Timur Soykan’ın “Badeci Şeyhin Sır Odası” kitabını bilirsiniz. Okuyanlar da muhtemelen benim gibi gülme, üzülme, dehşete düşme ve sövme arasında gidip gelmişlerdir. Bursa’da 9 Haziran 2011 tarihinde polise gelen ihbar sonrası Nakşibendi tarikatının Kırklari kolunun şeyhi Uğur Korunmaz’ın ahlâksızlıkları ortaya çıkıyor.
Tarikatta yok diye bir şey yok…
Uğur Korunmaz, Hz. Muhammed’in nurunun silsile yoluyla kendisine geldiğini cemaate anlatıyor. Dergâhta zikir yapan müritler cezbelendikleri zaman aşka geliyorlar ve sır odası denen yere geçip kapıyı kilitliyorlar. Bu sırada odada oturan Uğur Korunmaz’ın yanına gelen müritler, şeyhlerinin pantolonunu açıyorlar ve oral ilişkiye girerek kalem-i âlâ denen penisten gelen sözde nuru yutarak ilişkiye giriyorlar. Cezbelenmede ileri giden müritler ters yolla ilişkiye giriyorlar, yani fiili livata yapılıyor ve böylece biat etmiş oluyorlar. Ne yazık ki mağdurlar arasında çocuklar da var.
Soykan’ın titiz araştırmalarından polise verilen ifadeleri görüyoruz, kanımız donuyor. Müritler arasında eşini, eniştesini, kız kardeşini, annesini, nişanlısını hatta yasak aşkını şeyhine götürüp ısrarla badeletenler, biat aldıranlar var ve bu konuda çok istekli oldukları gibi bir tanesi şöyle diyor “Eşim badelenmedi ama onun da badelenmesini isterim.”
Kitabı tamamen anlatmak doğru olmayacaktır. “Sistem” var ortada ve bunu anlamak adına mutlaka okumanız gerekiyor. Ben özet geçiyorum. Müritlerin şikâyetçi olanı da olmayanı da polise her şeyin kendi rızasıyla olduğunu anlatmış. Zikir sırasında yanma yaşayan mürit eğer gidip badelenmezse kafayı yermiş.
Benim şüphe ettiğim noktalardan biri erkek ve kadın müritlere bir şeyler içirilerek bunun sağlandığı olsa da aslında bilimsel olarak olan sözde yanma hâlinin açıklaması hiperventilasyondur. Yani müritler zikir sırasında oldukça derin bir şekilde sürekli olarak nefes alıyorlar ve kafa sallıyorlar. Bunun sonucunda ortaya bir sarhoşluk hissi çıkıyor. Sonra kendinden geçen müritler sır odasına geçip badeleniyorlar.
Asıl çarpıcı olan şey başka…
Dergâhta yapılan aramalarda çocuk pornosu, hayvan pornosu ve çeşitli DVD’ler, CD’ler bulunuyor.
Bir de “Edeb Ya Hu” pankartı bulunuyor.
Aklını teslim eden her şeyini teslim eder. Aklını teslim eden bir kimsede özgürlük olmaz. Aklını teslim eden bir kimse şerefini, namusunu hiçe sayabilir. Aklını teslim eden kimse vatanını da teslim eder.
Ahlâksızlıkların çoğaldığı ve Lut kavmine döndüğümüz söylemleriyle insanları kendilerine çekenlerin yapmadıkları rezillik kalmıyor. İlginçtir, ahlâksızlıklar en çok bunların işine geliyor. Toplumdaki bir sorundan şikâyet edenler kucağa düşer gibi gizli ahlâksızların kucağına düşüyorlar. Çok ilginç, değil mi?
Son günlerde görüyoruz…
Sokak ortasında sevişenler, aynı tornadan çıkmış gibi çırılçıplak şekilde caddelerde dolaştırılanlar, “Sonunuz geldi” diye kendini yakanlar… Toplum bu olaylar karşısında “Zıvanadan çıktık” diyor. Kimi şeref yoksunları Türk milletini Lut kavmine benzetip hakaret ediyor. Bir de şöyle hadisler uyduruluyor:
Bu dangalağın uydurmasıyla beraber her şey birbirini tamamlıyor. Bir vakitler, “Yollar kısalacak, kendi sesinizi duyacak ve kendi görüntünüzü göreceksiniz” kâbilinden uydurma hadislerle milleti teknolojiye karşı mesafeli hâle getirenler vardı. Şimdi ise bu dangalaklar var. Erdem Özveren isimli hesaba dikkat edin, bu hesap bir “şeriatçı operasyon” hesabıdır. Şeriatı savunan ve isteyen sıradan biri değildir.
Dinci yobazlar “Dar’ül-harpte her şey mübah” derler.
Ergenekon kumpaslarında iftiranın, yalanın her türlüsünü görmüştük. Bir ülkeye ihanet etmenin bile mübah olduğu gerçeğini Türk toplumu anlamak zorundadır.
Devletine aidiyet duyan Türklerin çok iyi bilmeleri gereken bir şey vardır.
Devletin omurgası hiyerarşidir. Tarikatlar, cemaatler, Mason locaları vb. her türlü çıkar grupları devletin omurgasına eklemlendikleri zaman ortaya çarpık bir görüntü çıkar. Bu çıkar grupları emri devletten değil dışarıdan aldıklarında ise omurga zayıflar ve devlet ayakta duramaz hâle gelir.
Adam şeyhinin kurtarıcı olduğuna inanıyor. “Zaten öleceğiz; bana cennette sonsuz seks, sonsuz şarap vadettiler.” diyor. Mehdi vey Mesih olduğuna inandığı bir kişiye biat eden, sözde halifelerin elini öpen kimseler emri devletten alır mı?
“Dünya malı dünyada kalır” deyip milletten arsa, ev ve para toplayan tarikatların -örneğin Kırklari tarikatının- orta çağ kiliselerinden farkı nedir? Eski devirlerde kocası ölen kadınların mallarını kiliseye alan, kendilerini de kilise hizmetlisi yapan Vatikan’la bunlar arasındaki fark nedir? Birinin Latince, diğerinin Arapça dua etmesi mi? İddia edildiği gibi vahdet inancı mı? Teslis inancı vahdete aykırıysa güya dünyanın, kâinatın yönetimini üstlendiğini iddia edenlerin yaptğı ne?
Kırklari şeyhinin yaptığı rezillikleri niye anlattım?
Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi ortada bir “sistem” vardır. Ergenekon’da sözde tanık yapılan birinin “Ağzıma da verdiler, kucağa da oturttular” dediği kayıtlara geçmiştir. Geçmişte çocuklara istismarda bulunan şeyh ve vakıflar ifşa olmuştur. Bunlar yalnız cinsî sapıklıktan doğmaz. Kırklari’ye biat etmek için fiili livata yapan erkeklerle şeyhin “Kimileriyle ileri giderek karşılık verdim ve seviştik” dediği kadınların birçoğu kendi isteğiyle yaptıklarını hatta önemli bir kısmı yine gideceklerini söylüyorlar.
Çok afedersiniz ama götünü veren her şeyini veriyor. Bu iğrenç ama varlığı kesinleşen sistemin özelliği işte budur. Erkek olsun kadın olsun hepsi aynı psikolojidedir: “Yattık bir kere, ortada bırakılamam.”
İşte böyle vatanı da götleri gibi teslim etmeye kalkanlar eksik olmuyorlar. Emniyet geri vermediyse geri versin de “Edeb Ya Hu” diye pankart asacakları şu günleri iyi değerlendirsinler (!).
Yapay olaylarla yapay karşı devrim yapmaya kalkan çapsızlara da bir hatırlatma…
Tarihin çöplüğü oldukça somut bir gerçektir.