2011 yılın sonlarıydı. Bişkek’teyiz. Bir gece vakti sokaklarda yürürken bir aracın kendini gizleme gereği duymadan bizi takip ettiğini fark ettik. Aracın ışıkları güçlü şekilde yanıyordu. Bir gerginlik olduğunu anlayıp gerildik. Yolumuza devam ederken araç yoluna devam etti ve nihayet gelip önümüzde durdu. Bir taksiydi. İçinden orta yaşlarda birkaç Kırgız indi. Gelip kimliklerini gösterdiler. Yabancı şubede görev yapıyorlarmış.

Yabancı şube olduklarını söyleyip kimliklerini gösterdiler ve pasaportlarımızı istediler. Biz öğrenci olduğumuzu anlattık, kimliklerimizi gösterdik. Yine de ikna olmadılar. Yanımızdaki bir arkadaşımızın sakalı uzundu. Kendisinin ideolojik hiçbir ilgisi olmamasına rağmen, polisler itirazlarımıza onu göstererek şöyle demişlerdi:

“Biz nereden bilelim Vahhabist misiniz? Bizi havaya mı uçuracaksınız?”

O gün elbette bu şekilde söylemelerine hem gülmüş hem de sinirlenmiştik. Pasaportunu yanında taşıyan tek arkadaşımızın pasaportunu vermeyi kabul etmesiyle konu kapandı. Yabancılar olarak bu saatlerde dışarıda gezmemizin doğru olmadığını söyleyip gittiler. Zaman içerisinde sinirlenmemizin çok da doğru olmadığı anlaşıldı.

Bu olaydan 1 yıl kadar sonra neredeyse her taksiye binişimizde eğer radyolarda haberler açıksa dikkat kesilirdim. 2014 yılında ise artık köktendincilerin faaliyetlerinin ve bunlara yönelik operasyonların, mesela Hizbu’t-Tahrir operasyonlarının hızlandığı anlaşılıyordu. Gerçekten de bir müddet sonra Türk cumhuriyetlerinden IŞİD gibi radikal örgütlere katılımın açığa çıkmaya başladığını gördük.

Söylemesi dile kolay: Daha 2015 yılında, Kırgızistan devletinin hazırladığı rapora göre 430 Kırgız vatandaşı IŞİD’e katılmıştır. 2020 yılına gelmeden Orta Asya’dan katılımların 4000 civarına ulaştığı düşünülmekteydi. Orta Asya bugün geçmişe oranla daha fazla köktendinciliğin tehdidi altındadır. Afganistan’ın Taliban kontrolüne girmesi boş bir olay değildir, birtakım endişeler dile getirilerek tehditlerin engellenmesi söz konusu olamaz.

Biraz geçmişe gidelim. ABD – SSCB arasındaki Soğuk Savaş Döneminin sonlarına doğru SSCB ciddi bir gerileme içindeydi. Stalin sonrası başta Türk dünyasıyla olmak üzere kırgın olan herkesle barışma yoluna gidilse de gerileme durdurulamamıştır. Üstüne bir de ABD’nin bataklık hâline getirdiği “imparatorluklar mezarlığı” Afganistan’a saplanıp kalınca çöküş gelmiştir. Ortaya çıkan istikrarsızlık köktendinciliğin yükselişini başlatmıştır.

Afganistan – Pakistan arasında yer alan köktendinciliğin Svat Vadisi ideolojik ve askerî eğitimin önemli noktalarından biridir. Doğu Türkistan[1] başta olmak üzere Türk yurtlarından bölgeye giden çok sayıda insan vardır. Taliban, Türk cumhuriyetleri için tehdit oluşturan unsurların Türk coğrafyasına geçişinde destekleyici görev görmektedir.

Bugün itibariyle Orta Asya genelinde; Hizbu’t – Tahrir, Özbekistan İslamî Hareketi, FETÖ, Jund el – Halife, Cemaat-ı Kırgızistan Ceyş el – Mehdi, İslami Cihad Birliği, Cemaat-ı Ensarullah, Tebliğ Cemaati, Vahhabizm, Selefizm yapılanmaları vardır. Hepsi de büyük birer tehdittir. SSCB devrinde gördüğü tahribatı düzeltmek için mücadele ettiğimiz Türkistan Türklüğüne yapılan en önemli propoganda ise “Kırgız veya Kırgız Türk’ü değilim, Müslümanlık yeter” safsatasıdır. Bunu birkaç kez bizzat duyduk.

Şimdi Türk dünyasını bekleyen köktendincilikle alakalı birtakım tehditler vardır. Doğu Türklüğünü Afganistan, Pakistan ve İran (hatta şaşıracaksınız ama Sudan); Kuzey Türklüğünü Ukrayna – Rusya meselesi ve Türkiye Türklüğünü Suriye meselesi ciddi ölçüde tehdit etmektedir. Bu coğrafyalardaki istikrarsızlık köktendinciliği güçlü ve diri tutmaktadır. Orta Asya şimdilik bundan muaftır çünkü geçmişe nazaran daha iyi bir barış ve iş birliği ortamı oluşmaktadır. Son yıllarda Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan arasında yaşanan gelişmeler buna örnek teşkil ederken Kazakistan olayları da bu ölçüde değerlendirilmelidir. Kazakistan’daki rüşvet ve yolsuzluğun oluşturduğu istikrarsızlık çok büyük bir tehdidi Kazakistan’ın kapısına dayandırmıştı. Özbekistan ve Kırgızistan’daki yakınlaşmanın nedenlerinden birinin Özbekistan İslamî Hareketi olduğunu akılda tutarsak ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. ÖİH mensuplarının kafasına göre ayaklanıp Kırgızistan sınırını geçmeye kalkmışlığı vardır. Bu tür yapılar fitne yuvasıdır.

Gelelim Ukrayna’ya.

Suriye’deki Türkmenler arasında kol gezen siyasal İslam’ı Türkiye’de olması gerektiği gibi işlemediler. Türkmenlerin Türkiye ile ilişkisi duygusal düzeyde kaldı. Önemli olan zihniyettir. Buralardaki Selefî – Vahhabi (Suud) etkisine adamakıllı değinilmedi. Yaratılan terör ortamından kârlı çıkan da – en azından iyi niyetli insanlar arasında – olmadı.

Şehit Necip Hablemitoğlu “Kırım’da Türk Soykırımı” isimli eserinde şunları anlatmıştı: “ (…) Suudi Arabistan destekli ve güdümlü Vahhabiler ise devşirme bedeli olarak ‘adam başı’ 7000 $ nakitin yanı sıra giyilmesi zorunlu Arabistan kıyafetleri dağıtıyor…”

Çok değil 2013 yılında Kırım Müftüsü Vahhabi propogandalarının etkisi altına girdiği için değiştirilmiştir. Neyse ki Kırım Türklüğü de Türkistan Türklüğü de Vahhabizm’e büyük ölçüde olumlu bakmamakta ve tehlike olarak görmektedir. İlim okyanusu olan Tatar Türklüğü Vahhabî ve Selefî tehlikeleriyle kıyaslanamayacak kadar derin olduğu için Suudlar burada başarılı olamayacaklardır. Bununla birlikte Vahhabîlerin etkisine girenlerin daha çok Ruslardan çıkması ilginç ve dikkate değerdir.

Ancak!

Rusya – Ukrayna gerilimi adeta bir elektrik etkisi görevi görerek Vahhabistlere beklediği ortamı sunabilir. Afganistan, Suriye bunun en açık örneğidir. Türkiye, Ukraynalı kızların güzelliği üstünden soytarılık yapan etkileşim manyaklarının etkisine girmemeli ve soydaşlarının yanında “bilinçli” şekilde durmalıdır. Hata kaldırmayacak kritik bir döneme girmekte olduğumuz açıktır.

Not: Konu derinlikliyse de bizim insanımız uzun okumayı sevmiyor. Bunu çok iyi tecrübe etmiş bir olarak kısa bir yazı yazmış oldum. Aklını kullanana bu yazının yarısı da yeter.


[1] Belki en sıkıntılı durumda olan Doğu Türkistan’dır. El Kaide elebaşı Eymen el – Zevahirî Doğu Türkistan’dan devşirdiklerini bizzat övmüştü. Suriye’ye gidip yerleşen çok sayıda Uygur ailesi vardır ve bunlara Suriyeliler “ölüm aşıkları” adını koymuşlardır.