Haritayla sınır belirlemek, coğrafyaya ad vermek, birkaç klasikleşmiş bilgiyle o haritayı anlatmak kolaydır. Zor olan, o haritayla gerçeği bağdaştırmak ve haritada yer alan coğrafyaların insanını anlamaktır. Bizim meşhur bir Türk dünyası haritamız vardır ama Türk dünyasını tanımıyoruz, anlamıyoruz. İster bağımsız olsun ister bağımlı… Soydaşlarımızdan beklentilerimiz çok kez haksız ve anlayışsızdır. Kurduğumuz hayallerin, yarattığımız imajların çoğu gerçek dışıdır, hamasîdir.
Türk dünyası konusunda yaptığımız ilk büyük yanlış, Türk dünyası dediğimizde Türkiye’den geri kalanı kastetmemizdir. Yani Türkiye’yi bu büyük coğrafyaya dahil değilmiş de yanında bir yerdeymiş gibi görüyoruz. Böylece diğer Türk yurtlarına dışarıdan bakıyoruz. Hiçbir şey dışarıdan bakarak anlaşılmaz. Dışarıdan bakarak sadece haberdar olabiliriz, görebiliriz ama anlayamayız.
Mesela Türk dünyası haritasını ders kitaplarına koyuyorsak ilkokulda, ortaokulda verdiğimiz ana dili dersimizin adını Türkçe koyamayız. Neden? Çünkü Türk dünyasının birbirini anlamakta en büyük zorluk kavramlar noktasında ortaya çıkmaktadır. Kavram karmaşasının bu kadar yoğun olduğu başka bir coğrafya olduğunu sanmıyorum. Ana dili dersimizin adı Türkiye Türkçesi olmalıdır ki önce çocuk sonra da genç zihinlerde Türk dünyasıyla hem bütünleşme sağlansın hem de diğer soydaşlarımızla ilgili bilinç düzeyimiz artsın. Tabi eğitim sisteminin çocuklara vereceği en iyi şey merak etmeyi, soru sormayı öğretmektir. Çocuklar şunları düşünmeli ve sormalıdır: Bizim konuştuğumuz dil Türkiye Türkçesi ise başka ülkelerde de Türkler var demektir. Öyleyse bu Türkler kimlerdir?
Gerçekten Türk dünyası haritasının çocukluğumda çok faydasını görmüşümdür. Bu harita mutlaka güncellenmelidir, burası ayrı bir meseledir. Tarihe, ülke meselelerine küçük yaşlarda merakım olmasaydı o harita benim için her kitapta olması gereken bir şey olduğu için var olmuş olacaktı. Ben, bugünkü ve tarihteki haritaları sevip kendim de sürekli çizdiğim için o haritayı açar, saatlerce inceleyip üstüne çocukça da olsa düşüncelere dalardım. Eğitim sisteminin yapması gereken şey, bunu birkaç çocuğun kendi ilgisiyle yaptığı bir şey olmaktan çıkarmaktır.
Türk dünyasında kavram karmaşası vardır, evet. Belki en büyük sorunumuz budur. Daha yolun başında, Türklük konusunda ciddi ve hayret verici karmaşalarla karşılaşıyoruz. Bu durum, Türklerin karşılıklı olarak birbirini suçlamasına yol açıyor. Söz gelimi, bazen bir Türkiye Türk’ü Kırgız Türk’ünü Ruslaşmış olmakla suçlarken, bazen Sibiryalı Türk de Türkiye Türklerini Araplaşmış, Farslaşmış olmakla suçluyor. İşin tuhaf tarafı, bu tarz ithamlar da birbirinin Türklüğünü beğenmemekle, inkâr etmekle başlıyor.
Bir kere şunu aklımıza yazalım: Türkiye Türkleri kendilerine Amerikan veya Amerikanlaşmış demiyorlarsa Kırgızlar da kendilerine Rus veya Ruslaşmış demiyorlar. Türkiye’de çok küçük bir kitle vardır ki kanı veya zihniyeti bozulmuştur; Artinlerin, Martinlerin torunlarıdır onlar. Fildişi kulelerde, gözlerden uzak yaşarlar ama ilginç bir şekilde ülke yönetiminden ünlüler dünyasına kadar sinsi bir etkileri vardır. İşte onlar ne kadar “Azizim, bizler zaten Türk değiliz; filancayız” diyorlarsa Çarlık ve Sovyet etkisiyle bugün kendine Rus diyen, fildişi kulelerin Kırgızları vardır. Bunlar, bir bütün değillerdir. Bugün ve özellikle geçmişten bir dedesinin kendi soyunu satmasıyla etki sahibi olmuş kimselerdir. Kırgızlar, bağımsızlıktan sonra gün geçtikçe daha büyük, daha kuvvetli bir Kırgızlık ve ana dili bilincine ulaşmaktadırlar.
Bilmek, tanımak bir yolsa anlamak varılacak hedeftir. Bir sonraki yazımda kavram karmaşasını anlatacağım.
