batı’nın koynuna girecek topluluk yer değiştirecektir.
Hilafet diye yürüyenlerin gizlediği bir halife varsa gördükleri gibi standartlar hayli yüksektir.
Mısır’da, Sümer’de, Babil’de ve daha nicelerinde görülen asalı dev varlıkların bir zamanlar yaşayıp yaşamadığını merak ediyor musunuz?
Yeryüzündeki “seçilmiş” insanlara baksanıza!
Cevabınızı alırsınız.