Bizim Karahanlı diye bildiğimiz devlet, tarihte “İlig Hanları”, “Al-i Efrasyab et-Türki”, “Hakaniyan”, “Efrasyabiyan” diye bilinirdi. Karahanlı adı, Vasili Vasilieviç Grigorev’in 1874’te yazdığı bir makaleden sonra yayılmıştır.
Türkistan hakanlarından Muhammed Yağan Tigin, tahtını oğlu Hüseyin Çağrı Tigin’e bırakmak istiyordu. Eşi Hanısı ise tahta oğlu İbrahim’i geçirmek istiyordu. Bir gün sarayda verilen bir ziyafet sırasında Hüseyin Çağrı Tigin dahil bütün şehzadeler zehirlendi. Tahta İbrahim geçti. Galiba talih kuşu onunda yanındaydı.
Her nasılsa kurtulan bir şehzade vardı.
O şehzade ata topraklarından kaçmak zorunda kaldı. İl il Türklük alemini gezdi. İl il gezip ilim tahsil etti. Büyük bir bilgin oldu. Hakkındaki hiçbir kayıt, geri dönüp tahta geçmek için çalıştığını hele ki başka ülkelerle iş birliği yapmaya kalktığını yazmaz.
O bilgin, bugün Türk dünyası için de Türkoloji bilimi için de altın değerindeki sözlüğü yazmış olan Kaşgarlı Mahmut’tur.
O zaman şu soruyu soralım: Talih kuşu gerçekten İbrahim’in yanında mıydı?
Bugün Türk olsun olmasın birçok bilim insanının ilgisini ve takdirini çeken kişi Divan-ı Lügat’it-Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmut’tur.
Barskan doğumlu olmasına rağmen daha sonra taşındığı Kaşgar şehrinin adıyla hatırlanan Mahmut, eşsiz bir değer olan bilgiyi güç olarak benimsemiştir. Böylece kendisi çağları aşıp bugünlere gelmiş, bugünün Türkleri için sonsuz saygı duyulan bir bilgin olmuştur.
Tahtı devralan İbrahim ve anasını ise bu yazıyı okuyacakların çoğu bilmemektedir. Oysa sözde güç onlardaydı. Servet, ordu, ülke onların elindeydi.
Talih kuşunun pisleyeceğini bilse ağzını açıp göğe bakacak tıynette olanlar için makam, mevki, şehvet, şöhret her şeyden önce gelir. Onlar için olduğundan büyük görünmek, dokunulmaz olmak, derin sırlara vakıfmış gibi davranmak, güçlükle karşılaşmadan zirveye çıkmak en büyük emeldir.
Dikkat edin: Bu ülkede milliyetçi, vatansever geçinenlerin önemli bir bölümü için güya hizmet ettikleri devletin kanunlarını çiğnemek, kendi insanlarından üstün olmak çok büyük bir olaydır.
Her devlet örtülü operasyonlar yapar ama amaç millete hizmet etmektir. Hizmet edersin, işin biter, yaptığın hizmeti unutursun. Karşılık beklemezsin. Kerameti kendinde aramazsın. Yoksa kanunların melekleri sana dokunurlar.
Bunu anlamıyorlar.
Böylece onlar, düşman için hedef değil oyuncak oluyorlar. Oyun hamuru gibi istenen şekle sokulurlar.
Oysa millet yolunda azimetten dönenlere kahpe denir. Meziyetini, töresini, kültürünü gidip de düşmana sunan ve şahsi menfaat temin etmeye kalkanlara başka ne denebilir?
Topkapılı Cambaz Mehmet Bey, General Harrington’ın arabasını karargâh önünden aldırıp Ankara’ya gönderen adamdır.
Bununla övünme safhasını geçip bundan çıkaracağımız derse bakalım.
Memleketi işgal edilmiş, kaos ortamı oluşmuş, hainler ve kahramanlar iç içe girmiş, Topkapılı Cambaz Mehmet Bey elinde tuttuğu gücü ve yeteneği kendi menfaati için kullanmıyor.
Ne Harrington sıradan bir adamdır ne de o devirde general aracı çalmayı başarmak sıradan bir iştir. Ancak o otomobil, milletin talihini temsil eden adama, Mustafa Kemal’e gitmiştir.
Ders böyle çıkarılır.
Bir ülkenin aleyhine çalışacak ilk casus en kolay genelevde bulunur çünkü genelevde topluma tepkili, horlanmış, hakarete uğramış kimseler vardır. Bütün şehvet düşkünlerinden her türlü sırrı almaları mümkündür. Bu nedenledir ki yabancı bir istihbarat servisinin bir geneleve girmemesi mümkün değildir.
Vatan satmak meziyet olsa vatana ihanetin piri fahişeler olurdu.
Ama ihanet meziyet değil, kendine eziyettir.