Mustafa Kemal Atatürk, “Türk” adını ve “Türklük” vasfını taşıyan bir devlet kurmakla, Türk milletine Türklüğünü hatırlatmakla emperyalizme vurulacak en büyük darbelerden birini vurmuştur.

Neden?

Çünkü Osmanlı dağılırken ortaya birçok devlet çıkmıştı: Bulgaristan, Ermenistan, Yunanistan gibi. Emperyalistlerin kafasındaki Türkiye ise çok iyi bilindiği üzere Anadolu içlerine sıkıştırılmış, daima fakir ve etkisiz kalmaya açık, özellikle dışarıdan yapılacak göçlerle kısa zamanda varlığını yitirecek bir ülkeydi. Emperyalistlerin Türk’e besledikleri hıncın ilhamıyla ortaya koydukları projelerden biri daha Mustafa Kemal’in önderliğinde çöpe atılmıştı. Üstüne üstlük Türkiye’ye biçilen rolün belki daha kötüsü, Ermenistan’ın başına gelmişti. Denize açılamamış, Doğu Anadolu’ya ağzından salyalar akarak bakan, küçük ve fakir Ermenistan… Aslında emperyalizmin istediği Türkiye buydu, Ermenistan’ın başına geldi.

Bundan ders alması gerekenler var. Almıyorlarsa bizim derdimiz değil.

Mustafa Kemal’in devleti, yalnız emperyalizme değil içerideki uşaklarına da ağır darbe olmuştur. Bir yanda gericiler diğer yanda bölücüler bu darbenin karşısında ruhen inim inim inlemektedirler. Emperyalizm ise uşaklarını tamamen tüketmeden bırakmaz. Çok bariz bir biçimde en başından beri ülkedeki gericilik de bölücülük de özellikle Batı emperyalizmi tarafından desteklenmektedir.

Yıllar var ki her türlü ihanete, her türlü sızma girişimine, her türlü örgütlü ihanete karşın Mustafa Kemal’in inkılaplarını yok edemediler ama çetin bir virüsün yok edilse bile vücutta bıraktığı hasarı bıraktılar. O hasarla kimliksiz, şuursuz kitleler yetişti. Kimileri dinden dem vuran dinsizler oldu. Kimileri emperyalizmi dilinden düşürmeyen piyonlara dönüştü. Kimileri var ki yabancıların gözüne girebilmek ve onlardan menfaatlerini temin edebilmek için onursuz hayvanlar oluverdiler.

Bir güruh düşünün ki Avrupa’nın menfaatleri için, Avrupa ülkelerinin geleceği için kendi ülkesinin menfaatlerini çöpe atsın, kendi milletinin geleceğini karartmaya kalksın. Bir güruh düşünün ki milyonlarca mültecinin maddî manevî yükünü çeken kendi ülkesini kötülesin, kendi milletini vahşilikle itham etsin. İşte bu düşündüklerinizi ve daha fazlasını yapan bir güruh görmek istiyorsanız Türkiye yalnızca vatandaşlığını 400.000 dolara satan ülke değildir; aynı zamanda böyle güruhları görüp insaniyet safarisi yapmak isteyen yabancılar için de gayet ideal bir yerdir.

Bahsi geçen güruh, toplumda bir yer edinememiş veya edinemeyecek kadar yeteneksiz kimselerin, İsa Mesih’in fonu – pardon – müjdesini alıp emperyalizme satılmasıyla ortaya çıkar. Hollywood yapımı hayalî veya istisnaî senaryolara dayalı filmler, bu güruhun zehirlendiği ana kaynaklardandır. Buralardan aldıkları tiradlarla millete caka satlar, insanlık anlatırlar. Kendin insanlıktan çıkmışsın zaten, kendi yaşadığın ülkeye, kendi insanına düşman olmuşsun. Ne insanlığı satıyorsun? Ne evrenselliği satıyorsun?

Bu güruhun dilinden düşürmediği uluslararası hukuk da mültecilerin entegrasyonu da tamamen yalandır, uydurmadır. Uluslararası hukukun bu konuyla ilgili bir hükmü, yaptırımı varsa o hüküm, o yaptırım Ege Denizi’nin sularına gömülmüştür. Avrupa’da ayağına çelme çakılan mültecilerle beraber yere düşmüştür. İngiltere tarafıdan Ukraynalılara kapının açıp Suriye’den, Afganistan’dan, Pakistan’dan gelen kimselere kapının kapatmasıyla kapı dışarı edilmiştir. Bu sözde ve hayalî hukukun tek tarafı milyonlarca sözde mülteciye bakan Türkiye kaldığına göre uluslararası bir tarafı da kalmamıştır. Bu durumda içeride ve dışarıda birileri bize enayi muamelesi yapıyor. Birileri, Türk milletinin öfkesini fazlaca hafife alıyor.

Eğitim sistemine sızarak, devletin kadrolarına yerleşerek, toplumun kanaat önderi rolüne bürünerek, medya ve basını tekeline alarak, dağda ve şehirde terör yaratılarak yapılamayanı memleketin demografik yapısını değiştirmeye çalışarak yapmak istiyorlar. Bu konuda sağ, sol yok. Bu konuda siyasal İslamcı, liboş yok. Söz konusu Türk düşmanlığı olduğu için hepsi birden birleşiyor. Bu noktada Türk milletinin birlik ve beraberlik içinde hareket etmesi çok önemlidir. İktidar partisi ve 6 + 1’lik masanın bu konudaki basiretsizliği bizleri bölmemelidir.

Biraz mantıklı düşünelim.

Suriye karıştırılmadan önce Suriye sınırındaki mayınlar temizlendi. Sözde insanlık yanlıları sonraları bile çıkıp “Emperyalizm bölgeyi karıştıracaktı, o yüzden mayınlar temizlendi” dediler mi? Hayır! Onlar, omurgasızlıklarının gereğini yapıp bu durumu savundular. Sorsanız, bizler faşistiz ve onlar en kral sosyalist, en kral hümanistlerdir.

Türkiye – İran sınırındaki mayınları törenle temizlediler. AB ise bu mayınları fonladı. AB, niye böyle bir şey yaptı? Hemen ardından neden milyonlarca insan Türkiye’ye geldi? Buradaki amacı, oyunu anlamayanlar için hatırlatma yapalım.

AB, hiçbir zaman Türkiye’nin toprak bütünlüğünden millî yapısından yana olmamıştır. Bakın, Aralık 2012’de Heinrich Böll Vakfı’nın “Perspectives” adlı yayının kapağı aynen şöyledir:

Benim anayasamı, benim kimliğimi mercek altına alıp insan hakları adına raporlar yazan eli kolu uzun ahtapot emperyalistler…

Bu, sadece küçük bir örnektir. Daha çok belgeli örnek görmek istiyorsanız Necip Hablemitoğlu’nun kitaplarına bakın. Orada gerçekleri göreceksiniz.

Bu yayındaki yazıların konuları ise gerçekten takdirde şayandır (!). 40 seneye merdiven dayayan terörü konu almıyor bir tanesi, gidiyor “26 Yıldır Süren ‘Geçici’ Bir Sistem Olarak Köy Koruculuğu” diye yazı yazıyor. Yazıyı yazan Abdürrahim Özmen, Dicle Üniversitesi’nde görev yapıyor. 2010 – 1018 yılında Erasmus koordinatörü olarak çalışmış. 2010’dan bu yana Farabi koordinatörü olarak çalışıyor. Şaşırdık mı? Hayır.

Mülteci entegrasyonu adı altında, “Yeni Türkiye” projesine uymamızı istiyorlar. Açılımla saçılımla yapamadıklarını mülteciler aracılığıyla yapmak istiyorlar çünkü gördüler ki esasında Türkiye’deki Kürtler aracılığıyla bu iş olmayacaktır. Bu nedenle Afgan, Pakistanlı, Arap getiriyorlar. Türkiye’de iktidardan, muhalefetten, sivil toplum kuruluşlarından kim varsa buna destek oluyor. “Gitmeyecekler” ısrarı bundandır ama bu durumda ortaya çıkan manzara asla demokratik değildir. Manzara şudur: Azmış bir azınlık diktası, Mustafa Kemal’in devrimlerini ve Türk varlığını korumaya adanmış Türk milletine hükmetmeye çalışmaktadır. Bu azınlık diktası; iktidar, muhalefet ve sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu bir paralel yapıdır. FETÖ de bu yapıya dahil bir başka kanattır.

Derin devletin kanatlarını anlattığını sanan liboşlara duyrulur.

Ülkemin gençleri geleceklerini kara kara düşünsünler… Yaşlılar devlet dairelerinde bir iş hâlledebilmek için didinip dursunlar… Elin Pakistanlısı gelip ülkemde iş yeri kuruyor. Hem büyük para kazanıyor hem de Türk (!) avukata “Kaçak mısın? Biz hâllederiz” dedirtiyor!

Ayrıca… Türk yapımlarını internette bile rahat bırakmayıp “eşek” ve “lan” laflarını bile sansürleyerek bunu “millî ve dinî değerleri koruma” adı altında açıklayan RTÜK yöneticilerinin, Türk kadınının mülteciyle nikâhsız olarak aynı evde yaşadığı filmi övmeleri gözümüzden kaçmadı. İnternet uygulamalarında Türk kızının önüne bozuk para atarak onu aşağılamaya çalışan kahpeleri gördükçe RTÜK yöneticilerinin tavrı aklıma geliyor. Hepiniz birden Türk’ün üstüne geliyorsunuz ama unuttuğunuz bir şey var ki asırlara dayalı bu hıncın ilk piyonları değilsiniz.

Kendine oy vermeyene kâfir diyecek noktaya gelmiş iktidar…

İktidara gelmek için aklı sıra ayıya dayı diyen oynak muhalefet…

Kendi milletine faşist damgası yapıştırıp emperyalizmin uşağı olmuş sol liboşlar…

Ensar diye getirdiklerini ucuz iş gücü diye pazarlayan çakma Ahiler…

Fuller’in ılımlı İslam’ından beslenip ensarcılık oynayan süslümanlar…

AB’den aldığı fonla kasabın bıçağını diliyle temizleyen beslemeler…

Milletin imkânlarını sığıntılara yedirmediği için belediye başkanını linç edip Türklere ev vermeyenleri haklı bulanlar…

Türk’e yönelmiş her türlü terörü destekleyip Türk’ü kendi vatanında esir etmeye kalkanlar…

Zihinlerden andımızı sınırlardan mayınları kaldırmakla bu ülkeyi işgal ettirmeye yelteniyorsunuz. Bu millet yedi düvelin modern silahlarının gürültüsüyle gelen işgalini kabul etmemiş, sessiz işgale de sessiz kalmayacaktır.

Not: Bizleri provokatörlükle suçlayanlar 100 yıl önce yaşasalardı, Mustafa Kemal’i derin devletin başı, Sütçü İmam’ı, Hasan Tahsin’i provokatör ilan ederlerdi.

Kumpas davalarında olmadı mı?

Gözünüzü açın.