Kumpasların Efendisi

ABD’nin önemli kuruluşlarından FBI’ın efsane başkanı olarak anılan isim, John Edgar Hoover’dı.

Hoover, kimilerine göre önemli bir devlet adamıydı ama kimilerine göre devlet baskısının simge ismiydi.

Tam 8 ABD başkanı eskitmişti.

Hoover’ın en bilinen uygulaması ise “Tutukla ya da izle” emrine dayanıyordu. Eğer durum zora girerse “Tutukla ve mutlaka mahkûm et” emri devreye giriyordu.

Devrinde tam 12 bin ABD vatandaşı fişlenmişti. Bugün Guantanamo’daki kampa “terör” şüphesiyle götürülenlere yapılan muamelenin arkasında da onun fikirleri vardı. Şu farkla ki Hoover’ın fişleyip askeri cezaevine tıkılmasını istediği kişilerin suçu Sovyet casusu olmalarıydı.

Nasıl Guantanamo’daki pek çok mahkûmun yok yere hapis yattığı ortaya çıktıysa onun zamanında da sırf FBI’ın imajı sarsılmasın diye sahte delillerle ya da şüpheli aleyhine delil karartmayla pek çok insan hapse atılmıştı.

Hoover’ın izlettikleri hatta öldürttüğü söylenenler arasında Martin Luther King de vardı.

Ku Klux Klan üyelerinin bombalı eylemlerini “Siyahlar kendilerini havaya uçurdular” diye örtbas etmekle kalmamış, mağdurları da içeri attırmıştı.

Masum insanları sahte deliller üreterek içeri attır. Canından can giden adamı da “katil” ilan et. Mezara gireni hainlikle suçla.

Yıllar sonra Hoover’ın ülkesinden gelen görevlilerle kol kola çalışan kumpasçılar da Türkiye’de benzerlerini yaptı.

Hoover’ın gizli eşcinsel olduğu ve kadın kıyafetleri giydiği iddia edilir. Bu yönüyle de bilinen ilk trans casus olan Chevalier D’eon de Beaumont’a benzer.

Belki de kancayı kendi cinsine takan herkese eşcinsel ya da gizli eşcinsel demek yanlıştı. Belki bu da bir angaje yöntemiydi. Zevke, paraya, makama düşkün olmayanların, cevabını bilemeyeceği bir soru bu.

Zaten casuslar alemi de böyle tuhaf değil midir?

ABD istihbaratının en usta isimlerinden biri Benjamin Franklin’di. En iyi adamı yine Amerikan bağımsızlık mücadelesi için çalışan casus Dr. Edward Bancroft Williston’dı. General rütbesindeki Williston o kadar çok çalışmıştı ki Amerikan devleti ona şeref madalyası takmıştı. Daha sonra ortaya çıktı ki Williston meğer İngiliz kralının en sadık adamıymış.

Sadece o mu?

Benjamin Franklin’in oğlu William Franklin, eskiden beri Amerikan kolonileri için huzur ve refahın Britanya’ya sadakat göstermekten geçeceğine inanıyordu. Bunun için babasının aksine Britanya için çalıştı ve kendisine bağlı çalışan, casusluk faaliyeti yürüten bir milis örgütü kurdu.

William Franklin davasına o kadar inanmıştı ki 1778’e kadar Londra’ya sürekli olarak istihbarat raporları gönderdi.

Karanlıklar dünyası böyledir.

James Bond olmasa İngiliz istihbaratının psikolojik üstünlüğü olur muydu? Rambo olmasa Amerikan ordusunun rezaletlerinin üstü örtülür müydü? Sapığın önde gideni savaş yanlısı Prens Philip Yussupov mu yoksa kumpasa düşürüp öldürülmesini sağladığı Rasputin mi tehlikeliydi?

İstihbaratçıların aleminde her an her şey mümkündür ve bu yüzden her an ne olacağı kestirilemeyebilir.

Ama sanırım kumpas kuranların arkasından sağlam bir karakter, sağlam bir ahlâk çıkmıyor. Hoover’da, Yussupov’da olduğu gibi…