“Akıllılık çoğunluğa bakılarak ölçülmez.” George Orwell, 1984.
“O yüzyılın ilk yıllarında Papa V. Clemens, Roma’yı senyörlerin tutkularına av olarak bırakıp Papalık makamını Avignon’a taşımıştı. Hristiyanlığın kutsal kenti bir sirke ya da bir geneleve dönüşmüştü; adına cumhuriyet dense de bir cumhuriyet değildi; silahlı çetelerin saldırısına, şiddet ve yağmaya uğruyordu. Din adamları, laik yargının dışında kaldıklarından, gözü dönmüş haydut çetelerine başkanlık ediyor, elde kılıç soyuyor, günah işliyor, haksız kazanca dayalı ticaret örgütlüyorlardı. (…)” Umberto Eco, Gülün Adı.
“Platon’un Gorgias’ta sunduğu sert eleştirilere göre Atina demokrasisi, rejime özgü iki ana özelliği sergiler: Beceriksiz kitleler tarafından seçilmiş beceriksizlerden oluşan bir yönetim ve kaçınılmaz olarak demogojik bir tıkanma. Bedenin hastalanması durumunda kim meslekten bir hekim yerine tedavi için oylamaya başvurur? Bu durunda çok daha zor olan şehrin (devletin) tedavisi neden siyaset sanatı konusunda hiçbir şey bilmeyen halk meclisinin çoğunluğuna bırakılır? Bu durum, yönetenler ile yönetilenler arasında demogojik bir ilişkinin oluşmasına neden olur.” (Felsefe Tarihi I. Cilt, Mario Vegetti-Platon)
Bu yaptığım üç alıntı da doğrudan doğruya günümüzü ilgilendiriyor. Seçimlerin ilk turu tamamlandı. Her ne kadar ikinci tura gidilecek olsa da ilk tur öncesi, adayların kazanan ve kaybeden psikolojisini aralarında değiş tokuş yaptıklarını görüyoruz. Bunda hakikatlerin değil sanal dünyanın rolü büyüktür.
Yıllarca basın ve medya tarafından beyni uyuşturulan kitleler, sanal ortamda sahte bir özgürlük içinde Atina demokrasisi kuruyorlar.
Kuşkusuz fikir ve gözlem bağlamında söylenecek çok şey var. Upuzun değerlendirmeler yapmak çok kolaydır. Ne var ki sözü uzatmak huyumuz değildir ve her zaman hatırlattığımız gibi “yalınlık gerçeğin belirtisidir.”
Demogojik siyaset ise yalınlığın yani gerçeğin çok uzağındadır.
Siyasetin kerameti kendinden menkul parlak danışman çocuklarına yapılan yatırımlar siyasetçilere koca bir sanallık olarak geri dönüyor. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere sosyal medyada konuşulan neyse ona göre hareket etmek, sosyal medyada en çok tutan şakaları diline dolamak veya bir sağa bir sola dans etmek, iktidar kurmaya değil yalnız eğlendirmeye yarar. Tüm bu gösteriler demogojinin bir parçasıdır.
Ve gördüğüyle, duyduğuyla aldanıp illüzyonun içinde yaşayanlar için tüm bunlar pembe tabloların sebebidir.
Oysa insanların söyledikleri ve gösterdikleri çoğu kez yanıltıcıdır. Hele hele sanal dünyadaki sanal kişilikleri, sahte filozofları, sözde kanaat önderlerini gereğinden fazla abartırsan başkanlığına, iktidarına, sorumluluklarına “büyük ortak” almış olursun. Ancak bu da gerçeklerden uzaklaşmaya yarar, başka bir şey getirmez.
Bizim milletimiz tarihçi değildir, tarihi okumaz. İddia ettiği gibi, hamasetini yaptığı gibi tarihine sahip çıkmaz. Orkun Yazıtlarını bir defa bile okumaya milyonlarca insanın ayıbı olan ülkemizde daha büyük bir ayıp olarak Bilge Kağan’a söylemediği sözleri mâl ederiz, örneğin. Diğer yandan son derece gelenekçiyizdir.
Yıllarca bir partiye oy vermiş insanlar -anketörler bunun farkındalar mı bilmiyorum- anketlerin en büyük aldatıcılarındandır. Kişi ne kadar coşarsa coşsun ne kadar aşka gelirse gelsin en sonunda kabinde kendi siyasî geleneğiyle baş başa kalır. Yıllarca MHP’ye oy vermiş bir adam üç hilali görünce kritik saniyeler yaşamaya başlar. Yarı yarıya bir ihtimalle bu kişi MHP’ye oy vermeye devam edebilir. İşte bu kişiler azımsanmayacak bir kitle oluşturuyor.
Siyasetin parlak (!) danışmanları bunu hesap ediyorlar mı?
Hayır.
Teknoloji çağında gece yarılarına hatta sabaha kadar seçim verisi beklerken ve bunu sorgulamak, topluma bunun ne anlama geldiğinia anlatmak yerine “Kazanıyoruz” diye gülücükler saçmak demogojik siyasetin karakteristik bir özelliğidir.
Depremde yaşadığımız felaketin siyasal İslam’a zarar vereceğini düşünen biri ne geçmişi ne de bugünü iyi okuyordur. Öyleyse böyle bir kişi geleceği de kuramaz. Muhalif siyasette ise toplumu iyi okuyamayan siyasetçiler ve seçmenler mevcut. Galiba biraz daha geriye gidersek Atina demokrasisinin de gerisine gideceğiz.
Zira çok açık bir gerçektir ki büyük felaketler yaşayan kaderci toplumlar dinden uzaklaşmaz, dine yönelirler ve dinciler bundan kazançlı çıkarlar.
Deprem bölgesindeki konvoylar bir şey anlatmıyor mu? Öyleyse siz ne Millî Mücadele’yi ne de dünyanın diğer yerlerindeki örnekleri okuyamamışsınız demektir.
Okuyucu olmak başkadır, okumak başkadır. Bunlar arasındaki fark, bakmakla görmek arasındaki fark gibidir.
Saraylar kadar fildişi kuleler de cumhuriyetin doğasına aykırıdır.
Önemli bir noktaya değinmek isterim.
Millet İttifakı yani muhalefet iyi bir seçim süreci idare etti ama sosyal medya yanlış değerlendirildiğinden tabana hâkim olunamadı. Şunu unutmayın ki “aşko kuşko” diye tabir edilen tayfayla fanatik siyasal İslamcılar arasında üslup, bilgi ve zekâ bakımından fark yoktur. İşte o “aşko kuşko” tabir edilen tayfa, Kılıçdaroğlu’nun yürüttüğü kampanyaya ters bir şekilde karşıt görüşlü kitleleri uzaklaştırdı.
Hem “İnsanlar artık sevgi dili istiyor” diyeceksin hem de sana oy vermeyen kitleleri, senin adayını eleştirenleri linç edeceksin. Her türlü hakareti, her türlü küfrü reva göreceksin. Sonra utanmadan Aziz Nesin edebiyatı yapacaksın.
Sonuç ne oldu?
Cehaletin iticiliği, aklını kullanan insanı da karşıt görüşlüleri de kendinden itti. İşte gerçek budur. Okunamayan gerçeklerden biri ve belki de en önemlisi, muhalif seçmenlerin AKP seçmenine tepeden bakması, sürekli onu aşağılamasıdır. Bunu birçok AKP’li seçmen bir numaralı eleştiri olarak dile getiriyor.
“Hayır, Millet İttifakı yanlış aday belirledi” diyebilirsiniz ama seçim öncesi oluşan o olumlu havayı unutmamanız gerekir. Seçimden önce genel kanaat Kılıçdaroğlu’nun ilk defa iyi bir seçim yönettiği üzerineydi. Buna karşın seçimden sonra herkes “ben biliyordumcu” oldu. Rüzgâra göre yön tayin etmeyen insanları tenzih ederek yazıyorum. Rüzgâr sözde savunduğunuz seçimin aleyhine döndüğüne göre aslınıza rücû edebilirsiniz. Buna en başta CHP’nin içindeki Y-CHP’yi dahil ederek söylüyorum.
Zafer her zaman özüne dönenlerindir.
Tüm bunların yanında iyi şeyler de oldu.
AKP için asla başarılı bir seçim söz konusu değildir. İktidar partisi zayıflamaya devam ediyor ve kan kaybını durdurmak mümkün değildir. Ayasofya’nın oyuncak edilmesine, cemaatlerle kucaklaşmaya, muhalefete terörist yaftası yapıştırmaya, devletin gücünü ve kanunları istismar etmesine rağmen zayıflık engellenemedi.
Üstelik TBMM’de bu kadar farklı gruptan siyasal İslamcı olması onların aleyhine bir durumdur. Gücü farklı grupların karşısına koyarsanız rekabet başlar. Aynı grupların ortasına koyarsanız düşmanlık başlar. İçerideki düşmanlık her zaman yıkıcı ve yıpratırıcıdır. Mevcut meclis profili, siyasal İslam’ın sonunu hızlandıracaktır.
Diğer yandan Y-CHP, “Y-CHP olmazsak oy alamayız” söylemini yitirmiştir. Milliyetçileri karşısına alan hiçbir parti HDP vb. bir oluşumla olan iletişimin siyasal ittifakla sınırlı olduğuna kimseyi inandıramaz. Üstelik milliyetçilerin oyunu almak için siyasal bir hedef oluşturmak, sanıldığı gibi oy kaybına neden olmayacaktır. HÜDAPAR ile yan yana gelen MHP, bir ara HDP’ye de ılımlı mesajlar veriyordu. Bu seçimin en şaşırtıcı sonucu MHP’nin aldığı oy olmuştur.
Yukarıda da yazdığım gibi değerlendirilecek daha çok konu var. Bunları da zamanı geldiğince yazacağım.
Şimdilik bir önceki yazımda yaptığım Galeli alıntısını tekrarlayayım:
“Hakikati keşfettikten sonra anlamak kolaydır. Mesele hakikati keşfetmektir.”
Sosyal medyanın, bilişsel savaşın en önemli silahı olduğunu unutmayınız.
(Öne çıkan görsel Takvim internet sitesinden alıntılanmıştır.)