Öcalan puştunun konforunun konuşulduğu günlerdi. On binlerce insanın ve koskoca bir ülkenin geleceğinin katili bir cani, hak ettiğinden fazlasını almış olduğu hâlde, Amerikalı Diplomat James Franklin Jeffrey’in Türkiye’ye gelirken cebinde getirdiği 400 milyon dolarcık öyle bir demokrasi etkisi yayıyordu ki serbest kalması dahil her şey konuşuluyordu. Jeffrey’in cebinde getirdiği dolarların üstünde Öcalan puştunun fotoğrafı mı vardı da birden bire siyaset sahnesinin pıtırcıkları için bu eli kanlı cani, bir yol gösterici olmuştu? Kim bilir, maceralarla, sürprizlerle dolu Amerika.
O günlerde demokrasi muazzam işliyordu. Bir caninin konforu ve mehdi misali yol göstermesi bir yana diğer tarafta deccallere karşı kefenini giyip de mücadele edenler vardı. Herkesin eli taşın altındaydı, her taşın altından bir demokrat çıkıyordu. Milliyetçilik, Atatürkçülük ve Türk subayı olmak deccalliğin en büyük alametiydi. Demokrasi çok kutsal bir şeydi; yemyeşil ve her şeyi gören tanrının nimetiydi. Onu herkese saçmamak gerekiyordu. Her yeri kana bulayan, çok kötü şeyler yapma potansiyeli olan deccaller bir bir deşifre oluyorlardı. Kullanılmış lav silahlarını tekrar kullanacak kadar tehlikeli büyücülerdi. Kimi karada, kimi havada, kimi denizde çok tehlikeliydi. Hint Okyanusu’nda, Doğu Akdeniz’de, Afganistan’da görev yapanları ülkeye çağırmış ve kıskıvrak yakalamışlardı.
Onlara her şey mübahtı.
Mesela, Kuddusi Okkır, Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Demokrasi gibi büyük bir nimetten yararlanamayacağı için hak ettiği şartlarda hapsedildi. Taşta, suyun içinde yatırıldı. Hasta oldu, bir deri bir kemik kaldı. Hastaneye kaldırdılar, öldü ve demokrasinin havarileri dediler ki: “Daha karpuz kesecektik; öldün, kurtuldun.” Aynı yerde fotoğraf sanatçısı, yazar ve yayıncı Ali Özoğlu da hapis yapttı. Gardiyanlar ise PKK’lılarla konuşuyordu, devlet düşmanı Metin Kaplan’la konuşuyor ama onun yüzüne karşı, “Buradan gideceğin için mutluyuz” diyorlardı. Demokrasi ayetleri herkese inmişti demek ki.
Kaşif Kozinoğlu, MİT mensubuydu. Bir MİT mensubunun hakkında fazla bilgi olmaması görülmüş şey değildi. Şeffaf ve sivil devlet için kim olduğunun bilinmesi gerekiyordu. Yedi düvele kim olduğu duyruldu ve bir istihbaratçı olarak karanlıkta kalmanın bedeli ödetildi. Ayağının tozuyla – pardon – kendi ayağıyla gelip hapse girmişti. Kalp krizi geçirdi. Demokrasi havarisi olan cezaevi görevlileri son derece gönülsüzlerdi, “Biz bu deccali niye yaşatalım ki?” dediler. 10 dakikalık mesafeye 56 dakikada götürdüler. Öldüğünde 56 yaşındaydı. Mesihlerin, Mehdilerin mucizeleri meşhurdur. Liberal kahramanımız Ali Babacan’ın Sadullah Erginciği, Kozinoğlu’nun hasta kabule alındığını açıklamıştı. Hasta kabuldeki imkânlar demokrasinin ayetlerine uygundu: Bir sedye, bir masa.
Avukat Yusuf Erikel, İmralı’daki caninin değil Silivri ve Hasdal’di deccallerin avukatlığını yapmak istediği için kendi de mahkûm edilip avukata ihtiyaç duydu. Sağlığı iyi değildi, gırtlak kanseriydi. Boğazındaki tümör çok büyümüştü. Mahkeme başkanının huzurunda kan kustu, öyle bıraktılar.
Levent Ersöz hastaydı, Mehmet Haberal hastaydı. Deccal oldukları için tedavi edilmeleri doğru değildi.
Türk subaylarının, mesela denizcilerin günahları çok ilginçti.
2002, 2006, 2008 yıllarında Doğu Akdeniz’de faaliyet göstermeye çalışan, Türkiye’nin denizlerdeki egemenliğini, Mavi Vatan’ı yok etmeye çalışanlara karşı yapılan önlemeler son derece tehlikeliydi. Demokrasi ortadan kalkabilirdi. Türklerin kök tanrısına karşı demokrasinin yemyeşil tanrısının amansız savaşı denizlere gelmişti. Cem Gürdeniz, diğer amiraller ve albaylarla beraber içeri atıldı. Mavi Vatan adında bir şeytan ayetleri kitabı yazmıştı. Demokrasi derhal ona da cezasını verdi. Dijital terör – pardon – dijital ayetler inmişti ve gereği yapılmıştı.
Havarilerden Sadullah Ergin’in Silivri’ye geleceği zamanlar Ergenekon denilen deccalî örgütün mensuplarına daha kötü davranılması gerekiyordu. Tecrit hücrelerinde kalanlardan televizyon hakkı alınıyordu. Ellerinden gelse o lanet şeytanî kitapları da yakacaklardı ama “Neyse, ileri demokrasinin biraz daha ilerlemesi gerek” diyorlardı. Her şeyin zamanı vardı.
Yattıkları ihanet uykusunun bile.