2. Dünya Savaşı sonunda Sovyetler Birliği’yle küresel hakimiyet mücadelesine girişen ABD, bu dönemden itibaren giderek artan bir iştahla dünyanın her yerinde önce doğrudan askerî müdahalelere başladı. Bu askerî müdahaleler, “demokrasi havarisi” ABD’nin diğer ülkelere yaptığı darbeleri de kapsıyordu.
Mesela… 1970’lerin başında Şili’yi yöneten Salvador Allande’nin ülkenin ekonomisini – özellikle bakır endüstrisini – kamulaştırması birilerinin işine gelmiyordu. ABD’li ünlü diplomat Henry Kissinger’ın “Ülkenin insanlarının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Meseleler, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir” sözleriyle beraber harekete geçen Amerikalılar, Augusto Pinochet’i sahaya sürerek askerî darbe gerçekleştirdiler. Nixon, daha sonra Kissinger ile görüştüğü zaman darbeyi başarıya ulaştırmak için gereken tüm koşulları ortaya koyduklarını söyleyerek memnuniyetini dile getirecektir.
Amerika’nın dünyanın birçok yerinde doğrudan ve dolaylı müdahalelerde bulunması, son dünya savaşından önceki imajını zedeleşmiştir. ABD, bundan sonra CIA başta olmak üzere pek çok kurumunda taktik değiştirecek, toplumları kendi istediği doğrultuda yönlendirmek için kendi projelerini yaratacak ve ABD yandaşı veya ABD muhalifi fark etmeksizin her kitlenin içine sızmayı hedefleyecektir.
Bir anlamda ABD, kendisine muhalif olan kitlelerin yandaş klonlarını yaratacaktır.
11 Eylül saldırılarından sonra yalnız Amerika’daki İslam karşıtlığı artmamış, İslam dünyasında da muhafazakâr kesimlerin bir kısmı daha sivri hâle gelmiştir. ABD ise bunu önceden hesaplamış olacak ki sahaya kendi projelerini sürmüştür. Bu projelerin bizi ilgilendiren en önemlilerinden biri, ılımlı İslam’dır. Humeyni’nin deyimiyle Amerikan İslam’ı.
ABD’nin ılımlı İslam projesinde sahaya sürdüğü ilk isimler Liberal İslamcı Şaker el Nabulsi, Katar Üniversitesi Şeriat Fakültesinde dekanlık yapmış olan Prof. Dr. Abdülhamid El Ensarî, Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan El Benna’nın kardeşi Cemal El Benna, Suudî Arabistanlı İmam Mansur El Nukedan’dır.
Şimdilerde “Acaba Suudî Arabistan’a ılımlı İslam gelir mi” diye soruyorlar ama ABD’ye göre Riyad’ta yetişmiş, Suudî medreselerinden çıkma Mansur El Nukedan projenin öncülerinden olmasına rağmen başarısız olmuştur. ABD’ye göre diğer isimler de başarısız olmuştur.
“Bizim” becerikliler ise bu ölmek üzere olan projeyi çok güzel diriltmişler, Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül öncülüğünde başka ülkelere ihraç edebilecek kadar becerikli olduklarını göstermişlerdir.
Ilımlı İslamcıların yol göstericisi Graham Edmund Fuller’dir. Onun “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabındaki “Yeni Türkiye” ifadesi, tabiri caizse azılı bir İslamcı olan Ahmet Davutoğlu’nun dilinden düşmemiştir. Davutoğlu döneminde ellerinden gelse Türkiye’nin resmî adını Yeni Türkiye koyacaklardı.
Türk gençliğinin zihnini zehirlemek için Popcorn gibileri öne çıkartan ılımlı İslamcılar, aslında Graham Fuller’in kitabında yazdığı tavsiye görünümlü emirleri uygulamışlardır. Fuller’in bahsi geçen kitabından bir örnek:
“Türkler en azından dört nesildir kendilerini Orta Doğu’dan boşanmış hissetmektedirler. Türkiye’de bugün Osmanlı İmparatorluğu zamanından kalma kişisel anılarını ailesiyle hâlâ paylaşabilecek durumda çok az yaşlı nine kalmıştır. Onlarca yıldır devam eden Kemalist eğilimli tarih öğretimi, genelde İslam dünyası, özelde Arap dünyası hakkında olumsuz düşünme yönünde ülkenin beynini yıkamıştır.” (Sayfa 43)
Şimdi Graham Fuller’in bu sözlerini halka indirelim:
“Tarihimizi bize unutturdular!”
“Ecdadımız Osmanlı! Atam (Fatih) izindeyiz!”
“Bir gecede cahil kaldık, dedemizin mezar taşını okuyamıyoruz!”
“Orta Doğu bizden adalet bekler! Osmanlı’yı özlüyorlar.”
Şimdi bize bunları söyleyenler, Fuller’in yazdıkları karşısında esas duruşa geçenler, kendileri haricindeki herkesi “proje” ilan ediyorlar.
Neden?
Çünkü esas proje kendileridir! Başkalarına saldırıyorlar ve kendilerini güzelce gizliyorlar. Daha doğrusu gizlendiklerini zannediyorlar ama Türkler arasında Türk’ten olmayanlar öylesine sırıtılar ki görünmez olsalar yine ifşa olurlar. Hangi boyuta giderlerse gitsinler her boyutta Mustafa Kemal’in askerleriyle karşılaşacaklardır. Bu, onların değişmeyecek kaderidir.
Şimdi Fuller’in başka sözlerine yer verelim:
“… Daha sert terimlerle söylersek diyebiliriz ki Atatürk, Türkiye üzerinde ülkenin İslamî ve Osmanlı geçmişi hakkında bir ulusal amneziye yol açmış bir tür ‘kültürel lobotomi’ uygulamıştır.” (Sayfa 54)
Fuller’in deyimiyle bu sert terimleri ise çakma aydınların soft demokratik söylemlerine indirelim (yani yerin yedi kat dibine):
“Atatürk dönemi Türkiye ırkçıdır!”
“Atatürk, yeni bir ırk yaratmıştır!”
“Türk, Atatürk’ün icadıdır!”
“Osmanlı’da Türk mü vardı? Bunlar ırkçılık!”
Şöyle diyor Fuller:
“Atatürk’ün 1924 yılında bizzat bütün Sünnî dünyanın en üst dinî mercii olan halifeliği kaldırmasıyla birlikte Türkiye, İslam dünyasıyla ilişkilerine en önemli darbeyi vurmuş oldu.” (Sayfa 64)
Her fırsatta Batılılaştığımızı, Batı’nın bundan memnun olduğunu iddia eden hilafetçilerin ulaştığı esrarengiz kafaya ulaşalım:
“Yaşasın hilafet! Müslümanlar hilafet istiyor!”
“Gavurlar gibi olmayacağız! Hilafet istiyoruz!”
“Bizi Hristiyan yaptılar! Ecdadımız bunun için savaşmadı!”
Fuller’in Abdülhamitçi olduğunu biliyor muydunuz? Buyrun:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun zevale doğru giden günlerinde Osmanlı Sultanı, Avrupalı emperyalist saldırılara karşı imparatorluğa destek sağlamak üzere gayretli bir şekilde Pan-İslam kartını oynamak istemişti.” (Sayfa 64)
İttihatçı olarak gördüklerinden bir şey duysa gidip Abdülhamit’in türbesine fısıldayacak çakma Yıldız curnalcileri de işte bu minvalde hareket ediyorlar.
Şu sözler de Graham Popcorn, pardon, Graham Fuller’e aittir:
“Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir. Bunun için iyi yol ılımlı İslam’dır.”
Ne diyoruz bu duruma: Sahibinin sesi!
Şimdilerde Suriye’deki savaşın bitişini kamuoyu tartışıp dursun, Fuller daha 2014 yılında dostlarının dış politikasına eleştiri getirerek şöyle bir demeç vermişti: “…Türkiye ve diğer ülkeler, Esad’ın iktidarda kalabilme yeteneğini anlayamadılar.”
Daha o zamandan Esad’ın gitmeyeceğini kabul etmiş bir Fuller, bir ABD vardı.
FETÖ elebaşısı Fetullah Gülen’e ABD’ye yerleşmesi için referans olan adam da Graham Fuller’dir.
Büyükada’da 15 Temmuz’un hemen öncesinde gerçekleştirilen toplantıda yer alanlardan biri olan Henry Barkey, Graham Fuller’in öğrencisidir.
Tamer Korkmaz, 2016 yılında, Yeni Şafak gazetesinde “FETÖ eliyle ‘Ilımlı İslam’ Projesi” başlıklı yazısında şunları yazmış:
“1990 yılındaki RAND’ın raporu ABD’nin ‘ılımlı İslam’ projesini ilk kez anons ediyordu! Derin, sinsi, maskeli proje 1980’li yılların ilk yarısında oluşturuldu. Doğu Bloku’nun çöktüğü 1990 yılından itibaren de sahaya indirildi.
SSCB’nin liderliğindeki Doğu Bloku’nun parçalanmasını müteakip, NATO’nun İslam’ı ‘düşman’ konseptinde ilk sıraya yerleştirdiği dönemde; eş zamanlı olarak Türkiye’de ‘laik aydın’ suikastlarının başlaması asla tesadüf değildi!”
Korkmaz, yazının devamında bu suikastların İslamcı örgütlerin üstüne yıkıldığını ifade ediyor. Böyledir veya değildir; asıl 90’lı yıllarda ılımlı İslam’ın sahaya inişiyle suikastların başlaması bana göre tesadüf değildir.
İnsanları şiddet ortamına sürükleyip ılımlı Müslümanları müjdelemek olmayacak iş değildir. Hele o 90’lardaki suikastların arkasındaki muhtemel şüpheliler (!) FETÖ’nün taşeronluk ettiği kumpas davalarına danışmanlık yapmışlarsa hiç değildir!
Ilımlı İslamcı kimdir?
ABD’nin en büyük müttefiğidir.
Müslüman ülkelerdeki en sadık Truva atıdır.
Bir hırka, bir hurma edebiyatı yapıp yoksulun hakkıyla zenginleşen, yoksulluğu ebedîleştirerek zenginliğini koruyan adamdır.
Batılılaşma üstünden edebiyat parçalayıp güya tepki olarak giydiği geleneksel kıyafetleri Batılılaştıran adamdır.
Müslüman değil Süslümandır.
Filistin için (söz gelimi) 200 bin lira yardım topladığı toplantıya milyon harcayan adamdır.
İtibarı lükste bulan adamdır.
Kendinde olan ne kadar olumsuzluk varsa hepsini gizlemek için başkasının üstüne atan adamdır.
Yeteneksiz, akılsız ve cahil olduğu için liyakat düşmanı olan adamdır.
Çok fazla adam dedik ama adam değildir.
Ilımlı İslam’ın bir ayağı FETÖ’dür…
Ya diğer ayağı kimdir?
Cevabı sizlere bırakıyorum.
Alımlı İslam’ın metroseksüel Süslümanlarına sevgilerle.
Hatırlatma:
“FETÖ’nün İslam İnancını Tahrifi
TBMM FETÖ’nün Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu raporunda, “FETÖ, dinlerarası diyalog konusuna araçsal bir mantıkla yaklaşmış, diyalog çalışmalarının örgüte ulusal ve küresel ölçekte sağlayacağı güç ve ayrıcalığı hedeflemiştir.” AA, 29.05.2017 tarihli haber.
Haberin devamında FETÖ’nün ılımlı İslam’ı kendisinin temsil ettiği izlenimini uyandırmak istediği vurgulanıyor. Bu vurgu önemlidir, üstüne düşünmek gerekir.
Not:
Kendilerine ait olan olumsuzlukları gizlemek için başkalarını itham ediyorlar, dedik. Sürekli “Elimizde isim listesi var” kabilinden tehditvari açıklamalar yapan sözde gazeteci özde FETÖ artığı soytarılar, aynı zamanda toplumun kaosa sürüklendiğini iddia etmiyorlar mı?