Düzenli ve güçlü bir topluluğu onu öfkelendirmekten geçer. Öfke, aklı esir alır. Böylece topluluğun düzeni bozularak parçalanma başlar. Parçalanma sonrası küçük gruplara ayrılan topluluğun gücü de gruplar arasında bölünür. Bu sayede güçte bir azalma meydana getirilir. Bir zamanlar tek bir topluluk olan gruplar artık savruk ve önemsiz bir hâle gelir. Bu aşamada düşmanın son hamlesi gelir: Savruk, önemsiz gruplar kılıçtan geçirilir.

Bu, toplum mühendisliğidir.

Toplum mühendisleri, toplulukların olumlu ve olumsuz her şeylerini gözlemlemekle yükümlüdürler. Böylece toplumun kaygısı, gelecekten beklentileri, üzüntüleri, sevinçleri, kırmızı çizgileri, korkuları… ne varsa hepsini tespit etmeye çalışırlar. Ardından pek çok kanal vasıtasıyla bunların kullanılması hedeflenir. Eldeki verilerin artırılması için rüya istihbaratı bile yapılır. Bu sayede toplumun psikolojisini etkileyen ortak etkenler değerlendirilir.

Haklı olmanın ilk sorumluluğu, savunulan davanın başarıya ulaştırılmasıdır. Bunun için haklılığa bir zarar gelmemesi önemlidir. Kişinin veya topluluğun davranışlarından fikirlerine kadar her şey bu noktada önem kazanır. Hele bu davalar millet meseleleriyle ilgiliyse siyasete hobi veya prim yapılan bir yer gözüyle bakan, üç beş beğeni peşine düşen, hayatını magazine adamış kimselerin dava adamı olmaları mümkün olmaz. Milleti, devleti düşünmek “adanmışlık” gerektirir. Mesela hem devletinizi sevip hem bölücü bir dost edinemezsiniz. Böyleleri var mı? Var. Mesela hem bir olaya karşı çıkıp hem de o olaya kendiniz yapamazsınız. Böyleleri var mı? Var.

Başka neler var? Başka nasıl tipler var?

Mesela milletin çocuklarını dolduruşa getirip canlarından edemezsiniz. Milletin çocukları üstünden herhangi bir hesap yapamazsınız. Kendiniz sıcak evinizde otururken Türk gençlerini değersiz bir yığın gibi yaralanmaya, ölmeye, hapse girmeye gönderemesiniz. Çok endişeli, çok gergin ve her şeyden önce çok cesursanız sizin önden gitmeniz beklenir. Hedef gösterdiğiniz kimselerle bir sorununuz yokmuş da yanlış anlaşılıyormuş gibi yaparsanız, Türk çocuklarını öne sürmüş olursunuz. Gençlere “Sen yap, biz seni koruruz” deme dönemi bitmedi mi? Bitmediyse bitmelidir.

Mesela sosyal medyadan anonim hesap açıp derin devlet imajı yaratamazsınız. Derin devlet imajı yaratan sosyal medya hesaplarının sahipleri polis tarafından elle konmuş gibi bulunuyorsa yabancı istihbarat servisleri de onları rahatlıkla bulabilir. Bu gibi hesaplar sahtekârlık yapıyor. Bu tarz hesaplar toplum mühendislerinin kanallarıdır. Bu kanallarda devlet imajı vermeye çalışanların aylar öncesinde meydana gelmiş bir olaydan haberdar olmadıklarını veya sahte sosyal medya hesaplarını fark edemediklerini görüyoruz. Böyle derinlik, böyle devlet olur mu? Olmaz.

“Yapacağız, edeceğiz, biz bir grup Türk subayıyız” vs… Bu söylemlerde bulunan operasyon hesaplarına dikkat ediniz. Onlara şunu sorunuz: Türk devleti, Türk subayı kendi ordusunu aşağılar mı? Türk subayı iseniz ve sınırlarımız korunamıyorsa sizin sosyal medyada ne işiniz var? Bu soruları sorunuz. Hamasî cevaplar alacaksınız çünkü bunlar operasyon hesaplarıdır. Dikkat ediniz.

Bir millet için en büyük tehlike onun güvenlik kurumlarıyla arasının açılması, o kurumların milletten gördüğü teveccüh ve desteğin bitirilmesidir. Böyle bir durumda ne olabilir? Buna tarihten örnek verebiliriz.

Emekli Topçu Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu’nun anlattığı bir olayla bu bahsettiğimiz noktaya örnek verelim.

İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce Almanya’dan Fransa’ya 15.000 turist gitmişti. Fransızlar bu turist artışından çok memnundu. Almanlar gittikleri her yerde bol bol fotoğraf çekiyorlardı. Yalnız bu fotoğraf çekme işini hayli abartmışlardı. Eyfel Kulesi’ni çeken birine şaşırmayız ama menfezlerin fotoğraflarını çekenlere şaşırırız. Fransızlar, köprülerinin, menfezlerinin fotoğraflarını çeken turistleri hiç sorgulamadılar.

Bir gün bu Alman turistlerden biri Le Monde gazetesi okurken ilginç bir olaya şahit olur. Fransız generallerden biri taksiden inerken şoförle tartışmaktadır. Şoför, çekip giden Fransız generalin arkasından ağız dolusu küfürler eder. Alman turistimiz diğer turistler gibi psikolojik harp istihbaratçısıdır. Bilgiyi hemen Berlin’e geçer. Berlin’e gelen mesajlarda aynı zamanda Fransız ordusundaki durum anlatılmaktadır. Buna göre, Fransız subaylar, rütbelilerin arkasından konuşmakta ve onları sürekli olarak alaya almaktadırlar.

Bu bilgiler üzerine Alman Genelkurmayı Psikolojik Harekât Başkanlığı şu tespiti yapar: “Bir ordu mensubu ve bir general normalde halktan saygı görür. Eğer taksi şoförü sokakta generalin arkasından küfrediyorsa halk ordusunu sevmiyordur ve ordunun morali bozuktur. Fransız ordusu toparlanmadan, kendini halkına sevdirmesine zaman bırakmadan Fransa’ya taarruz edilmelidir.

İşte Almanlar bu moralle moralsiz Fransız ordusunu dümdüz ederek geçilmez denilen Maginot Hattı’nı çok kısa sürede geçerek Fransa’yı işgal etmişlerdir. Geriye onlar için Hitler’in Eyfel Kulesi önündeki fotoğrafı ve Alman Nazi subaylarıyla birlikte düşüp kalkan kadınların utancı kalmıştır.

Bir de Bora İyiat’ın anlattığı bir deneyi aktaralım: 100 fare, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bir tel kafese kapatılır. Kafes 10 metre yükseklikte içi su dolu bir havuzun dalış köprüsünün uç kısmına yerleştirilir.

İlk 10 gün farelere düzenli aralıklarla yemek verilir. Daha sonra kafesin kapağı açılır ve fareler etrafı kolaçan etmeye başlarlar. Kafesten çıkmak üzere hamle yapan bütün fareler geri çekilir çünkü bilinçleri yerindedir. O yükseklikten uçmanın ölüme neden olacağını bilir.

Sonraki süreçte tel kafesin üstü örtülür. Yemekler düzensizleştirilir. Bir yandan düzenli olarak hoparlörden kedi sesleri verilir. 15 günün sonunda kafesteki örtü kaldırılır. Farelere normalleşmeleri için 2 saat süre tanınır. Ardından kafesin kapağı tekrar açılır ve olanlar olur: Farelerin yarısı 15 gün önceki gibidir ama diğer yarısı hiç sorgulamadan kapak açılır açılmaz kendilerini aşağı atar.

Bu sendroma “intihar sendromu”, deneye de “toplumun yarısı” adı verilir.

Yıllardır işgalin ve rejim değişikliği söylemlerinin her türlüsüyle korkutulduk. Elbette Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyenler vardır. Elbette alçak ihanetler ve kahpe hesaplar peşinde olanlar vardır. Yalnız bunların hiçbirisi korkuya dönüşmemelidir. “Korkuyorsan yapma, yapıyorsan korkma” denir. İşte burada dava adamlığı meselesine, adanmışlık konusuna tekrar geleceğim.

Yıllardır hem kalemle mücadele ederim hem de meydanlarda yer alırım. Çok insanlar gördüm, tanıdım. Kimin dava adamı olduğunu, kimin kendisini millete adadığını; kimin samimiyetsiz olduğunu, kimin gaza geldiğini ve kimin gaza getirdiğini çok iyi biliyorum, diyebilirim. Eskiden samimiyetsiz tipler meydana inmek zorundaydılar. Şimdi buna ihtiyaçları kalmadı. Artık anonim hesaplar açıp milleti gaza getirerek öne sürmeye çalışmak daha kolaydır.

Bu, isimsiz bütün hesapların operasyon hesabı olduğu anlamına gelir mi? Elbette gelmez. Yine uyanık olmak ve sapla samanı ayırt etmek gerekir. Hiçbir duygunuzu kullandırmayın ve hiçbir insanı -sanal veya gerçek fark etmez- davanızın vekili yapmayın. Yönlendirilmeyin.

Bu vatanın ezelî ve ebedî sahipleri Türklerdir. Ebedî Başkomutan’ın şu sözünü unutmayalım: “Türkiye Türklerindir.”

Bugün TSK ve Emniyet’in olmadığını farz edelim. Tek çağrıda milyonlarca Türk silah altına alınmaya hazırdır.

Aklın yolundan ayrılanın gideceği yer uçurumdur.