Tunuslu Muhammed Buazizi 26 yaşındaydı. Tunus’un Sidi Buzid sokaklarında sebze satarak geçimini sağlıyordu. Tunus polisi için Buazizi’nin ruhsatsız olarak sebze satması çok büyük bir sorundu. Bu millî güvenlik tehdidi hemen engellenmeliydi. Üniversite diplomalı işsiz Buazizi, kahraman Tunus polisi tarafından tekme tokat dayak yedi.
Buazizi 17 Aralık 2010’da kendini yaktı ve bir süre sonra da hayatını kaybetti. Tunus polisi büyük bir zafer kazanmıştı.
17 Aralık 2010, Orta Doğu coğrafyası için milat olacaktı çünkü Arap Baharı denilen ABD orijinli aşırı derecede özgürleşme hareketleri Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlayacaktı. Zenginler çok üzgündü. Birkaç milyon dolarlık reklam çalışmasıyla Buazizi sembol yapıldı. Milyarlarca dolar o günden sonra bu zenginlerin kasasına akmaya başladı.
Orta Doğu son zamanlarda hep kanlıydı ama Arap Baharı ile gelen kanlı hareketler hiç durmadı. Mesela Suriye’de kan gövdeyi götürdü. Bir sürü terör örgütünün tek bir amacı vardı: Suriye’yi özgürleştirmek.
Bunun için hemen bir yağmalama sistemi kuruldu ve hep beraber Suriye’yi özgürleştirmeye başladılar. Küçük çocukların bile kafalarının kesildiği, insanların yerlerinden yurtlarından edildiği, türlü terör örgütlerine tutsak düştüğü, insan ticaretinin kol gezdiği bir ülkeye dönüştürülen Suriye’de çok fırsatlar vardı.
SADAT da bu fırsatı kaçıramazdı.
Ülkemizde demokrasiden en çok kim bahsediyorsa demokrasinin en büyük düşmanı odur. ABD’ye bakıp ders almak gerekir. Demokrasiyi diline dolayan Amerikalılar yıllardır demokrasi getireceğiz, bahanesiyle nice ülkeleri işgal edip soygun ve katliam yapıyorlar. Ülkemiz için de aynen böyledir.
Yıllar önce biz de ne demokratikleşiyorduk ama!
Türk Silahlı Kuvvetleri hedefteydi ve demokrasinin can düşmanıydı. Bir Türk subayının yapacağı her hareketten darbe planı çıkarılabilirdi. Sahte imzalar, sahte planlar… Akıl almaz ne varsa hepsi kumpas davalarındaydı. Kumpas davalarıyla demokrasiye doyamıyorduk. TSK, bir terör örgütü muamelesi görüyordu. Her taşın altında TSK parmağı aranıyordu. Ölen teröristlerin bile hesabı soruluyordu. Hele Hilal Kaplan gibiler şehitlerimizi şehit saymıyorlardı. Bugün taltif ediliyorlar.
Ergenekon ve Balyoz kumpasları psikolojik harp örnekleridir. Yabancı istihbarat servislerinin örtülü operasyonlarıdır. Bu örtülü operasyonlarda taşeronluk yapanlar vardı. Hainlerin en iyi bildiği iştir taşeronluk. Türkiye’nin düşmanı memlekete geldiğinde ellerinde bir dosyayla huzura çıkarlar. Maharetlerini anlatmaya başlarlar.
Nereye bomba koyabiliriz?
Kime suikast düzenleyebiliriz?
Hangi kurum Türk toplumu tarafından seviliyor?
Hangi yazarın arabasına bomba koyalım?
Hainler her zaman eziklik duygusuna esir olanlar arasından çıkar. Devletin tekmeyi vurup kapıya koyduğu adamlar işsiz kalınca düşmana uşaklık ederler. FETÖ’nün kumpas davalarındaki rolünü biliyoruz. Ya kapıya konanlar ne yapıyorlardı?
Virginia’daki CIA merkezinde görev aldı diye Eymür’ü yurt dışındaki gururumuz mu sayalım? Kumpas davalarında aldığı rolü başarıyla yerine getirmesinden ötürü onu da taltif edelim mi?
Şimdi şu soruyu sorayım: SADAT kimlerden oluşuyor?
Özel Kuvvetlerde Engin Alan ile aynı dönemde görev alan Adnan Tanrıverdi tepeden tırnağa irticacıdır. Geçen yazımda bu konu üstünde biraz daha ayrıntılı şekilde durdum. Tanrıverdi gibi eski asker olan ve astsubaydan general rütbesine kadar birçok personeli olan SADAT ile ilgili Genelkurmay’ın bir açıklaması var mıdır?
Bu eski askerler ne yapıyorlar?
Mesela Suriye’deki fırsatı kaçırmayıp muhalifleri eğittiler. Bu bir tehlikedir çünkü İslamcılığı ve “ASRİKA” gibi projeleri bir sır olmayan SADAT, bir ülkede iç karışıklık çıkarma ve ülkeyi bölme veya rejimi değiştirme konusunda saha deneyimi kazanmıştır. Millî Savunma Bakanlığı’nın ve Genelkurmay Başkanlığı’nın bu konuda daha fazla sessiz kalmaması gerekir. Ortada bir millî güvenlik sorunu vardır.
Bu işin eğrisi doğrusu ortadadır. Ülkemizde açıkça Türkiye’nin değiştirilip dönüştürülmesiyle ilgili projeler üreten İslamcı kontrgerilla örgütü vardır ve ticarî maske taşımaktadır.
SADAT’ın psikolojik harp danışmanı, çakma psikolojik harp uzmanı Nevzat Tarhan’dır. Ona ve psikolojik harp unsuru olan “Psikolojik Savaş” kitabına önceki yazımda değinmiştim. Tarhan’ı Türkiye saçma sapan beyanlarından tanıyor. Mesela Defne Joy Foster cinayete kurban gitmişti. FETÖ’cülerin bu cinayeti işlediği konuşulurken Tarhan bir anda “Acaba Defne’de suç yok mu” demeye getirmişti. Onun psikolojik harp uzmanlığı işte böyle ikinci sınıf bir magazin programcılığından ibarettir!
Tarhan katıksız bir Nurcu’dur. Şaşırdık mı? Hayır.
Biraz hatırlatma yapayım.
Kumpas davaları zamanında iktidara yakın bütün gazetelerin arşivlerine bakın. Lütfen bakın çünkü o arşivlerde devlete, TSK’ye açıkça suç örgütü muamelesi yapıldığını göreceksiniz. Hani o dönem öyle bir şeffaflık sevdası vardı ki Soros görse kıskanırdı, diyemiyorum gözleri yaşarırdı. Niye yaşarırdı? Bir insanın, evladını görüp gururlanırken gözleri yaşarmaz mı? Anladınız siz onu…
Kozmik Oda konuşuluyordu memlekette. Sanki çok normal bir şeymiş gibi, Cem Küçük ve benzerleri “Açın da ne olduğunu görelim” kâbilinden yazılar yazıyorlardı. Gerçekten hayret verici, değil mi? MİT tırları davasında filan hepsi “devlet sırrı” edebiyatı yaptılar ama Kozmik Oda açılınca hepsinin iştahı kabardı. Savcıları tebrik edenler vardı.
Şimdi SADAT, muhalefet liderine kapıyı açmıyor ve kimse de “Burada ne oluyor? Ne bu gizem?” demiyor.
SADAT gibi kuruluşların şeffaf olması gerekir. Sen eğer karanlık bir yapılanma değilsen kapılarını açarsın. Bu ülkede Kozmik Oda’ya giriliyor ama SADAT merkezine girilemiyor. Neden?
Özel bir kuruluş… Söylediklerine göre faaliyetleri çok az (!). Bu gizlilik neye, kime karşı?
Kumpas zamanı 15 günlük gazetelere sarılı 30 yıllık gömülü silah bulan düşük zekâlı FETÖ’cüler vardı. Hukuk da akıl da işletilmediği için “Ben yaptım, oldu” mantığı devredeydi.
-Ümraniye’de bir evde birkaç el bombası bulundu.
– Kaç tane?
-8 tane efendim.
-Evladım emin misin?
-Eminim efendim, 7 tane.
-Rapora yaz o zaman.
-Yazdım efendim. 10 tane el bombası bulduk.
“Kullanılmış lav silahlarıyla darbe yapacaklardı” palavrasının aslında dünyanın en erken darbe ihbarı olduğunu düşünmüşümdür 15 Temmuz 2016’dan sonra. Niye mi? Çünkü ancak düşük zekâlı FETÖ’cülerden bu tarz saçmalıkları beklerim.
İşte böyle tuhaf şeyler gördü bu memleket. Böyle tuhaf şeyler üstünden TSK’ye suç örgütü muamelesi yapıldığını gördü.
Diğer yandan cümbür cemaat devletin mahremine çullanmaya kalkan ve ağzının payını da alan İslamcıların, taşeronların, zavallıların birleşerek SADAT’ı aklamaya çalıştıklarını görüyoruz.
Dün FETÖ nasıl savunuluyorsa bugün de SADAT aynen öyle savunuluyor. Aynı kolaycılık karşımızda: “Müslümanlar diye mi istemiyorsunuz?”
Bir MOSSAD ajanı bile İslam maskesinin arkasına dinciler kadar saklanmamıştır. O maskeye aldananların nasıl madara olduklarını gördük. Haydi tarih bilmezsiniz… 2016 çok mu uzaktır?
Kumpas davalarının bir yönü daha vardı.
Eğer solcu biriyle milliyetçi biri gıyabında birbirini tanırsa bu örgütlü suç sayılabiliyordu. Şöyle deniyordu: “Bunlar ayrı görüştendi hani? İkisi de bir araya geldi. Demek ki bunlar Ergenekoncu.”
Sonra gelsin darbe planları… FETÖ ve AKP, darbelerin türlü türlüsünü icat etmişlerdir. Sözde ifşa olan darbe planları ve son olarak tutuklamalar…
İki vatansever bir araya gelip fotoğraf çektirse onları darbeci ilan edenler, Marina fotoğrafına neden ses çıkarmadılar acaba? O fotoğraftakiler yeterince vatansever değiller miydi?
Şu soruyu sormak gerekmiyor mu: Engin Alan’ın Mehmet Ağar ve Alaattin Çakıcı’yla aynı karede ne işi var? Bu insanlar bir araya gelip ne konuşurlar? Bu fotoğrafla verilmek istenen bir mesaj var mıydı? Tansu Çiller neden yeniden sahneye çıktı? Kumpas davalarında karanlığı temizleyen kahraman (!) yazarlar, “Hani eski Türkiye yoktu? Mehmet Ağar, Tansu Çiller nereden çıktı?” diye yazmıyorlar. Neden?
Merve Kavakçı’nın SADAT’la ne işi olur?
Doğru soruyu sormak her şeyden önemlidir. Yanlış soru yanlış cevap getirir. Doğru soruyu sormaya cesaret edemezsen, doğru şeyleri yazamazsan yurt sevginde eksiklik var demektir.
Uğur Mumcu’yu, Ahmet Taner Kışlalı’yı, Necip Hablemitoğlu’nu katleden karanlık zihniyetin üstüne gitmezsen Türkiye’deki gençleri de Muhammed Buazizi yaparlar.
İktisadî okur yazarlığı olmayan bir adamı ülkenin ekonomisinin başına geçirmek ne demektir?
Üniversite mezunu sayısız gencimiz var, fakir ve işsiz…
Onları “ucuz asker deposu” gibi görenleri bu memleketten silip atacak mıyız?
Oturup tüm bu olanları seyredecek miyiz?