“Ah, Selanik…” dedi, “Seni bir daha Türk olarak görecek miyim?”

Ali Fuat Cebesoy, büyük adamdan bu sözleri işitmişti. Yıllardır yoldaşlık ettiği sınıf arkadaşının sarı saçlarını okşadı. Ağladığına, ilk defa bu kadar duygulandığına şahit olmuştu.

Mustafa Kemal’i büyük yapan şeylerden biri buydu. Doğduğu, çocukluk ve gençlik hatıralarını sakladığı şehri çok özlemişti ama durmasını bilmek, şahsî ihtiraslara kapılmadan yalnız milletini düşünmek, ender gelen büyük adamlara has bir şeydi.

Nice komutanların, nice hükümdarların gelip geçtiği dünya, duracağı yeri bilmeyenlerin kötü biten akıbetleriyle doludur çünkü insanların kimi kendine tanrı arar, kimi kendine köle arar.

Olgun insanları, büyüğüyle küçüğüyle olmamış veya yarım olmuş insanlardan ayıran budur: Haddini bilmek, milletini sevmek ve ona vefa göstermek.

Şimdilerde millî mücadelenin özünü anlamaktan çok uzak olanların propagandası, “Selanik’i niye almadı?” hezeyanıdır. Ne kendi sınırını ne de başkalarının sınırını tanıyan hezeyan sahiplerinin hayal dünyası böyledir.

Mustafa Kemal aklı, asırlar süren savaşlarla harap olmuş bir ülkeyi, yıpranmış bir milleti ayağa kaldırmak için gerçek savaşın cehaletle olduğunu bilen akıldır. Mustafa Kemal aklı, ülkenin kalkınması için ülke ve bölge barışının ne olduğunu bilen, bunun için çaba gösteren akıldır. Mustafa Kemal aklı bilir ki Türk dünyasında yaygın atasözünde söylendiği gibi, “Bir düşman çok, bin dost azdır”.

Sıfır soruncular vardı…

Suriye’yi, Irak’ı, İran’ı, Gürcistan’ı ve dahi en uzak coğrafyadaki bir ülkeyi dahi hamaset dolu söylemlerle karıştırmayı sıfır sorun diye yutturmaya çalışanlar…

Kanlı ellerini okyanus ötesinden bu coğrafyaya uzatanların elinde ihanet hançeri olanlar yani.

Türkiye’yi herkesle düşman yapmaktan ve bölgeyi karıştırıp yıkıma uğratmakla bir imparatorluk inşa edeceklerini zannedenler, başkalarının imparatorluğunda köle oldular.

Benim kanımla, onun malıyla vahşet dengeleri inşa edenler yıllarca Mustafa Kemal’in tam karşısında yer alıp savaşı teşvik ettiler. Kanlı ellerini ABD’den, Fransa’dan, Almanya’dan, İngiltere’den uzatıp evimizi ateş çemberi içine aldılar.

Cehaletle, sefaletle mücadele etmek için bu yangına su serpmek yerine ateşi harladılar, külleri dirilttiler.

Çünkü olgunlaşmamış bir kimse kendine tanrı arar. Olgunlaşmamış bir kimse kendini köle olarak satar.

“Ah… Pişmanım, bu adam sahtekârmış!” diyenlerin üç günde yeni tanrı buldukları dünyada bize düşen, rızalı kölelerin seviyesine düşmemektedir.

İşte, bana “Ah, Selanik…” sözünün düşündürdükleri özetle bunlar oldu.