Tesadüf, sorgulanmamış olay ve durumların yarattığı algıdır. Tesadüf diye bir şey olmadığı için de Orkun Yazıtları’nın keşfini “İki yabancının elinde haritayla gezerken tarihi eser bulması” olarak değerlendirmek yanlıştır.

1709 Poltava Savaşında Ruslara esir düşen Johann von Strahlenberg ve 1721’de Abakan’a gelen Alman bilgin Daniel G. Messerschimidt de elde haritayla rastgele gezen, tek amacı macera olan kimseler değildi. Ne aradıklarını biliyorlardı.

Neden?

Çünkü 18. yy.da keşfedilen şey, Orkun Yazıtları’nın fiziksel varlığı değildir. Onun varlığından 1200’lü yıllarda yaşamış olan Alaeddin Ata Melik Cüveyni ve ondan 200 yıl sonra yaşayan İbni Arabşah da eserlerinde bu yazıtlardan bahsetmişlerdi.

Arap bilginlerin bu yazıtlar hakkında bilgi vermesinden daha önemli olan nedir?

İskandinav coğrafyasından gelenlerin bu yazıtları “bilimsel” anlamda keşfedip araştıran kimseler olması, fiziki varlığının tespit edilmesinden çok daha önemli ve anlamlıdır.

Şüphesiz ki İsveçliler, Almanlar ve Avrupa’nın geneli İskandinavya’daki yazılardan ve Sekellerin yaşattığı aynı yazıdan haberdardı.

Mesele sadece yazı da değildir. İsveçliler arasında da diğer Avrupalılar gibi köklerini Asya’nın derinliklerinde arayanlar vardı. 1655-1727 yılları arasında yaşamış olan İsveçli gezgin Johan Gabriel Sparwenfeld ve ondan da önce 1653-1713 yılları arasında yaşayan Fransız doğu bilimci Petis de la Croix, İsveçlilerin kökenlerini Doğu Türkistan’da dayandırıyorlardı.

Onlara göre İsveçlilerin en büyük atası olan Odin’in geldiği Asgard, Doğu Türkistan’ın Kaşgar kentiydi.

Türkiye’de hâkim olan “Yabancılar dediyse doğrudur.” bakış açısıyla hareket edecek değiliz. Mesele bunun böyle olup olmaması değil, tesadüf diye bir şey olmamasıdır.

Şüphe yok ki Batı emperyalizminin doğuşunda ve dünyada yaşayan tüm milletlerin fertlerinin zihninde kökleşmesinde tarih tezlerinin büyük rolü vardır. Emperyalistleri psikolojik harp sahasına avantajlı bir şekilde çıkaran önemli noktalardan biri işte bu dil ve tarih tezleridir.

Bu noktada Orkun Yazıtlarından devam edeyim.

Strahlenberg’in Yenisey’de bulduğu yazıları tanıtan çalışmaları Batı’da büyük ilgi gördü. Hemen birbiri ardına iddialar ortaya atıldı. Kimilerine göre bu yazılar Romalılar aitti. Kimileri Gotlara ait olduğunu iddia ederken kimileri de Yunanlılara ait olduğunu söylüyordu. Prusyalılar ise erkeğe disiplin kattığına inandıkları meşhur bıyıklarını sıvazlayarak “Yok, bunlar bizim.” diye iddiada bulunuyordu.

Bu tartışmalar sürüp giderken yazıların Türklere ait olmadığını iddia edenlerle “Bu yazıtlar Türkçedir ama yazı Greklere aittir.” diyenler yarışıyorlardı. Yazıları çözmek için uğraşanlar da vardı ama bir türlü netice elde edemiyorladı. Üstelik ortaya sürekli olarak yeni yazıtlar çıkıveriyordu.

1889’da Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilen bengü taşların bulunmasıyla sona yaklaşmaya başladık.

Rus Nikolay Yadrintsev’in keşfettiği bu yazıtları çözmek için Danirmakalı bilgin Wilhelm Thomsen ve Alman asıllı Rus Doğu bilimci Wilhelm Radloff harıl harıl çalışıyorlardı.

Sonunda Thomsen, Radloff’tan biraz daha önce yazıları çözmeyi başardığında yıl 1893’tü.

Thomsen’e bu zorlu çalışmada yol gösteren neydi?

Yazıtlarda yer alan iki sözcük: “Türk” ve “Köl Tigin”!

Böylece Asya’da ortaya çıkan her şeye “Benim!” diyen gaspçı emperyalistlerin hayal kırıklığı yaşadığını görüyoruz ama pes etmiyorlar: Bu sefer de “Benden öğrendiniz.” demeye başlıyorlar.

Yazının kökeni Aramilere, Greklere, İskandinavlara, yedi yabancıya dayandırılıyor ama Türklere ait olduğunu ısrarla reddediyorlar.

Bunu da her zaman yaptıkları gibi hümanizm maskesine saklayarak ve bilimsel jargonla anlatarak ispatlamaya çalışıyorlar. Yani demogoji yapıyorlar. Karşı çıkanlara da “besleme” dediğimiz sözde bilim insanları aracılığıyla “faşist” diye damga vuruyorlar. “Sen” diyorlar, “Buna karşı çıkıyorsun çünkü Türk’sün.”

Yapma yahu, nereden bildiniz!

Asıl faşizmi -çok sayıda değerli çalışması olmasına rağmen- Barthold’un Türkistan tarihi üzerine makalelerinde görebilirsiniz. Türkistan’ın Türkler öncesi tarihini (?) irdelerken adeta bir medeniyet hiyerarşisi ortaya koyar. Her şey Greklerden gelmiştir, onlardan değilse İranlılar yapmıştır çünkü nasıl olsa hepsi akrabadır. Tek tük biz Türkler de bir şeyler yapmışızdır ama onlar da bir şekilde Aryanların elinden geçmiş olmalıdır.

Bu türlü “Aryan” efsanelerini zaman zaman yazdım ama ilerleyen yazılarda “psikolojik harp” kapsamında tekrar değineceğim. Bu yazıyla anlatmak istediklerim açıktır. Yazıyı noktalarken bir noktaya değinmek isterim.

Yıllar önce Odin’in Türk kökenleri konusunda bugünkü İsveç bilim dünyasının ne düşündüğünü merak ettiğim için internet üzerinden İsveç kaynaklarını taradım. Akademisyen İda Östenberg’in “Ey Odin’in Askerleri, hepiniz Turkland’tan geldiniz!” başlıklı bir çağrısını gördüm.

Turkland, Odin’e dair anlatılarda onun geldiği yerin adıdır. Türk yurdu, demektir.

Ancak Odin’in Askerleri’nin paramiliter Neo-Nazi bir grup olduğunu biliyordum. Yazıda aslında “Siz buraya sonradan geldiniz” denmek istediğini anlıyordum çünkü mesele, Odin’in Askerleri’nin mülteci karşıtı sözde devriye hareketleriydi.

Roma tarihçisi olan Östenberg’in sosyal medya hesabını buldum ve kendisiyle bu konu hakkındaki görüşlerini almak için iletişime geçtim. Sonuç: Mesajımı gördükten sonra profiline erişimimi kısıtlayarak cevap verdi.

Oysa 18. yy.da yaşamış ve İsveç tarihine büyük katkılarda bulunmuş olan “modern anlamda ilk İsveçli tarihçi” Prof. Sven Lagerbring yıllar öncesinden Östenberg gibi İsveçli, Avrupalı, Amerikalı, Rus bilim insanlarına şunu söylemişti:

“Onur verici olup olmadığı endişesi olmadan söyleyelim: Odin ve yanındakiler Türk’tüler.”

Lütfen bu cümledeki “Türk’tüler” ifadesinden önce “Onu verici olup olmadığı endişesi…” ifadesini değerlendirin.

Önce Batılıları Asya’ya getiren Aryan efsanelerini hatırlayın.

Sonra Mehmet Turgay Kürüm’ün İskandinavya’daki çözülemeyen yazılar üzerine yaptığı çalışmaların anlamını irdeleyin.

Bakın bakalım, mitolojiyle simgesel hâle getirilen ve “Odin” adıyla tarihin hafızasına kodlanan gerçek nedir?  

Ve Moğolistan’a kadar “Bu yazılar bizim!” diye gelen gaspçılardan İskandinavya’daki bir kısım yazıları yalnız Türkçe okuyan araştırmacılara neden gelindiğinin cevabını arayın.

Sahtelikler dünyasında tüm tezleri tersine okumak gerekir.

Önerilen Kaynaklar

Ahmet Bican Ercilasun, “Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları”, Dergah Yayınları.

Özgür Barış Etli, “Viking Türk Sırları”, Gece Kitaplığı.

Kazi Laypanov, İsmail Miziyev, “Türk Halklarının Kökeni”, Selenge. (Özellikle Ahsen Batur’un ön sözü mutlaka okunmalıdır.)