Batı’nın Mitolojik Evreni Çökerken

Nikolay Trubetskoy, “Roma-Germen” olarak adlandırdığı Avrupalıların egosantrik bir psikolojiyle kendi halkının kültürünü değerlendirdiğini ifade ederken bu psikolojiye sahip olan kişileri şöyle tanımlar “…gayriihtiyari olarak kendisini kâinatın merkezi, yaratılışın şahikası, tüm canlıların en iyisi, en mükemmeli addetmektedir.”

Yine Roma-Germenlerin kendilerinden çok emin bir biçimde sadece kendilerini “beşeriyet”; kendi kültürlerini “evrensel medeniyet” ve nihayet kendi şovenliklerini de “kozmopolitzm” olarak adlandırdıklarınıı ifade eder.[1]

Ne yazık ki bilimden felsefeye, spordan sanata, siyasetten rejimlere kadar hemen her şey dünyanın önemli bir bölümünde Avrupa veya Batı-merkezcidir. Bir Batı vardır bir de Batılıların tepeden baktıkları, lütfettikleri Batı çevresi. Dünya adeta Batı’nın etrafında dönmektedir. Batı bir yön değildir, geri kalmış (?) tüm medeniyetlerin ilahıdır (!).

Bu konuda yazılmış en iyi çalışmalardan biri, Frances Stonor Sounders’in “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” isimli kitabıdır. Pek dile getirilmese de Soğuk Savaş aslında kültür cephesindeki çatışmalarla ortaya çıkmış; Batılılar Sovyetlere karşı asla sorgulanmamış yazarları, bilim insanlarını vs. vitrine koymuştur. Sovyetler de giderek kendi içine kapanmasına neden olacak şekilde hâkim ideolojiye uygun hareket eden sanatçıları, düşünürleri öne sürmüşlerdir ki bu ideolojiye muhalif başta Türk aydınlar olmak üzere pek çok aydın da demir yumrukla yok edilmişlerdir. Sovyetlerin sonunu getiren belki en önemli nokta budur.

Batı aslında 18. yy. sonlarından başlayıp Soğuk Savaş’la birlikte son evresine giren bir mitolojik evren yaratmıştır. Bu evrende bilim tanrıları, sanat tanrıları, siyaset tanrıları, spor tanrıları ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca çoğu kez bunların düşüncesine temel olan özellikle Doğulu unsurları yok sayıp bu sahte tanrıları yaratıcı pozisyonuna sokmuşlardır.

Mustafa Kemal hayattayken içten pazarlıklı hareket edenlerin 1938’den sonraki ağalıkları ibretliktir. Onun çizdiği yolun önüne ilk engel, bu içten pazarlıklı kimseler tarafından çıkarılmıştır. Bu kimselerin psikolojisini “misoneizm” yani “bilinmeyene, yeni olana karşı korku” şeklinde nitelemek yanlış olmayacaktır.

Misoneizm pençesindeki bu kimseler, Mustafa Kemal’in Türklük, laiklik, mazlum milletler konusundaki ideallerini hiçbir zaman benimseyemediler çünkü bu cesaret isterdi. Böylece Atatürk’ün izinde giden sadık kimseler gibi görünüp yeni Türk devletinin altını içten içte oydular. Söylemde Batı karşıtı, eylemde Batı uşağı sözde milliyetçi ve irticacı kimseler yetiştirdiler.

Böylece Türkiye de bu mitolojik evrene kısa zamanda sokuldu. Eğer az zamanda çok ve büyük işler başaran Mustafa Kemal’in Türk cumhuriyeti derinlerde kökleşmemiş olsaydı bugün çok daha başka bir ülkede yaşıyor olacaktık. Basın ve medyadan bolca umutsuzluk, karamsarlık, güçsüzlük propagandası yapılmasına ve yedi iklim dört bucaktan gelen saldırılara rağmen Türk cumhuriyeti yaşıyorsa güneşe kılıç sallamaya kalkanlar da bir düşünsünler, derim.

Newton’ın üçüncü yasasıdır: “Her kuvvete karşılık, her zaman eşit ve ters bir tepki vardır.”

Türkiye’yi Batı’nın mitolojik evrenine sokan misoneistlerin ufukları çok dar olduğu için geleceği göremediler. Oysa Batılı emperyalistlerin etki uyguladığı Doğu medeniyetlerinden mutlaka bir tepki gelecekti. Sovyet sonrası hedefine Çin, Rusya ve kendi beslediği terörizm üzerinden İslam dünyasını yerleştiren ABD ve ortaklarının Irak, Afganistan gibi ülkeleri işgal etmesiyle birlikte bu tepki daha farklı bir şekilde perçinlenmeye başlamıştır.

Tepki gösteren kuvvet, kendi medeniyetinin kökleriyle sınanıyor, zayıflamış duvarlarını sağlam temelleri sayesinde onarmaya ve güçlendirmeye muvaffak olmaya başlıyor. Buna karşın sürekli olarak etki uygulayan, baskı altında tutan, sürekli yalan söylemek zorunda kalan etki sahibi kuvvet ise mutlak tükenmeye doğru ilerliyor.

Daha önceki yazılarımda ifade ettiğim gibi devletlerin zaman algısıyla insanların zaman algısı aynı değildir. Dünyanın dengeleri temelden değişirken birbiriyle savaşsa bile hiç değilse “benliğini tanıyan milletler” geleceğin dünyasını kuracaktır.

Mitolojik tanrıların “Ulus devletler çöküyor.” yalanları yalnızca satılmış kalemlerin, muhtaç siyasetçilerin, çakma aydınların dilinde kaldı. Ulus devletler güçleniyor ve emperyalizme karşı direniş de ancak ve ancak milli benliğini tanıyan milletlerin milliyetçiliğiyle mümkün olacaktır. “Yumuşak güç” temsilcisi çakma aydınların çok da uzak olmayan bir zamanda yeni para birimlerine yöneleceklerini göreceğiz.

Güncele gelirsek…

Batı, her zaman Doğu’nun duygusallığına oynamıştır. Kendi hâkimiyetini tesis etme ve korumadaki gaddarlığı sayesinde masum insanları rahatlıkla öldürerek herkesi ateşe atmaya çalışanlar, her zaman karıştırdıkları ülkelerin derslerine iyi çalıştıklarına şahit oluyorlar. Duygular üzerinden oynadıkları oyun tutmadığı gibi öylece kalakaldılar.

Ve üzerlerine yağan roket yağmuruna, füze fırtınalarına cevap vermekte aciz kalıyorlar.

Orta Doğu’da hayata geçirilen tuzak Kafkasya, Türkistan ve Güneydoğu Asya’da da tutmazsa rahmetli Barış Manço’nun tabiriyle “Hadi geçmiş olsun birilerine…”

Gerçeği ne kadar süre gizlerseniz o kadar büyük bir hakikat tokadı yersiniz.

Rusya, Ukrayna’ya girdiğinde tüm dünyayı insanlık adına seferberlik edenlerin İsrail’e koşulsuz destek vermeleri dünyanın geri kalanını küçümsemek ve alay etmeye kalkmak değil de nedir?

Ne olursa olsun Batı’nın mitolojik evreni çökerken Türk dünyasının adeta yeniden doğmaya başladığı günlerde ne yaparsanız yapın zihninizi hakikatten uzaklaştırmayın.


[1] Nikolay Trubetskoy, “Rus Ben-İdraki”, Küre Yayınları, Birinci Basım, Kasım 2020, ss. 19-20.