Kemal Sunal’dan “fes başıma, fes başıma” türküsünü mırıldanarak fesini başına geçirdi. Şalvarını ve yeleğini giydi. Gözlerini sımsıkı kapattı, içinden “İnşallah bu sefer bir şeyler çıkmıştır” diyerek dua etti ve iç çekip aynanın karşısına geçti. Yüzünün her tarafını iyice kontrol etti ama yok… Hâlâ tek bir tüy bile yoktu yüzünde.

“Acaba ben Osmanlı değil miyim? Berber Abi atalarımızın sakallarının ayaklarına kadar indiğini söylemişti. Yoksa ben Venedik doçunun esir düşen köse oğlunun soyundan mı geliyorum? Allah’ım uzak et. Amin inşallah.”

Umudunu yitiriyordu ki birden sokaktan gelen marşı duydu: “Tarihi çevir; nal sesi, kısrak sesi bunlar!”

Hemen kendini toparladı. Günlük feyzi gelmişti. Feyz alamadan sallayamıyordu. Az salladığı zaman az adam yerine konuyordu, çok salladığı zaman çok adam yerine konuyordu. Bu çok adam yerine konmalar yeterince artınca “şeyh” oluyordun.

Hemen yeni ayakkabılarını giydi ve aşağı indi. Beş dakika boyunca “selamun aleyküm, aleyküm selam” seremonisi oldu. Bir kişi kazara dalıp selamı fark etmedi mi üç günlüğüne Portekizli kâfir ilan ediliyordu. Selam vermeyi unutana da bir hafta boyunca Şarlken’in tohumu deniyordu. Neo-Osmanlı’da kanunlar böyleydi. Kanunları ise Şeyhler Şeyhi koyuyordu.

Püsküllü, ilk olarak berbere gitti. Berber Feyzi ile selamlaştılar. Feyzi diğer berberlere benzemezdi. Kendi spreylerini kendi formülleriyle yapardı. Çok yetenekliydi. Eline asasını alır, şalvarını giyer, “Mübarek Deve C-180” adını verdiği arabasına binerek başka şehirlerden malzemeler toplardı. Yine bir gün kendi topladığı malzemelerden sprey yapmıştı. Bu sefer spreyinin asıl malzemesi “doğru” denilen bir ottu.

Püsküllü geçip bir koltuğa oturdu. Gazetelerin manşetlerine büyük bir özenle göz gezdirdi:

“Ekonomiyi Bu Yıl Şaha Kaldıracağız”

“Bu Yıl Ekonomiyi Şaha Kaldıracağız”

“Şaha Kaldıracağız Bu Yıl Ekonomiyi”

“Bu Yıl Kaldıracağız Şaha Ekonomiyi”

Püsküllü çok mutluydu. Feyzi Abisine,

— Yahu bu gazeteleri hep aynı kişilerin satın aldığı ne iyi oldu, abi. Eskiden bizleri hiçe sayıyorlardı. Kafamız karışıyordu. Böyle pek demokratik oldu.

— Aynen öyle, Püsküllüm. Bu gazetelerin eski sahipleri 33. dereceden Mason’du. Ayrı ayrı başlıklar atarak kafamızı karıştırıyorlardı. Artık tek başlık, tek gazete, tek patron.

Bu sırada Feyzi, berber koltuğunda oturan müşterisine dönerek,

— Sıhhatler olsun, Davut. Yeni sprey için hazır mısın?

— Hazırım, abim.

— Ya Hak!

Feyzi, spreyini Davut’un kafasına boca etti. Davut’un gözlerine bir an dünya alem dar geldi. Gözleri buğulanıyor, içinde tuhaf bir duygunun yerleştiğini hissediyordu. Sanki biri bir şey derse hemen ona agresif bir cevap verecekmiş gibi duruyordu.

Davut’un durumundan habersiz Püsküllü ve Berber Feyzi, sohbetlerine devam ediyorlardı. Püsküllü artık zamanının geldiğini düşünüp Feyzi Abisinin gözüne girmek üzere konuşmaya başladı:

— Abi… Geçenlerde Şeyhler Şeyhi’nin sohbetini dinlemek nasip oldu. Allah ondan razı olsun. Onun anlattıkları üzerine ne kadar sosyal medya paylaşımı varsa hepsine göz attım. Araştırma yapmaktan gözlerim acıdı. Kolay mı? Bütün gece bir fotoğraf dolusu yazı okudum!

— Rabbim senden razı olsun, kardeşim. Anlat bakalım.

— Abi… Bu İttihatçılar ne biçim adamlarmış? Memlekette yakıp yıkmadıkları yer kalmamış!

— Yok ya!

Hem Püsküllü hem de Feyzi ürkmüşlerdi. Oturduğu yerden ok gibi fırlayan Davut’un çıkışını kimse beklemiyordu. Davut, sözlerine devam etti:

— Balkanlarda savaşanlar kimlerdi? Hastane yokken hastane, doktor yokken doktor oldular! Yalnız Osmanlı topraklarında değil tüm cihanda savaşanlar, açık veya gizli savaş verenler Türk subayları değil miydi?

Püsküllü şaşırdı:

— Öyle miydi?

— Öyleydi ya! Trablusgarp’ta savaşanlar kimlerdi? Memleketin her tarafı yangın yeri olmuş; Rumların, Ermenilerin yakıp yıkmadıkları yer kalmamış. İngiliz askerlerinin, İtalyan askerlerinin emperyalist botlarıyla basmadıkları toprak kalmamış. Diğer yandan Meclis-i Mebusan’a bakıyorsun, her gün bir oylama: Bugün Türklerden nereyi alsak? Araplar toprak istiyor, Rumlar “evet” diye el kaldırıyor. Ermeniler toprak istiyor, Rumlar “evet” diye kaldırıyor. Kendileri çalıp kendileri oynuyorlar.

Püsküllü ne diyeceğini bilemedi. Beklemediği bu tepki karşısında saçmalamaya başladı:

— Harf devrimi yaptınız! Bir gecede cahil kaldık! Atalarımızın mezar taşlarını okuyamıyoruz!

— Atanın kabrinde ne yazıyor da okuyamıyorsun? Dedenin mezar taşında Masonların 1717 Anayasası’nın Osmanlıca çevirisi mi var?

Püsküllü cevap vermedi. Davut devam etti:

— Halk asırlardır süren savaşlardan ötürü yalnız yorgun, hasta, fakir düşmedi.  Aynı zamanda ağır bir cehalet batağına saplandı. Okullar Türkiye’nin her yanına yayılamadı. Eski eğitim sistemi zaten bütün milleti kapsamıyordu. Ne biliyordu da bu millet cahil kalacak? Harf devrimiyle, zorunlu eğitimle cehalete savaş açtı, Mustafa Kemal!

— Köprülü bile harflerin değişmesine karşı çıkmamış mıydı?

— Hayır! Köprülü 1928 yılında karşı çıksa da 1938 yılında devrimi taltif edici yazı yazmış, devrimin olumlu etkilerini görmüştür.

Püsküllü için duydukları yabancı şeylerdi. Sanki biri Osmanlıca değil de Almanca konuşuyordu karşısında. Gerçi dilinin Osmanlıca değil Türkçe olduğunu bile bilmiyordu. Tekrar söze girdi:

— Eee… İttihatçılar ve Mustafa Kemal, Mason değiller miydi?

— Siz gerçekten “tarihi çevir” olayını yanlış anlamışsınız. Siz bunu tarihi tersine çevirmek anlayıp haini kahraman, kahramanı hain yapmışsınız! Bu ülke için savaşanlara “hain” diye saldırıyorsunuz, bu ülkenin altını oyan sarıklı casusları ise önderiniz yapıyorsunuz! O zaman ben sana Masonları, Tapınak Şövalyelerini kısaca anlatayım da öğren. Bak bakalım, tarih nasıl nasıl tersine çevrilmiş!

Püsküllü bir an Feyzi’ye baktı. Berber Feyzi, Davut’un neden böyle olduğunu anlamıştı. Davut devam etti:

— Tapınak Şövalyeleri 1118-1119 yılları arasında, hac görevini yerine getirmek isteyen Hristiyanları korumak için kuruldu. Şövalyeler Orta Doğu’ya gidince önce çok saygı gördüler. İlk zamanlar çok ahlâklı, dindar, saygın kimselerdi. Ne var ki Orta Doğu öyle bir yerdi ki Hristiyanların rafızî Hristiyan, Musevilerin rafızî Musevi, Müslümanların rafızî Müslüman saydıkları tarikatlardan etkilendiler. Müslüman gibi görünen ama Müslüman olmayan İbn Meymun’un, İlluminati’nin kurucusu Adam Weishaupt’a ilham verdiğini biliyor muydun?

Püsküllü saf saf gülerek:

— İbn Meymun kim ki?

— Evet… Kime ne anlatıyoruz? Neyse… Sonra Tapınak Şövalyeleri sapıtıp yoldan çıktı. Avrupa’ya döndüklerinde ağır baskılara maruz kaldılar. Kimilerine göre yok oldular, kimilerine göre yeraltına çekildiler. Nihayetinde Masonluk dahil ne kadar gizli örgüt kurulduysa köklerini bunlara bağladılar. Masonların ve benzeri örgütlerin öğretileri ile rafızîlerin öğretileri birbirine geçti. Kısacası… Bugün kim sapkın, kim doğru yolda? Önce bunu öğrenin. Sapkınlık öğreniyorsunuz, İsrailiyat öğreniyorsunuz ve sonra milleti imansızlıkla, Masonlukla suçluyorsunuz!

Davut, “Burası bana çok yabancı” diye düşünüyordu. Daha fazla duramayacağını hissetti. Doğup büyüdüğü sokak birdenbire çok yabancı gelmişti. Önce Türk olduğunu hatırladı ve sonra kendisine şaşkınlıkla bakan Berber Feyzi ve Püsküllü’ye acıyarak baktı. Bir şey söylemeden berberden çıkıp gitti.

Yarım saat sonra o sokak bir hayalete dönmüştü. “Doğru” denen ottan yapılan sprey kutusu ise bomboş bir şekilde berber tezgâhının üstünde duruyordu. Yerler ise fes ve şalvar doluydu. Sanki içindeki insanlar bir anda kaybolup gitmişlerdi. Neo-Osmanlı Sokağı’nda artık kimse yaşamıyordu.