Bilinen ilk algı operasyonu, 90’lı yılların sonlarında Irak’a karşı uygulandı. Irak’ta kitle imha silahları üretildiği iddiasıyla ABD ve İngiltere öncülüğünde yaptırımlar başlamış ama Polonya, Güney Afrika, Hindistan gibi ülkeler bu yaptırımları desteklememişti.

İngiliz gizli servisi MI6 devreye girdi.

Basın ve medya özellikle yaptırımların kabul edilmediği bu üç ülkede kitle imha silahlarına dair haber pompalamaya başladı. Amaç bu ülkelerin kamuoyunu etkileyip yaptırım kararı aldırmaktı. Silahlara dair tüm hikâyeleri, arasından Ian Fleming gibi usta yazarlar çıkarmış İngiliz istihbaratı uyduruyordu.

Yıllar sonra, 26 Temmuz 2004’te, bu operasyonlarda bulunmuş olan David Kelly, operasyonun içeriğine dair resmî makamlara önemli ifşalarda bulundu.

Ertesi gün de kendisinin cesedi… Meğer sorumluluklarını yerine getirdiğinden olacak, “Artık yapacak işim kalmadı” diyerek kendini asıvermiş.

Irak’taki kitlesel silahların varlığını araştırmak için kurulan CIA ekibinin başındaki David Kay “Meğer Irak bütün programlarını uzun zaman önce askıya almış” dediğinde de Bağdat çoktan düşmüştü… Bir ülkenin geleceği de intihara zorlanmıştı.

ABD, havadan demokrasi yağdırmayı pek sever. Demokrasi gökten düşerken havayla çok temasa geçtiğinden olacak, demokrasisi de havadandır. Gerçek filan değildir. Mesela Guatemala o kadar demokratikleştirilmişti ki muz cumhuriyeti oluvermişti.

Yakın zamandaki seçimleri düşünüyorum. Kürtler yeterli sayıda koltukta temsil edildiklerini düşünecekler mi? Sünniler parlamento başkanlığıyla yetinecekler mi? Şiiler, “Cumhurbaşkanı Kürt değil Şii olmalı” diyecekler mi? Kimlikleri yüzünden bölünmüş ülke, siyaset yüzünden kaynayan kazana dönmüş. Ha karıştı ha karışacak.

Ha, yok… Yanlış anladınız. Irak’tan söz ediyorum. Neo-liberallerin hayalindeki Türkiye değil bu. Hiçbir zaman da olmayacak.

Bir süredir Şii lider Sadr’ın istifası, seçim öncesi olaylar, kavgalar filan derken seçimler olamıyordu. Abdüllatif Reşit’in seçilmesiyle beraber herkes diken üstünde, “Acaba istikrar gelir mi? Sorunlara çare bulunur mu? Ülke birleşir mi?” diye soruyor.

Evet…

Yürekleri, zekâları, bilekleri yeterli gelmeyeceği için ülkemi bombalayarak ele geçiremeyecek olan güçler, aynen böyle bir Türkiye tasarlıyorlar. “Üstünlük dolardadır” anlayışına geçmiş kitlelerin ağzına sakız yaptıkları, “Dağa ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ yazınca ne oluyor?” zırvasının kaynağı bu tasarıdır.

Türk’ü at… Dinin birleştirici olduğunu iddia et.

ABD Hava Kuvvetleri bile Irak’ı böylesine ayıramamıştı ki ulus bilincini çoktandır bir diktatörün hastalıklı hayalleri elinde eritmiş Irak, Şii-Sünni diye atomuna kadar bölündü.

Kimi siyasetçiler bir zamanlar, “Suriye’yi işgal etmemizi istemiyorlar çünkü onlar Alevi” gibi tehlikeli söylemlerde bulunabiliyorlardı. Asıl tehlike işte budur.

***

Bu aralar David Sanger’ın “Mükemmel Silah, Siber Çağda Savaş, Sabotaj ve Korku” adlı kitabını okuyorum. Siber uzay, dolayısıyla siber güvenlik fazlasıyla kafa yormamız gereken bir konu…

ABD ve Çin’in FOBS isimli sistem üzerine çalıştığı hatta muhtemelen Çin’in öne geçtiği bir dönemdeyiz. Ayrıntıya girmeyeceğim. Özetle, bilim kurgu üzerine düşünürken akla gelen “Uzaydan dünyaya füze fırlatılması” gibi senaryolar gerçek olmak üzere, diyebiliriz.

İşte böyle bir zamanda ABD, Rusya, Çin, İsrail, İran gibi ülkeler siber mücadeleye hayli kafa yoruyorlar. Özellikle ABD’nin en büyük kaygısı şu: “Kediyi uyandırır mıyız?”

Yani diğer ülkeler de siber silahlara başvurur mu? Bu nedenle siber uzaydaki faaliyetlerin gizli kalması fikri ABD’li stratejistlerde ve istihbaratçılarda hakim olmuş…

İster istemez aklıma şu soru geliyor: Bilişsel savaş çağında, propagandanın ve film setinden ibaret savaşların yaygın olduğu bir dönemde, herkes haklı çıkmaya çalışırken birdenbire “nükleer silah” gündeme geliyor, en yetkili ağızlar neredeyse “kullanırız” demekten çekinmiyor.

Bu bütün tarafların karşılıklı uyguladığı “Savaşalım ama ses çıkmasın, kediyi uyandırmayalım” taktiği midir? Siber savaş veya gelecekteki siber savaş gizleniyor mu?

Nihayetinde siber savaştan geriye “dumanı tütmemiş harabeler” kalıyor…

Ha, bu arada… Sanger, ABD’nin siber savunma konusundaki endişelerini dile getirirken birtakım zaaflardan bahsediyor ve şöyle diyor:

“…Ve finansal sistemleri, borsaları, hizmet dağıtım şirketleri ve iletişim ağlarının hepsi özel şirketlerin elindeyken Birleşik Devletler’i savunmak imkânsıza yakındı.”

Anlayana…