François Mitterand ve karısı Daniele Mitterand, Türkiye’deki etnik kimlik meselesini en çok deşen Fransızlardandı. Özellikle Daniele Mitterand’a “Kürtlerin annesi” diyorlardı. “Madam Mitterand”, bölücü terör örgütüyle temastan hiçbir şekilde kaçınmaz, Türk devletine daima kafa tutardı. Türkiye’den izin almaksızın İmralı’ya gelip terörün elebaşı Öcalan’la görüşme isteği gerçekleşemeden öldü, tıpkı İsveç’in eski Dışişleri Bakanı Anna Lindh gibi… Lindh, aynı saygısızlığı yapmış, Öcalan canisini görmeye geleceğini beyan etmiş, bu isteğini gerçekleştiremeden bir alılşveriş merkezinde karın, göğüs ve karaciğerinden bıçaklanıp ölmüştü.
Madame Mitterand, “Kürdistan benim ikinci vatanım”, “Öcalan kalbimde” gibi sözleriyle tanınıyordu. Kocası François Mitterand’la birlikte Türkiye’deki etnik meselelere direkt dalıyorlardı ama mesela söz konusu Ruanda’daki katliamlar olunca bunları inkâr etmiyorlar, basit birer olay olarak göstermekten geri durmuyorlardı.
Afrika’da milyonlarca insana Fransızca konuşturan, onlara “Afro – Fransız” gibi gülünç etnik kimlikler aşılamaya çalışan, birçok ülkenin millî rezervlerini kendi ülkesine aktaran, kendi ülkesindeki herkesi Fransız kimliği altında buluşturan Fransızlar, söz konusu Türkiye olunca daima etnikçi siyaseti desteklemişlerdir. İkiyüzlü tutumlarını gizleme gereği duymadılar zira bizim ülkemizde birçoğunuzun bildiği gibi ezik, haysiyet yoksunu, kasabın bıçağını yalamaktan keyif alan millî şuur yoksunu liboşlar sayesinde kendilerini sorgulatmadan ülke siyasetine dahil olabiliyorlardı. Fransa’daki Kürt Enstitüsü, Mitterandların eseridir. Sahte Kürt kimliği yaratmak için gerekli ne varsa her alanda çalışan tam anlamıyla sahtekârlık merkezidir.
Yalnız Mitterandlar veya Avrupa ülkeleri değil birçok ülke etnik kimlik meselesini kurcalamaktadır. Rusya’nın Kürt meselesine müdahil olması ve başımıza bela edilmesi sürecinde öncü ülkelerden olduğunu belirtelim. ABD’nin YPG konusundaki tavrını satır satır yazmaya gerek yok. Türkiye ise etnik kimlik konusunda kendi kendini vuruyor, kendini hümanist masallarla kandırıyor. Sol liboşlarla siyasal İslamcı liboşlar bu konuda en önde bayrak tutuyor, yalan yanlış aforizmalarla Türkiye’nin her bölgesine bir etnik kimlik mâl ediyor.
Güneydoğu hiçbir zaman Kürdistan olmamıştır ama siyasî partiler el ele vermiş, bölücü terör örgütünün ve Barzanî’nin ekmeğine yağ sürmüştür. Oy kapma yarışı Türkiye’ye pahalıya mâl olmaktadır. Herkes, “Köprüyü geçene kadar” diyor ama asıl ayının kendisi olduğunu anlayamıyor. Her seçim dönemi Türkiye bir şeyler kaybediyor. Son büyük hata Diyarbakır’ın valisinin sözde Kürdistan yöneticilerinden içinde Diyarbakır’ın da olduğu bir sözde Kürdistan albümü almasıdır. Bu, mide bulandırıcı bir gaflettir.
Bir kere şunu söyleyelim: Türklerin bu topraklara sonradan geldiğini iddia edenlerin “faşist” tutumları çok uçlara varmıştır. 1000 senedir burada olduğunu söylediği milleti benimseyememiş, ona hep “Sen sonradan geldin” diyor. Türkler bir toprağa sonradan gidip yerleşti de Kürtler, Rumlar, Ermeniler, Araplar topraktan mı bitiyor?
Çanakkale Savaşı ise adeta bir etnik yalan uydurma unsuru hâline getirildi. Topraklarımızda kimin gözü varsa siyasal İslam, Çanakkale propogandası yapıyor. Suriyeli, “Ben bu topraklar için gelip savaştım, şimdi geçici olarak kalacağım” demiyor mesela, onu bu topraklara gönderenler ona söz veriyorlar, “Bu topraklarda deden savaştı, senin de hakkın var” diyorlar ve o da “Benim bu topraklarda hakkım var” demeye başlıyor. Çanakkale’yi bırak, Mustafa Kemal’in kırbaçla dövüp Halep savunmasına aldığı Suriyeli Araplara bak! O Araplar ki Halep’i İngilizler bombardıman altına aldıklarında tembellik ediyorlar, nargile içiyorlardı. Osmanlı’yı bölerken döktükleri kanı hesaba katmadan Çanakkale’de savaştık yalanlarıyla vatanımızda hak iddia ediyorlar.
Gerçek açık ve nettir: Sol liboşlar, ülkeyi bölmek istiyor; siyasal İslam, rejimi değiştirmek istiyor. Tabi “ucuz iş gücü” peşinde koşan sözde ensarlar din üstünden yıllarca Türk milletini sömürdükleri yetmiyormuş gibi mültecilere göz dikiyor. Bu gözler, sosyalist bir adamın ucuz iş gücünü öne sürerek mültecilerin gelmesini savunduğunu gördü. Bu ülkede akıl tutulmasının boyutlarını ifade etmek çok zordur.
Türklerin kendi tarihleriyle övünmesinden rahatsız olanlara bakıyorsunuz, vatan topraklarına bakıp salyasını akıp her milletin tarihini öne sürüyor. Nagehan Alçı gibiler, “Ne demek Türkiye Türklerindir” diyecek kadar ileri gidebiliyorlar. Bu kadar ileri giden sözde gazeteciler, ülkenin bakanlarıyla çok yakın olup fotoğraf çektirebiliyorlar.
Washington’da tasarlanan, Pentagon’da gözden geçen, Avrupa’da dile dolanan ve Türkiye’de pazarlanan bu kirli etnik siyaseti destekleyen, iktidara gelmek veya iktidarda kalmak uğruna Türkiye’nin geleceğini karartmaktan çekinmeyen herkes bizim düşmanımızdır.
Türk genci ilk olarak şunu anlamak zorundadır: Göz göre göre adaletin, eğitimin, ekonominin mahvedilmesinin yegâne sebebi daha büyük tehlikeleri gözardı ettirip siyasî partilerin bir umut olarak hiç değilse kötünün iyisi olarak tercih edilmesini sağlamaktır. Bölünmüş bir Türkiye umrunuzda olmayabilir, biz Türkçüler olarak bölücüleri iyi tanıyoruz. “Sadece haklarını istiyorlar” dediğiniz adamlar katıksız Türk düşmanlarıdır. Bunu yerinde görüp tecrübe etmiş biri olarak söylüyorum. Hümanist masallarınızı kendinize saklayın.